Abdülaziz Bayındır

Abdulaziz Bayındır’ın Vefat Etmiş Kimselerle Tevessülü Türbe Ziyaretindeki Faydaları İnkarı

Selefi’lerin ‘Tevessül hayatta olanlarla yapılır’ iddiasına ve ‘Ölülerden yardım istemek, ‘Sadece senden yardım dileriz.’ (Fâtiha s. 4) âyetiyle çelişir.’ (Abdulaziz Bayındır, Kur’ân Işığında Tarîkatçılığa Bakış) şeklindeki iddialara verilecek cevap nedir?

İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:

Her mümin uykuda da mümin olduğu gibi, öldükten sonra da mümindir. Bunun gibi Peygamberler, öldükten sonra da Peygamberdir. Çünkü, Peygamber olan ve iman sahibi olan ruhtur. İnsan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz. (Umdet-ül-itikad)

Sahih-i Buhâri’de Hz. Ömer (r.a.)’den rivayet edilen hadîs-i şerifte Hz. Ömer (r.a) duasında diyor ki : “Ey Allah, Sana Peygamberin ile tevessül ediyorduk ve bize yağmur yağdırıyordun, şimdi de Peygamberinin amcası ile tevessül ediyoruz, bize yağmur yağdır!” Bu söz sahabe’nin Peygamberle tevessül ettiklerine bir delildir.

Hz. Ömer’in Hz. Abbas ile tevessül etmesinden maksat, Sahabeye ve sonrakilere Evliya ile tevessül etmenin cevazını beyan etmek içindir yoksa irtihâl etmiş bulunan Nebi (s.a.v.) ile tevessül câiz olmadığı için değildir.

Hz. Abbâs (r.a.), Hz. Ömer’in kendisiyle tevessülünün hakikatini açıklamış ve ön tarafa geçince “ Ey Allâh! Bu topluluk Senin Peygamberin indindeki yerim sebebiyle Sana benimle yöneldiler.” Buyurmuştur. “Yani Peygamberin vefat ettiği için beni aracı kılıyorlar” dememiştir. Hâfız İbni Hacer bu hadîs hakkında der ki; Hz. Ömer (r.a.)’in Hz. Abbas (r.a.)’ı aracı kılmasından, salih kimseler ve Ehl-i Beyt ile şefaat talebinin câiz olduğu anlaşılıyor.

“Yanlızca senden yardım isteriz.” âyetindeki yardım istemenin, her türlü yardımı kapsadığı kabûl ediliyorsa, o hâlde, sadece ölülerden değil; dirilerden de herhangi bir şekilde yardım istemek bile âyet ile çelişir. Hayâtımızda birilerinden mutlaka yardım istemişizdir.

Abdulaziz Bayındır, Kur’ân Işığında Tarîkatçılığa Bakış kitabının, 53 ve 54. Sayfalarında vefat etmiş kimselerin ruhaniyetlerinden istifadeyi ve türbe ziyaretlerinin faydasını inkâr etmektedir.

Bu görüşlerine verilecek cevap nedir?

Ruhaniyetten istifadeyi inkar eden görüşler Kur’ân ve Sünnet’e aykırıdır. Şöyle ki: ‘Allah yolunda şehîd olanları ölü sanmayınız! Onlar, Rabblarının yanında diridirler, rızıklandırılmaktadırlar.’ (Âl-i İmrân s. 169) âyet-i kerîmesinde, şehîdlerin diri oldukları sabit olunca; peygamberlerin diri olması, öncelikli olarak sabittir.

Beyhakî’nin Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyetle bildirdiği hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Her ayın ilk üç gecesi ve günü, bana çok salevât okuyunuz. Çünkü bu ikisi, sizden bana ulaştırılır. Toprak elbette, peygamberlerin cesetlerini çürütmez.”

Enes bin Mâlik’ten rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor: “Peygamberler; kabirlerinde diri olup, namâz kılarlar.” (İbn-i Adîy, el-Kâmil)

Şehîdlerin bu şekilde diri olmaları, onlar için şerefli bir rütbedir. Bu, Allahü Teâlâ’nın onlara bir lütfudur. Ancak, peygamberlerin rütbesinden daha yüksek bir rütbe yoktur. Şüphesiz peygamberlerin hâli, bütün şehîdlerin hâlinden daha yüksek ve kâmildir. Dolayısıyla peygamberler için öldü denemez, mânevî bir hayatla diridirler.

