Ahmet Şimşirgil

Bid’at ehlinin silahı!

Üç haftadır Hanefi mezhebinin reisi İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerini köşemize taşıdık. Hayatını, şahsiyetini, mezhebini okuyucularımıza aktardık. Üç kıtada çağlarının en güçlü imparatorluklarını kuran ecdadımız hep onu ve yolunu rehber edinmişti. Onun yolu, şanlı peygamber efendimizin, “Benim ve Eshabımın yolundan gidenler” diyerek övdüğü ve müjdelediği yoldu. Bu itibarla ona uyanlar aziz oldular, devletli oldular, haşmetli oldular.

Pek çok okuyucum takdir ve teşekkürlerini yazarken birçokları da diğer mezhep imamlarımızın da anlatılmasını rica ettiler. Ancak doğrular tanınır ve bilinir ve sevilirse gençler iki cihanlarını berbat edecek Prof. ve Doç. unvanlı bazı sahte din simsarlarından kurtulabilirler. İnşallah zaman zaman Ehl-i sünnetin diğer önderlerini de bu sütunlara taşıyacağız.

Zira doğru yoldan, hak yoldan sapanların nerede duracakları asla bilinmiyor. Kimisi bir fersah kimisi bin fersah uzaklaşıyor. Sebebi nedir bunun?

İyice araştırılacak olursa bid’at ehlinin önderleri genel olarak başkalarının piyonu olma durumunda kalmaktadırlar. Birilerinin paraları veya destekleri gözlerini kamaştırmakta neticede kolaylıkla onlara ram olmaktadırlar. Dolayısıyla onlardan aldığı direktiflere göre de ileri geri savrulmaktadırlar.

Maalesef Ehl-i sünnet akidesine aykırı görüştekiler yıllarca TV kanallarında konuşturuldu. Gazetelerde köşeler onlara verildi, makaleler onlara yazdırıldı. Yollar onlara açıldı. Onlar da şımardıkça şımardı, milletin dini ve itikadıyla sabah akşam alay ettiler. Her biri bir başka hezeyan ve sapık fikriyle arz-ı endam etti.

Oysa devletimiz geleceğini sağlam temeller üzere atmaya çalışsa asla onlara fırsat vermezdi. Zira onların saldırıları bir dönem milletin inancına ise bir dönem gelir vatanın birliğine ve bütünlüğüne yönelir.

Zira bidat ehli vatanını asla sevmez, sevemez. Bilerek veya bilmeyerek para ve menfaati nereden gelirse çabucak oranın uşağı olur. Bir dönem Avrupa’ya sığınan Jön Türklerin acınası hâllerini unutmamalıdır. Günümüzde de Avrupa’ya kaçanların hâl-i pür-melâli ortadadır.

Tarih bu tiplerin ibretlik hadiseleriyle lebâleb doludur. Tek yapılacak iş meseleyi iyi etüt edebilmektir.

Para alan emir de alıyor!

Osmanlı’nın yıkılışında Vehhabiler bağlı oldukları Osmanlı Devleti aleyhine nasıl çalıştılar? Onları yönlendiren kimdi? Yine o dönem İngiliz paraları ile beslenen Efgani ve avanesinde nasıl bir Osmanlı kini oluşmuştu? Onlarla gezenler Ermeni, Rum, Sırp, Bulgar ve Yunan çetecileri ile devletlerine karşı nasıl bir iş birliği hâlinde idiler?

Günümüzde de DEAŞ, PKK, PYD gibi örgütler başka ülkelerden gelip vatanları işgal etmediler. Dinen ve fikren devşirilen bu adamlar önce bulundukları yerlerde Ehl-i sünnet Müslümanları tekfir ediyor sonra bütün kin ve düşmanlıklarını onlar üzerinde deniyorlar, birlik ve beraberliği yıkıyorlardı. Zira Ehl-i sünnet Müslümanları her zaman vatanının ve milletinin yanındadır.

Yine Irak’ta Somali’de ve Yemen’de Şii Haşdi Şabi ve eş-Şebab gibi örgütlerin hedefinde İsrail veya ABD yok. Kim var? Evet, o ülkenin Ehl-i sünnet Müslümanları var. Onları katlediyorlar. Onların yaptıklarını Batılı asla yapamaz ve o zararı veremezdi.

Hatta Batılılar bir taraftan da İslam’dan çoktan sıyrılmış bu insanları Müslüman örneği gibi gösterip İslam’a ikinci bir darbe daha indirmektedir. Kol kesen, kafa kesen, kendini patlatan bu insanları her gün kamuoylarına Müslüman diye sunup ‘İslamofobi’yi körüklemektedir.

Onun için devletimize bu konularda büyük görev düşmektedir. Bunların birincisi de eğitimde başlamalıdır.

Devlet silah sevkiyatı ile ilgilendiği kadar para trafiği ile de ilgilenmelidir. O paralar çok geçmeden milletin üzerine kurşun olarak dönmektedir. Bu kurşunu sadece vücutlarda hasar bırakan bir silah olarak düşünmeyelim. Bazen aileleri parçalayan bir mekanizma, bazen gençlerimizi mankurtlaştıran bir fikir bombası oluyor. Neticede gençlerimizi devleti aleyhine ölümcül bir silah hâline getiriyor.

Nitekim bu konuda hâlâ milletimizin en büyük gailesi olarak meydanda duran FETÖ örgütünün metotları devletimizin her kademesince hakkıyla değerlendirilmelidir. Şayet bu değerlendirme yapılmıyorsa orada FETÖ zihniyeti maalesef hâlâ hâkim demektir. Zira FETÖ kırk yıldır İslam’ın temel meselelerini kökünden sarsarken sesi çıkmayanlar ne kadar döndüler belli değil!..

Nasıl tanınamadı?

Oysa FETÖ onların gözünü açacak neler söylüyordu neler!

Erbakan hükûmetine, “beceremedin çekil git” diye seslenirken bir taraftan da, “Cebrail (aleyhisselam) gelse ona oy vermem” veya “partisine girmem” demişti. Böylece Kur’ân-ı kerimde en emin melek olarak gösterilen ve “Namus-ı ekber” diye anılan Cebrail aleyhisselama karşı duracağını belirtirken gerçekte kimi hedef aldığını da düşünmek gerekir…

Yine onun bir vaazında akıllara zarar şu ifadelere dikkat ediniz:

“O meclis öyle bir meclistir ki o meclisin kürsüsünde artık bakan gören her şeyimize nigehban olan (hâşâ) Allah vardır. Ve eğer saflarınızın arasında dolaşan birisi varsa yukarılardan ona müsaade edilmişse… Muhammed Mustafa vardır.” (26 11. 1989, Hisar Camii vaazından). Böylece Cenab-ı Hakk’a mekân isnat ederken kendisini konumlandırdığı noktaya dikkat ediniz!..

Yine Hisar Camii’nde bir vaazında Allah adına konuştuğunu ve Allah’ın orada tecelli ettiğini şu ifadelerle bildirmek suretiyle hadsizliğini ortaya koyuyordu:

“Ben şimdi tepeden tırnağa his kesilmiş doğrudan doğruya onun rahmeti adına konuşuyorum. Rahman ve Rahim gözümün önünü doldurdu âdeta beni çepeçevre sardı. Allah rahman rahim huzurunuzda mütecelli.”

FETÖ’nün ilk Abant Toplantısı’na gönderdiği şu mesajı, sorgulayan insanlar için her şeyi ifade etmekteydi:

“Vahye dayalı, hayatın her alanını kuşatan İslam’ı, tehlikeli ve millî birliğe zarar verici buluyorum” demişti. O bu mesajı ile 1428 yıllık İslam’ın özüne, aslına düşman olduğunu açıkça ortaya koymuştu.

Onun Papa’ya yazdığı şu satırlar da maalesef devletimiz tarafından değerlendirilemeyecekti. FETÖ mektubunda;

“Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan dinlerarası diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz”, derken kimin hizmetinde bulunduğunu açıkça deklare etmişti.

Dinlerarası Diyalog’un en etkili mimarlarından İskoç tarihçi, oryantalist, Anglikan papaz ve akademisyen William Montgomery Watt bu projenin ana maksadını, “Modern Dünyada İslam Vahyi” adlı eserindeki şu ifadesiyle net bir şekilde ortaya koymuştu:

“Diyaloğun şartı ‘Benim dinim son dindir’ inancından vazgeçmektir.”

Watt’ın günümüz ilahiyat camiasını en fazla etkileyen isim olmasına da dikkatinizi çekmek isterim.

İman esaslarını dörde indiren FETÖ’nün en fazla tartışmaya açtığı mesele Peygamber efendimizdi. O, âlemlerin, hürmetine yaratıldığı sevgili peygamberimize olan inancı da sarsıyordu. Nitekim bu konuda şöyle diyordu:

“Kelime-i tevhidin ‘La ilahe illallah’ kısmını söyleyen, fakat ‘Muhammedün Resulullah’ kısmını söylemeyen insanlara da merhametle bakmalı, çünkü ahirette onlar da Allah’ın sonsuz rahmetine kavuşacaktır.” (Küresel Barışa Doğru, s.131)

Aynı meselede başka bir yazıda ise şöyle demekteydi:

“Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışı yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın Resulüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır…”  (Kozadan Kelebeğe, s.131)

İşte bu fikirler ile yoğrulan nesillerimiz mahvoldu. Milletimiz kırk yılın sonunda, CIA ajanı, Vatikan casusu çıkan bir örgüt liderinin pençesinde evlatlarının eriyip gittiği gerçeği ile tanıştı. Korkunç bir travma yaşadı. Özel harekâtçılarımızı, meclisimizi, halkımızı bombalayanlar dışarıdan gelmemişti. Yıllarca “altın nesil” diye övülen gençlerimizdi.

İşte bu sebepledir ki gençlerimiz mezheplerle uğraşan başta İmam-ı Azam olmak üzere mezhep imamlarımıza saldıran veya onları itibarsızlaştıran bid’at ehline çok dikkat etmelidir. Güya bid’at ehline vururken Ehl-i sünnet Müslümanları da onun içine katanlara ise iki kez dikkatli davranmalıdır. Maalesef yüz yıldır biz, laikiz diye gezinirken Vehhabi, Şia, Selefî ve mezhepsizlik fitneleri her tarafa sızmakta ve ülkemizin geleceği adına büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Dinimizi en doğru ve bin yıllık kadim inancımıza uygun şekilde öğretmek, devletimizin gelecek adına en mühim görevi olmalıdır.

    TEFEKKÜR
    Her ne kim zâhir olur ol hâlet-i dilden durur
    Her ne kim gelse sana sen sanma ki ilden durur
                                                      III. Murad Han
    (Ey insan! Sana gelen her şey kendindendir,
    Sanma ki başkasındandır)

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
18.11.2022
Türkiye Gazetesi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu