‘Hesabı Verilebilir’ Söylem Meselesi – Prof. Dr. Salim Öğüt
MUSTAFA ÖZTÜRK: ‘Kanaatimizce çoğu zaman hesabı verilmeden savunulan evrensellik söylemi gerçekte slogan düzeyinde bir söylemden ibaret olup sahici bir değer içermemektedir. Kaldı ki bu söylem, birkaç satır öncesinde de işaret edildiği üzere, Kur’an’ın sarih beyanlarına aykırıdır. Çünkü En’âm 6/92, Yâsîn 36/6 ve Şûra 42/7. ayetlerde Kur’an’ın Hz. Peygamber’e Kureyş’i, Mekke ve havalisinde yaşayan Arapları uyarmak için gönderildiği bildirilmektedir.’
CEVAP Aslında şu “hesabı verilmek” tabirini çok benimsedim. Ancak buraya kadar gördüklerimizden anlıyoruz ki, müellif bu tabiri kullananın hesap vermekten muaf tutulacağını sanmaktadır. Evet, herkes ağzından çıkan her sözün ve kaleminden çıkan her satırın hesabım verebilmelidir. Him ve tefekkür dünyamız ancak o zaman daha aydınlık olacaktır.
Derveze ve Ateş‘in Görüşleri Tahrif Ediliyor
Müellif devam ediyor:
“Kur’an’ın nüzul gayesine ilişkin yerellik-bölgesellik olgusu İzzet Derveze ve Süleyman Ateş gibi çağdaş bazı müfessirlerce de dile getirilmiştir. Mesela Ateş, Hac Sûresi 22/78. ayet münasebetiyle Hz. Peygamber’in ilk hedefinin kendi kavmini Müslüman yapmak olduğunu, dolayısıyla “Ey insanlar!” şeklindeki Kur’an hitaplarının “Ey Araplar!” şeklinde anlaşılması gerektiğini söyler.”
Açık bir bühtan ile karşı karşıyayız. Az sonra eserlerinden nakledeceğimiz bölümler sayesinde göreceğiz ki, bu kimseler müellifin tarihsellik tezini temelden reddetmektedirler.
Süleyman Ateş’in “Hz. Peygamber’in ilk hedefinin kendi kavmini Müslüman yapmak olduğunu” söylemesi hem naklen, hem de aklen kabule şayan bir durumdur. Naklen böyledir; çünkü Allah Teala: “(Önce) en yakın akrabanı uyar. “36 Buyurmuştur. Aklen de böyledir; çünkü Sünnetullah’a muvafık olan ve hikmete uygun düşen davranış biçimi, böyle olmalıdır. Şüphesiz ki böyle bir görev üstlenen kimse öncelikle en yakınlarından başlamalıdır. Kendi eşini bırakıp başkasının eşine mi tebliğ etmeli, kendi akrabasını yok sayarak başkalarının akrabalarından mı başlamalı, kendi kavmini görmezden gelerek uzak diyarlardaki insanları mı uyarmalıdır?
Evet, suyun belli bir noktadan donmaya başlaması, suya atılan taşın sebep olduğu ilk halkanın taşın düştüğü noktadan oluşmaya başlaması, ateşin ilk olarak düştüğü yeri yakması ve ışığın da öncelikle en yakın çevresini aydınlatması, hep aynı ilahî sünnetin sonucudur. Bunun böyle olması, bu tabiat olaylarını yerelleştirir mi? İşte aynı sebepten bu ilahî mesajın ilk önce bir kavme gelmiş olması, ilk muhataplarının o dili konuşan kimseler olması, tarihselciler için hiçbir malzeme teşkil etmez. Çünkü bu durum, Sünnetullah gereği böyle olmak zorundadır ve bunun başka bir yolu ve imkânı da yoktur.
36 Şuara Sûresi, 26/214
Medine Arapları Evs ve Hazrec idiler
Kaldı ki Rasulüllah (s.a.v), kendi akrabalarından ve kavminden umduğu ve beklediği desteği göremeyince, yani Kureyş kabilesinden umduğu neticeyi alamayınca, önce Tâifliler’den medet ummuş, oraya kadar giderek onlara tebliğde bulunmaya çalışmış, oradan da beklediğini bulamayınca Medine’ye hicret etmiştir. Medine Arapları bilindiği üzere Kureyş kabilesine mensup olmayıp Evs ve Hazrec kabilelerine mensup idiler. Bu duruma göre Rasulüllah’ın (s.a.v) tebliğinin ilk/doğrudan muhataplarının büyük bir kısmı Kureyş kabilesi olmamıştır.
Bütün bu tarihi hakikatleri ve hadiseleri bilen insanlar, bir takım tesbitleri yaparken daha itinalı davranmak zorundadırlar.
Ayrıca Süleyman Ateş’in “ilk hedef” kaydını görmezden gelmek de ilmi dikkate yakışmayan bir tavırdır. Bu kayıt önemlidir; çünkü buna göre Süleyman Ateş’in koyduğu bu kayıttan, “müteakip hedefin “insanlığın tamamı” olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Ateş’in, Kur’an-ı Kerim’deki “Ey İnsanlar!” hitaplarında kastedilen insanların Araplar olduğunu söylemesi, “ilk hedef” bağlamı içinde ele alındığı zaman, bu konuda diğer söyledikleriyle tutarlı hale gelir. Aksi halde Süleyman Ateş’i de tutarsızlıkla itham etmek zorunda kalabilirsiniz.
Maalesef kendi tezine muhalif gördüğü her düşünceyi her durumda eleştirmeye müheyya gözüken müellifin böyle bir tesbiti hiçbir eleştiriye tabi tutmadan benimsemesi ve onaylayarak nakletmesi, anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum değildir.
Derveze ve Ateş‘in Tarihselcilik Konusundaki Görüşleri
Bu bahsi kapatırken müellifin “çağdaş müfessirler” olarak takdim ettiği Süleyman Ateş ve İzzet Derveze’yi iddiasına kaynak göstermesinin isabetli olmadığını belirttiğimizi hatırlatmak istiyoruz. Sözün burasında vaadimizi yerine getirmek ve bu iki müfessirin bu konudaki düşüncelerini ve kanaatlerini açık bir biçimde göstermek istiyoruz:
Süleyman Ateş Araf Sûresinin 158. ayetinin tefsirinde şöyle demektedir:
“O’nun risaleti dil bakımından Araplaradır. Önce kendi kavminin anlaması için İlahi vahiy O’na inmiştir. Ama risaletinin niteliği geneldir. Bütün insanlığa yöneliktir.”80
Ayrıca Süleyman Ateş aynı ayetin “De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın resulüyüm.”81 mealindeki bölümünün tefsirinde ise şunları söylemektedir:
“Bu ayette Hz. Muhammed’in, yalnız Araplar’a değil, bütün insanlara Allah’ın elçisi olduğu vurgulanmakta, felaha ermek için O’na uyulması emredilmektedir. Hz. Muhammed’in bütün insanlığa gönderilmiş Allah elçisi olduğunu bildiren bu ayet Mekke’de inmiştir. O halde bazı müsteşriklerin iddia ettikleri gibi Hz. Muhammed Aleyhisselam, ancak hayatının son yıllarında değil, peygamberliğinin daha başlangıcında, risaletinin bütün insanlığa yönelik olduğunu ilan etmiş, Mekke devrinde inen ayetler O’na, bütün insanlığın peygamberi olduğunu bildirmiştir.”82
80 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an ‘m Çağdaş Tefsiri, IH, 400
81 Araf Sûresi, 7/158
82 Süleyman Ateş, a.y.
Bir ilim adamının, yararlandığı kaynaktan eksik nakilde bulunması hem ilmi emanete riayetsizlik, hem de o kaynağa ve onun müellifine en büyük ihanettir. Üzülerek ifade edelim ki, bu makalede müellif bu “nakil tarzı”nı bir üslup haline getirmiş, hatta Allah’ın kelamı için bile aynı üslubu kullanmaktan hiç çekinmemiştir.
Süleyman Ateş için geçerli olan durum İzzet Derveze için de geçerlidir. Nitekim Derveze de Araf Sûresinin 156 ve 157.83 ayetlerinin tefsirinde aynen şunları söylemektedir:
“Bu ayetlerin erken nazil olması, Muhammedi risaletin başından beri bütün insanlara ve halklara şamil bir risalet olduğuna delildir. Özellikle Araplara yöneltilen bazı ayetleri delil göstererek bunun aksini iddia edenlere bir cevaptır. Bu iddia sahipleri Araplara yönelik ayetlerin üslupları, davet ve hitap şartlarının gerektirdiği özellik ve hikmetin bilincinde değillerdir. Bunu yeri geldiğinde açıklayacağız.”84
Görüldüğü üzere müellifin Derveze’ye isnatları da fevkalade itinasız bir dille yapılmış, bu yüzden de maksadını fersah fersah aşan noktalara savrulmuştur. Yukarıda da belirttiği üzere Derveze’nin söyledikleri sadece ve sadece “Araplara yönelik ayetlerin üslupları, davet ve hitap şartlarının gerektirdiği özellik ve hikmeti” açıklamaya yöneliktir.
Nitekim müellifin bu muharref alıntıyı yaptığı aynı sayfada Derveze’nin dilinden şu satırları okumaktayız:
“İslam ümmetinin ‘orta ümmet olma özelliği, adaleti gözeticiliği, fazileti, insanlığa örnek oluşturacak bir adil yönetim merkezi konumunda oluşu, İslam mesajının esasını oluşturan temellere, prensiplere, stratejilere ve direktiflere dayanmaktadır. Bu özelliğiyle İslam, çeşitli dinlerin Allah inancıyla bağlantılı olarak yaşadığı sorunları, açmazları, ihtilafları ve çelişkileri çözüme kavuşturmuştur. İnsanlığın önüne geniş ufuklar açmıştır. Hiçbir şey inşam hak, adalet, sınırlan içinde, günahtan, hayâsızlıktan ve münkerden uzak bir şekilde hareket etmekten alıkoyamaz hale gelmiştir. Bu özelliğiyle İslam inşam eşyanın tabiatı ile evrensel kozmik sistem ile ifrat ve tefritten, aşırılıktan uzak, akü ve mantığın gerekleri ile buluşturmuş, uzlaşürmışür. Bu özelliğiyle İslam bütün zamanlara ve mekânlara uygundur. Evrenselliğe ve ölümsüzlüğe adaydır. Birçok ayette İslam’ın bu niteliğine işaret edilmiştir. Bunlardan biri de Fetih Süresindeki şu ayettir: ‘O, Elçisini hidâyet ve hak dinle gönderdi ki, o(hak di)ni, bütün dinlere üstün kılsın. Şâhid olarak Alalı yeter.’85”86
83 Bu iki ayet-i kerimenin mealleri şöyledir “Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük.” Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım. Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
84 M. İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadîs, İstanbul, 1998, I, 481
85 Fetih Sûresi, 48/28
86 Derveze, V, 146-147