Âlimler, ölülerin birtakım tasarruflarda bulunabileceklerini ve dirilere faydalı olabileceklerini söylemektedirler. Özel ma’nâda velî olduğuna inanılan bir kimseden, kerâmet beklenilmesi ne kitap ne sünnet ve ne de icmâya ters düşen bir şeydir. Çünkü Allah (c.c.), bu âlemde yaptığı rızık ve benzeri yardımlardan birçoğunu kulları vâsıtasıyla yapar. O vâsıtalardan gördüğümüz rızık ve nîmetleri bizzat kendilerinden sayarsak, bu; tek Rezzâk’ın Allah (c.c.) olduğuna dâir inen âyete (Zâriyât: 58) ters düşmekle bir çeşit şirk sebebi olur. O bakımdan doğrusu; kulları sebeb ve vâsıta, Allah Celle Celâlühû’yu da yaratan görmektir.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri bir şiirinde buyururlar ki: ‘Mürîdim ister doğuda olsun ister batıda / Hangi yerde olsa da yetişirim imdâda’ ‘Kur’ân-ı Kerîm’in çok sayıda âyetine açıkça aykırıdır. Çünkü ‘Darda kalmış kişi duâ ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?’ (Neml s. 62) (Abdulaziz Bayındır, Kur’ân Işığında Tarîkatçılığa Bakış) iddialarına verilecek cevap nedir?

Allah’ın kulları yine Allah’ın iradesi ve izniyle yardıma gelirler ki bunun şirk ile ilgisi olmadığı gibi bu husus Kur’an ve sünnet ile de sabittir.

“Biriniz herhangi bir yerde yolunuzu şaşırırsanız, bir şeyde yardımcı, muhafaza edici arayıp bulamadığınız zaman, hiç kimsenin size yoldaş, arkadaş olmadığı ve çaresiz kaldığınız yerde deyiniz ki: Ey Allahü Teâlâ’nın has kulları! Beni muhafaza ediniz. Ey Allahü Teâlâ’nın has kulları! Bana yardım ediniz. Çünkü Allahü Teâlâ’nın öyle kulları var ki onlara yardıma gelirler, görünmezler.” (Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadîs No: 13737; Heysemî, Mecme’uz-Zevâid, 10. c, Hadîs No: 17103)

Soruda yer alan beyit, kerâmet yoluyla yapılan bir işten haber vermektedir. Velîlerde görülebilecek bir kerâmet, yâni olağanüstü iş, ehl-i sünnet mü’minlerce hak olduğuna göre, mesele kalmaz. Abdu’l-Kadir-i Geylânî Hazretleri; İbn-i Teymiyye’nin de El-Furkân isimli kitabında dediği gibi şerîat imamlarındandır. Kerâmeti mütevâtirdir. O, bazen, Allah (c.c.)’ın izni ve yardımıyla, doğuda ve batıda mürîdlerine yardımcı olabileceğini, Allah (c.c.)’ın kendisine lutfettiği nimetlerden olduğunu anlatma kabilinden söylemiştir. Bunun; Kur’ân’la çelişmediğini, Kurân’a îmân edip kerâmetle alâkalı âyetleri ve husûsan Neml Sûresi kırkıncı âyeti de tasdîk edenler anlar, teslîm ve i’tirâf ederler.

“Yanında kitaptan bir ilim olan (Sıddik), onu (Yemen’deki Belkıs’ın tahtını) sen gözünü kırpmadan sana (Şam’a) getiririm, dedi.) (Neml s. 40)

Onca uzaklıktaki tahtı, fizik kanunlarını alt üstederek, göz kırpmadan Süleyman Aleyhisselâm’a getirebileceğini söyleyen Sıddîk ve Velî Asef’ten söz ediliyor…

Hz. Ömer Radıyallahu Anh Medine’deki minberden Îran orduları karşısında hezimete uğramakta olan İslâm ordularının kumandanı Sâriye Radıyallahu Anh’ı uzaktan îkâz etti, (Ey Sâriye dağa yanaş, dağı arkana al, ey Sâriye…) dedi, Sâriye Radıyallahu Anh, bu çağrıyı işitti ve İslâm orduları bu îkaz sayesinde bozgundan kurtuldu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu