Ali Eren

Muhammed Esed ve Kur’an Mesajı isimli Meal-Tefsiri

Kur’an Mesajı isimli eser Muhammed Esed’e ait. Eser hakkında bilgi vermeden önce, kısaca eserin sahibini tanıyalım.

Yahudi bir âilenin çocuğu olan Muhammed Esed, Ukrayna’nın Lvov şehrinde 1900 yılında doğdu. Anne tarafından dedesi bir yahudi hahamı idi. Âilesinde hususi bir Yahudilik eğitimi aldı. Öyle ki, 13 yaşında İbraniceyi su gibi biliyor, Tevratı ve yahudiliğe ait diğer kitapları rahatça okuyordu.

Esed 14 yaşındayken âile Viyana’dadır. 20 yaşına gelen Esed, Viyana’yı terk ederek Prag’a oradan da Berlin’e geçer. Orada film yönetmenliği ve senaristlik yapar. United Telegrabt adlı ajansta muhabir olur.

Dayısının daveti üzerine âni bir kararla Kudüs’e gider. Oradayken, birçok gazeteyle yazışma sonucu Frankfurter Allgemeine Zeitung’un Yakındoğu muhabiri olur.

Derken, Kudüs’ten Kâhire’ye gider 23 yaşında tekrar Kudüs’e döner. Oradan Amman’a geçer. Amman’da Emir Abdullah ve danışmanı Rıza Tevfik’le tanışır.

Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid’e karşı çıkanlardan olup meşhur masonlardandır.

Oradan Şam’a geçer. Devamla Bursa, Istanbul, Sofya, Belgrat üzerinden Frankfurt’a gider. Berlin’e gidiş gelişleri olur.

24 yaşındayken, Frankfurter Allgemeine Zeitung tarafından tekrar Doğu’ya gönderilir. Port Said üzerinden Kâhire’ye geçer. Ezher şeyhi Mustafa Merâğî ile tanışır.

O senelerde Ezher Üniversitesi’nin kâmilen masonların elinde olduğunu hatırlatalım.

Kâhire’den Ürdün’e geçer. Birkaç kere Şam, Trablus, Beyrut arasında gidip gelmeleri olur. Sonra İran’a Kürdistan’a ve Afganistan’a gider.

(Burada kullandığımız “Kürdistan” kelimesi lütfen yadırganmasın. Çünkü, bu kelime bize ait değildir. Kendisinden bahsedeceğimiz eser, İşaret Yayınları tarafından 1999’da basılmış olup Yeni Şafak Gazetesi tarafından okuyucularına verilmiştir. Eserin önsözünde Muhammed Esed hakkında bilgi verilmiş. “Kürdistan” kelimesi de orada geçiyor. Biz de orada okuduğumuz olduğu gibi aktarıyoruz.)

Esed 26 yaşındadır. Herat, Merv, Semerkant, Buhara ve Taşkent üzerinden Moskova’ya gider. Oradan da Avrupa’ya geçer ve evlenir. Berlin’e yerleşir. Çalıştığı gazeteden ayrılır, yeni gazetelerle anlaşır.

Bu sıralarda  karısıyla beraber müslüman olduğunu açıklarlar. 27 yaşında karısıyla beraber yine seyahata çıkar fakat bu sefer hacca giderler.

Karısı bilinmeyen bir sebeple Mekke’de ölür.

Aynı yıl Kral Abdülaziz ile tanışır. Orada evlenir ve Medine’ye yerleşir. Burada tarih ve tefsir çalışmasına başlar.

Arabistan’da ancak 32 yaşına yani 1932’ye kadar kalır. Daha fazla Arabistan’da kalmaz. Devamlı gezer. Afrika’da Şeyh Sünûsî ile de tanışır.

Pakistan’a gider. Orada Cinnah ve İkbal ile tanışır. 47 yaşındayken Pakistan Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dâiresi Başkanı ve İslâmî Tecdid Kurulu üyesi olur. Tecdid hususunda araştırma ve çalışmalarda bulunur.

Buraya bir mim koyalım ve “Tecdid”in ne demek olduğunu hatırlayalım.

“Tecdid” yenilemek demek, “Müceddid” de yenileyici/yenileyen…

Hadisi şerifte haber verildiğine göre, “Hazreti Allah her yüz senede bir müceddid/yenileyici göndererek onlar vasıtasıyla dinini yeniler.”

