Doğru Ve Yanlış Tefsir Değerlendirmesi- Prof. Dr. Durmuş Ali Kayapınar
Hiç kuşkusuz en sağlam ve en güzel tefsir, yukarıdaki öncelik sırasına göre yedi başlık altında incelediğimiz tertibi aynen gözeten, bunlardan birincisinin verilerini ikincisine ışık tutar, bir ve ikincisinin verilerini üçüncüsüne, bir ıkı ve üçüncüsünün verilerini-dördüncüsüne…ilh. ışık tutar tazda, öncekilerin önceliğini sırasıyla koruyarak yapılan tefsirdir. Bu tefsirin adı da: değindiğimiz gibi,
Naklî Tefsir, Me’sûr Tefsîr, ya da Rivayet Tefsîri”dir. Rivayet Tefsiri; yukarıdaki sıra bozulmadan, baştan sona, eksiksiz olarak tamamlanmadan; karşıtı olan Dirayet Tefsîri ne, diğer adıyla Aklî Tefsire geçilemez. Geçilirse bu; tefsîr değil, kişisel yorum olur. Allah Kelâmının yerine kul kelâmını, Akl-ı Küll yerine akl-ı kulu ve Hâlik’ın Mesajı yerme mahlûkun mantığını ikâme olur. Nakil’den soyutlanmış kişisel yorum ise herkese göre değişeceği için Kur’ân’ı anlam olarak tahrif etmekten başka hiçbir sonuç getirmez. Ez-Zerkeşî’nın de dediği gibi, böyle bir davranış:- “Evin kapısından geçmeden baş köşesine kurulduğunu iddia etmek” demek olur.1100 Bu da ancak, ya kapı dururken bacadan, ya da delerek duvardan, tabandan ya da tavandan girmek suretiyle gerçekleşebilir ki, buna da müfessirlik denmez, hırsızlık ya da yolsuzluk denir Kişisel yorum, duygusal yaklaşım, akılcı anlayış, bilimsel gerçek ya da felsefî düşüncelerınse; vahiyle sabit mutlak gerçeklerin anlatımını kolaylaştırmak dışında, Usûlde, Dînde ve Tefsirde asla yeri yoktur. Bütün bu zorunlu koşul ve aşılmaz usûlleri dışlayarak, yalın akılla, sanki “Hadîs’teki İslâm” başka, “Fıkıh’taki islâm” başka ve “Kur’ân’daki islâm” başka bir şeymiş gibi; “Kur’ân’daki İslâm(!)”ı aramaya kalkışmak, Akl-ı Küll’ün beşer sözüne dönüşmüş olan Kelâm-ı İlâhîsi ni, beşerin âciz aklı ve nakıs mantığına terkederek yozlaştırmaktan başka hiçbir sonuç getirmez.
1100 Ez-Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed b. Abdillâh, El Burhan Fî Ulûmi 7- Kur ‘ân: 2/155.
Bilindiği gibi, en güzeFin zıddı, en çirkin, en kötü ya da en yanlış’tır. Yine bilindiği gibi, zararsız var, sakıncasız var, kötü var, daha kötü var ve en kötü vardır. Mezkûr ölçüler dışına taşan tefsirler de derece derece: faydalı, sakıncasız, kötü ya da yanlış; daha kötü ya da daha yanlış ve en kötü ya da en yanlış tefsir olarak sıralanabilir. Bunlara, faydalı, nisbeten faydalı ve zararsızından; zararlı, tehlikeli ve en tehlikelisine doğru sırayla: Aklî Tefsîr, Işârî Tefsîr, Ictimâî Tefsîr, Edebî Tefsîr, Mezhebî Tefsîr, Mu’tezilî Tefsîr, Ilhâdî ve Inkârî Tefsîr’ı örnek verebiliriz.
Bu tefsîr çeşitlerinin tanıtımını, üzerinde durduğumuz konu ile ilgili olmasına rağmen, planladığımız ve dengeli tutmaya çalıştığımız ölçüyü aşacağı düşüncesiyle, başka bir kitaba bırakmaya mecbur kaldığımızı îtırâf etmek zorundayız.
Ancak Tefsîr, Kur’ân’in daha çok rivayete dayanan açıklamaları olduğu ve daha ziyâde yanlışa ihtimâli olmayan açıklamaları anlamına geldiği için; “Kötü” ya da “Yanlış Tefsir” terkibinin “Yanlış Te’vîl” olarak algılanması; dolayısıyla Tefsîr konuları içerisinde değil, Te’vîl konuları içerisinde, özellikle de “Merdûd” ve “Mülhid Te’vîl” başlıkları altında incelenmesi daha yerinde olacaktır ama; maalesef kimileri bu yanlışı Te’vîl değil, Tefsîr adına yaptıkları, Rivayet Tefsîri’nın bütün safhalarını yok saydıkları, bütün İslâm Ulemâsı’nm ittifakla benimsedikleri, yuka-rıdan ben sayıp döktüğümüz tüm koşul, zorunlu şart ve usûlleri gözardı ederek, Allah’ın Ayetleri’ni -her halde- hizmetle yükümlü oldukları hedeflere yönlendirmeye me’mûr ve bile bile vahiy kaynaklı mutlak hakikatleri Allah’ın muradının dışında kalan hedefleri gerçekleştirmek için kullanmaya mecbur oldukları için, Kur’ân adına yaptıkları kişisel, yanlı, garazkâr, bağnaz ve belki de diyet borcu tefsîr(!)lerme de hiç değilse bir örnekle de olsa değinmek: sanırım âlimlerimizin, Allah Kelâmı’nın ne lafız ve ne de mâna olarak saptırılmasını engellemek için binbir emekle belirledikleri usûl ve kuralların değerini daha bir somut hâle getirecektir.
Sözünü ettiğimiz kötü Tefsîr’in örneklen sayılamayacak kadar çoktur ve gün geçtikçe artmaktadır. Değil yukardan beri sayıp döktüğümüz kural ve şartları yeterince öğrenmiş ve yerme getirmiş olmak, Kur’ânm dilini bile bilmeden birilerinin yaptığı yalan yanlış tercemelere dayanarak çoluk çocuk, hattâ çoluk çocuk kadar dahî Kur’ân’a hürmet göstermeyen koskoca unvanlar, ya tamamen başıboş, ya da yularını yâdellere kaptırmış aklın serkeş binitine binip ihanet kamçısıyla kırbaçlayarak ortalığı toza dumana katmaktadırlar. Bu büyük uzman(!)ların yaptıkları ilkesiz yorumlara, değil câhil müslümanlar, kargalar bile gülerken, kendileri ise muzaffer komutan edasıyla ekranlarda arz-ı endam etmektedirler. Buna karşın hiçbir avansa prim vermeyen gerçek değerler de, müslüman halkın nazarında aynı peşin hüküm havuzunda boğulmakta ve yeryüzünün biricik Bozulmamış Dîn’ı, bir tek Tahrif Edilmemiş Kitâb’ı, her gün biraz daha, sâdece insanlıktan değil, bütün müslümanlıktan da uzaklaştırılmaktadır.
Şimdi bir iki âyeti ölçüsünde de olsa, olabildiğince kısa ve somut bir örnekle önce usûlüne uygun ve doğru, ardından da usûlüne uymayan ve yanlış tefsiri gözlemlemeye çalışalım. Örneğimiz de meselâ, Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük sûresi Bakara” nın ilk âyetleri olsun.