Peki din/İslam zamanla eskimiş mi olmaktadır ki yenilensin?

Tabii ki hayır… Din, orjinal haliyle durmaktadır.

Gerçi dine art niyetli kimseler tarafından zaman zaman bazı ilave ve eklemeler yapılmaya çalışılmıştır. Fakat, Peygamberimiz’in haber verdiği gibi, “Hazreti Allah her yüz senede bir müceddid/yenileyici  göndererek onlar vasıtasıyla dinini yeniler; aslî haline döndürür.” Tarihte bu mukaddes vazifeyi yerine getiren bir çok zevat olmuştur. Bunların en çok tanınanı İmam-ı Rabbânî kuddise sirruh Hazretleri’dir ki, kendileri “İkinci Binin Yenileyicisi” olarak anılırlar.

Bir de ikinci tip müceddidler vardır ki başlangıcı çok eskilere dayanmaz. Bunlar, uzun müddet İngiliz idaresi altında kalan Hindistan ve Pakistan’da kendilerine göre  daha doğrusu İngiliz arzusuna göre bir hareket başlatmışlar, tesirleri nisbeten başka  ülkelere de yayılmıştır. Bunlar da tecdid yaptıklarını söylüyorlar. Fakat bunların peşinde koştukları tecdid daha başka bir tecdid.

Diyorlar ki, “İslam şimdiye kadar yanlış anlaşıldı. Biz İslamı yeni bir bakış açısıyla ele alıp yenileyeceğiz.”    

Onlara da işte bu mânâda “Tecdidciler/yenilikçiler” deniliyor.

Bu zevat, dinin asliyetini muhafaza mânâsında değil, eski köye yeni âdet getirmek mânâsında yenilikçidir.

Bunlara göre din bozulmak şöyle dursun hiç doğru anlaşılmamış ki. Onun için dini yeni bir anlayışla ele alacak ve aslî vaziyetine getirecekler.(!)

İşte bunun için bunlara da “Tecdidci/ yenilikçi” deniliyor.

Aslında bunlara verilecek doğru isim, “Tecdidci/ yenilikçi” değil “Reformcu” olmalıdır.

Muhammed Esed’i tanımaya devam edelim:

Pakistan Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dâiresi Başkanı ve İslâmî Tecdid Kurulu üyesi olan ve Tecdid hususunda araştırma ve çalışmalarda bulunan Esed, 1952’de Pakistan’ı Birleşmiş Milletler’de temsil etmek üzere New York’a gider.

Kısa bir müddet sonra bu vazifesinden ayrılır ve eser yazmaya başlar. Son senelerini de yazımıza konu olan Kur’an Mesajı isimli eserini yazmaya hasreder.

Ve nihâyet 1992’de İspanya’da 92 yaşında ölür.

***

Esed’in Suudi Arabistan’da evlendiği karısı ne oldu? Ondan çocukları oldu mu? Gittiği yerlere onu da götürdü mü? Yoksa karısı öldü veya boşandı mı? Bilmiyoruz. Kitabın, babası ile kızkardeşinin toplama kampında öldüğünü bildiren önsözü, karısı hakkında son senelerini nerede geçirdiği hakkında hiç bilgi vermiyor.

Değerli okuyucular! Muhammed Esed’in ilk gençlik yıllarından itibaren yaptığı uluslararası seyahatlar size de enteresan gelmiyor mu? Şu yapılan yolculuklara bakın:

Önce Prag, Berlin, oradan taa Kudüs…

Sonra Kâhire…

Henüz 23 yaşındayken tekrar Kudüs.

Devamla Amman, Şam, ondan sonra ver elini Bursa…

Oradan İstanbul, Sofya, Belgrat, Frangfurt, Berlin…

Tekrar Kâhire, Ürdün…

Yaş henüz 24… Bu arada Şam, Trablus, Beyrut arasında gidip gelmeler…

Yaş 26: Herat, Merv, Semerkant, Buhara, Taşkent ve Moskova üzerinden geri Berlin…

Bundan sonra müslüman oluyor ve hacca gidiyor…

Mekke, Medine… 32 yaşına kadar Suudi Arabistan…

Bu kadar durmak fazla. Durmak yok… Afrika, sonra Pakistan…

Daha sonra Pakistan adına vazifeli gittiği için New York’u saymıyoruz…

Esed, hayatının baharında ve en cevval olduğu yaşta öyle uzun yolculuklar yapmış ki, bu türlüsü Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi’ye bile nasip olmamış.

Buna para dayanır mı? Kaldi ki, Esed o yaşlarda uzun seneler çalışıp bol para biriktiren biri değil ki bu uzun yolculuklarda onları harcayabilsin…

Neredeyse bütün İslam âlemini kaplayacak olan böyle bir yolculuk, merak ve heves gibi bir kelimeyle izah edilebilir mi?

Mümkün değil!.. Bunu, olsa olsa bir dava adamı yapabilir…

Bir kimse kendini bir davaya adamış olmalı ki, böyle uzun ve yorucu yolculukları göze alabilsin.

Peki Muhammed Esed buna niçin katlanmış olabilir? Müslümanlık uğruna mı?

Olamaz!.. Çünkü o yaşlarda henüz müslüman değildir. Kaldı ki, müslümanlık adına da böyle oradan oraya bir yolculuğu ihtiyaç yoktur.

Evet, bazı İslam büyükleri din uğrunda uzun yolculuklar yapmışlardır ama, oradan oraya gezip durmamış, gittikleri yerlerde sebat edip hizmet etmişlerdir.

Esed’in yolculuğunun enteresan tarafı, onun bir yerde durmayıp müfettiş gibi oradan oraya gezmesidir.

Hani insanın aklına gelmiyor değil: Bu zat bir yahudi hahamının torunudur ve çocukluğunda âilesinde sıkı bir yahudi eğitimi almıştır. Yoksa diyor insan, bu genci iyice yetiştirip İslam âlemine hususi mi gönderdiler?

Bir de bakıyoruz ki, gençlik yıllarının sonunda olgunluğa adım attığında müslüman olmuş.

Fakat seyahata devam. Bu sefer İslamın merkezine, Mekke’ye…

Değerli okuyucular! Sonradan müslüman oldu görülen niceleri var ki, aslında müslüman olmadığı halde öyle görünmüşler. Müslüman görünmeye mecburdur çünkü vazifelidir. Esed’in müslüman olmadan yaptığı yolculuklar, insanın aklına böyle şeyler getiriyor. Sanki İslam âlemine hususi  gönderilmiş…

Ama öyle olsa bile Esed nihâyet müslüman olmuş. Ondan sonrasını fazla düşünmeye lüzum yok.

Acaba yok mu? O hatadan sâlim mi? Yani Esed, masum mu? Peygamberler gibi mânen korunma gibi bir zırh içersinde olmadığına göre onun da art niyetli olması ihitimali var mı yok mu?

Akla, bu zatın müslümanlığı samimi mi değil mi şeklinde bir soru gelirse ne yapacağız?

Günaha girdiğimizi düşünerek, git kör şeytan, bana vesvese verme mi diyeceğiz?

Galiba bunların hiç birine lüzum yok. “Âinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” denilmemiş mi?

Öyleyse gelin biz de öyle yapalım. Esed’in işine bakalım.

Iyi ama işini bilmiyoruz ki!

Efendim, ortada 1400 sahifelik koskocaman bir eseri var: Kur’an Mesajı Meal-Tefsir…

Eserine bakıp eser sahibi hakkında yani Muhammed Esed hakkında karar vermek mümkün…

Çünkü meşhur sözdür: İnsan ölürse kalır eseri, eşek ölürse kalır semeri…

Evet, öyle yapacağız. Eserine bakacağız. Ama maalesef bu yazıda olamayacak. Nasipse daha sonra…

Bakalım, Muhammed Esed Kur’an Mesajı isimli Meal-Tefsir’inde neler yazmış…

Doğru şeyler mi yazmış yoksa yanlış mı?

Yanlışlar varsa bile bile mi yapmış yoksa hata ile mi?

Eserinde doğrular bulursak seviniriz. Eğer yanlış şeyler bulursak, bunun bilmeden, hata ile yapıldığını kabul etmemiz maalesef mümkün olmayacaktır. Çünkü, ilmi kâfi gelmeyen bir kimsenin Kur’an hakkında kalem oynatmaması icap eder ve Esed bunu bilecek mevkidedir.

Kaldi ki, biz  Muhammed Esed’in çok iyi Arapça bildiğini biliyoruz.

Bu takdirde eserinde ya büyük hatalara düşmemiştir veya düşmüşse bunu bile bile yapmıştır…

Kur’an Mesajı Meal-Tefsir isimli eser hakkındaki değerlendirmemizi inşallah ileride yaparız…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu