Hayrettin Karaman’ın Recm Cezasına İtirazı
Şer’i Şerîf’in emri olan bir husus hakkında Hayrettin Karaman tarafından yapılan itiraz: Recim cezası, mutlaka ve değişmez olarak uygulanacak haddlerden değildir. İslâm’dan önce de uygulandığı için ilk İslâm topluluğunun tanıdığı, yadırgamadığı, caydırıcı bulduğu bir ceza çeşididir. Bu sebeple Hz. Peygamber s.a.v., çok az da olsa bu cezanın uygulanmasına izin vermiştir. Sonuç olarak; evlilerin zinâ suçlarının hadd nevinden cezası, bekârlarınki gibi yüz sopadır. Recim ise kamu düzeni ve suçların önlenmesi ilkelerinin gereğine göre uygulanıp uygulanmaması usûlüne göre ümmetin alacağı karara bırakılmış, ta’zir nevinden bir cezadır. Şu hâlde şerîatı uygulama adına bugün recmi uygulayanlar, sebep olduğu sonuçlar bakımından İslâm’a kötülük etmektedirler. Ayrıca Yusuf Kardavi, Recmin değişmez ceza (had) değil; uygulayıp uygulamamak yöneticilere bırakılmış ‘tazir çeşidinde bir ceza’ olduğu kanaatini taşıdığını ifade ediyor.
Bu konuda İslâm’ın hükmü nedir?
Recm cezâsı bütün fıkıh ve hadîs kitaplarında Hadler bahsinde yer aldığı üzere, İslâm’ın değişmez kurallarındandır. Uygulanması, iddia edildiği gibi kötülük getirmez bilakis rahmete vesîledir.
Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten herbirine yüz sopa vurun.(Nûr s. 2) âyeti olduğu doğrudur ancak bu âyet; âlimlerin ittifâkıyla bekâr olup, zinâ eden kadın ve erkekler hakkında inmiştir.
Resûlullah (s.a.v.)’ın recm uygulaması yaptığı; tıpkı Hz. Alî (r.a.)’nin cesâreti, Hâtim’in cömertligi, Hz. Ömer (r.a.)’in adâleti gibi mânâ itibâriyle mütevâtirdir. İhtilaf recm uygulamasının ayrıntılarında ve şekillerindedir. Hâricîlerin bu tavrı sergileyecekleri, Hz. Ömer (r.a.)’e keşif yoluyla bildirilmiş ve onları şu ifâde ile açığa çıkarmıştır: “Korkarım ki uzun bir süre sonra, bazıları çıkıp, ‘Allah (c.c.)’ın Kitâbı’nda recm diye bir cezâ görmüyoruz.’ derler.” (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 5, s. 13) Yüce Allah, recm hükmünü Kitâbı’nda indirmiştir. Onun hükmü değil; yazısı nesh edilmiştir. Bir rivâyete göre Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Yüce Allah, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i hak ile gönderdi ve O’na Kitâb’ı indirdi. Peygamber (s.a.v.)’e indirdiği âyetlerden birisi recm âyetidir. Ben bu âyeti okudum, anladım ve belledim. Hz. Peygamber (s.a.v.), recm uygulaması yaptığı gibi ardından biz de recm ettik. Korkarım ki uzun bir süre sonra, bazıları çıkıp, ‘Allah (c.c.)’ın Kitâbı’nda recm diye bir cezâ görmüyoruz.’ diyecek ve böylece Yüce Allah’ın indirmiş olduğu bir farîzayı terk ederek yollarını sapıtacaklar. Gerek kadın gerek erkek, meşrû bir evlilik netîcesi cinsel iliskide bulunmuş (muhsan) bir kimse zinâ ettiğinde ve bu konuda bir delîl (şâhid) veya gebelik ya da itirâf bulunduğunda recm cezâsı haktır.” Hz. Ömer (r.a.), bundan sonra “es-şeyhu ve’s-seyhatu izâ zeneyâ fercümûhümâ elbetteten ne kâlenmina’llâhi va’llâhu azîzün hakim (Yaşlı bir erkek ve kadın zinâ ettiklerinde onları Allah (c.c.)’tan ibretlik bir cezâ olmak üzere recm ediniz. Allah, azîz ve hakîmdir.)” cümlesini okudu. Bu cümle, Buhârî ve Müslim tarafından ittifâkla nakledilmiştir.
Müslim ve Ebû Dâvûd’un Ubâde (r.a.)’den nakli olan sahih bir hadîse göre Hz. Peygamber (s.a.v.): “Benden alınız! Benden alınız! Allah onlar için bir yol açmıstır. Bekâr bekârla zinâ ettiginde yüz sopa vurulup, bir yıl sürgün cezâsı uygulanırken, dul, dul ile zinâ ettiğinde yüz sopa vurulup, recm cezâsı uygulanır.” buyurmuştur. Ümmetin âlimleri, bekâr olanlara yüz sopa ve daha önce meşrû bir evlilik geçirmiş (muhsan) olanlara recm cezâsı verileceğini kabûl etmiş ve bu hükümde icmâ etmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kesin haberlerle söz ve uygulama olarak recm cezâsı yaptığı ve yapılmasını emrettiği sâbittir. Resûlullah (s.a.v.)’ın sahâbeleri, bu konuda birleşmişlerdir. İbnü’l-Hümâm Fethu’l-kadîr’de şu açıklamayı yapar: Hâricîlerin, recm cezâsını inkâr etmeleri geçersizdir.
Eşref Ali et-Tehânevi, Hadîslerle Hanefi Fıkhı, Misvak Neşriyat, c. 10, s. 4, 73-75
***
Zina fiilinde bekâr ve evlilerin cezası
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” [İsrâ suresi, 32] “Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar.” [Furkân suresi, 68]
Bekâr erkek veya bekâr kadının zina etmesinin cezası yüz değnektir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.” [Nûr suresi, 2]
Evli ve iffetli erkek veya kadının zina cezası ise -yukarıda da belirttiğimiz üzere- recm’dir yani taşla öldürmedir.
Ayette geçen “celde”, ete geçmemek üzere, yalnız deriyi etkileyecek şekilde vurmak demektir. Vuruşta yalnız kürk ve palto gibi kalın elbiseler çıkartılır, diğerleri çıkarılmaz.
Evli, iffetli erkek veya kadına recm cezası ise, hem Kitab’a hem de Sünnete istinat eder. Bahis mevzuu ayet, lafzan mensuh olmakla birlikte hükmen sabittir. Rasûlüllah (s.a.v.) Mâiz’e ve Benî Gâmid’ten bir kadına recm cezasını uygulamıştır. Recm’in meşrûluğu mevzuunda sahabenin de icmaı vardır.
Zina haddi Allah Teala’ya ait haklardandır. Bu, aileye-nesle ve cemiyet düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için, ayrıca toplum haklarından sayılır.
Mezhep imamları çocuk ve akıl hastasına zina haddinin gerekmediği hususunda görüş birliği içindedir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Çocuktan büyüyünceye kadar, uyuyandan uyanıncaya kadar, akıl hastasından iyileşinceye kadar.” [Ebû Dâvud, Sünen, Hudûd, 17]
Zinada had cezasının uygulanması için, erkeğin cinsel organının en az sünnet yerinin (haşefe) kadının cinsel organına girmiş olması gerekir. Bundan daha azına meselâ; öpmek, sarılmak veya uyluk arasına sürtünmek vb. hareketler haram olmakla birlikte had cezasını gerektirmez.
Küçük çocuk ve akıl hastası yükümlü olmadığı için bunların fiili de kendileri bakımından haddi gerektirmez. Diğer yandan İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’ye (rh.) göre erkek veya kadına arkadan temasta bulunmak (livâta) zina hükmünde değildir. Çünkü bu, zina olarak nitelendirilmez. İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîler (rahımehumullah) aksi görüştedir, onlara göre zina hükmündedir.
Ölü kadın, hayvan veya ergenlik çağına gelmemiş olan ve kendisine cinsel istek duyamayan kız çocuğu ile temas da zina hükmünde değildir. Çünkü bu gibi temasları selîm fıtrat kabul etmez.
Ayrıca erkek veya kadının zinaya zorlanmamış olması da şarttır. Çünkü Raslüllah (s.a.v.), “Ümmetimden hata, unutma ve zorlandıkları şeyin hükmü kaldırıldı” [Buhârî, Sahih, Hudûd, 22; Talâk, II; Ebû Dâvud, Sünen, Hudûd, 17; Tirmizî, Sünen, Hudûd, 1; İbn Mâce, Sünen, Talâk, 15] buyurmuştur.
Zinaya zorlanan kadına had cezası gerekmediği hususunda İslâm âlimlerinin ittifakı/görüş birliği vardır.
Zinaya zorlanan erkeğe gelince… Şâfiîlere ve Mâlikîlerde tercih edilen görüşe göre böyle bir erkeğe ne had ve ne de ta’zîr cezası gerekmez. Delil, yukarıdaki hadis ve zorlanma özrünün bulunmasıdır. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (rh.) ilk görüşüne göre zinaya zorlama Devlet başkanı tarafından olmuşsa had gerekmez. Devlet başkanından başkası zorlamışsa ‘istihsân’a göre had uygulanır. Çünkü, zorlama ancak sultan tarafından gerçekleşir. Ancak İmam-ı Azam hazretlerinin istikrar bulan görüşü ise, zorlanana had cezasının uygulanmamasıdır. Çünkü bazan erkeğin istek dışı cinsel temasa gücü yetebilir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e (rahımehumallah) göre iki durumda da zorlanana had cezası uygulanmaz. İmam Züfer aksi görüştedir. [el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 34,180; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstilâhat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III,197 vd; eş-Şirâzi, el-Mühezzeb, Mısır t.y., II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Mûctehid, II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetû’l-Müctehid, II, 431; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire,1970, VIII,187, 205; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 27 vd.]
***
Zina haddini uygulamanın şartları
Zina eden erkek veya kadına ceza uygulanabilmesi için bir takım şartların bulunması gerekir:
(1) Zina edenin büluğ çağına ulaşması gerekir. Ergin olmayan çocuğa had uygulanmaz.
(2) Akıllı olması gerekir. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı bir erkek, akıl hastası bir kadınla veya akıl hastası bir erkek akıllı bir kadınla zina etse, bu ikisinden akıllı olana had cezası uygulanır.
(3) Ekseri fakihlere göre Müslümana ve kâfire zina haddi uygulanır. Fakat Hanefilere göre muhsan olan kâfire recm uygulanmaz, değnek vurulur. Mâlikîlere göre kâfir bir erkek kâfir bir kadınla zina etse had uygulanmaz. Fakat zinasını açığa vurursa te’dib edilir. Müslüman bir kadını zinaya zorlarsa öldürülür. Şâfii ve Hanbelîlere göre pasaportlu gayrimüslim yabancılara ne zina ve ne de içki içme cezası verilmez. Çünkü bunlar Allah haklarından olup, müste’menler bu hakları üstlenmemiştir.
(4) Zinanın istekle yapılmış olması icap eder. Çoğunluğa göre zinaya zorlanana had uygulanmaz. Hanbelîler aksi görüştedir.
(5) Zinanın insanla yapılmış olması. Üç mezhebe ve Şâfiîlerde sağlam görüşe göre hayvanla temas edene had cezası gerekmez, ta’zir uygulanır. Hayvan öldürülmez ve çoğunluğa göre onun yenilmesinde de bir sakınca yoktur. Hanbelîlere göre ise, iki erkeğin şahitliği ile hayvan öldürülür, eti haram olur ve hayvanın tazmin edilmesi gerekir.
(6) Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan (müştehat) bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
(7) Zinanın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Bir kimse kendi eşi veya cariyesi sanarak yabancı bir kadınla cinsel temasta bulunsa çoğunluğa göre had gerekmez. İmam Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a (rahımehumallah) göre ise had gerekir. Çünkü burada failde şüphe vardır. Mezhepler arasında ihtilaflı olan fasit nikâhtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği hususunda da görüş birliği vardır. Velisiz veya şahitsiz evlenme halinde durum böyledir. Bu da akitte şüphe bulunduğu içindir. Evlilik ittifakla fasit olursa had uygulanır. iki kız kardeşi bir nikâhta toplamak, beşinci eşle evlenmek, nesep veya sût cihetinden haram olan bir hısımla evlenmek, iddet beklemekte olan kadınla veya üç talâkla boşadığı kadınla hulleden önce evlenmek bu niteliktedir. Ancak bütün bunların haramlığını bilmediğini iddia ederse, bunlarla olan cinsel temas haddi gerektirmez.
(8) Zinanın dâru’l-İslâm’da olması gerekir. İslâm Devlet başkanının dâru’l-harp veya dâru’l-baği (âsiller ülkesi) üzerinde velâyet yetkisi yoktur. Yani orada hadleri uygulamaya gücü yetmez.
(9) Kadının diri olması gerekir. Çoğunluğa göre, ölü kadınla cinsel temasta bulunana had gerekmez. Mâlikîlerde meşhur olan görüş ise bunun aksinedir.
(10) Cinsel temasın önden olması ve sünnet yerinin girmiş olması iktiza eder. Arkadan ilişki yani livata İmam-ı azam Ebû Hanîfe’ye (rh.) göre yalnız ta’zir cezası icap ettirir. İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve diğer üç mezhebe (rahımehumullah) göre ise livata haddi gerektirir. Yabancı bir kadına cinsel organın dışında, uyluk, karın vb. başka yerine temas ise yalnız ta’ziri gerektirir. Çünkü bu, şer’an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir. Oral ise, bir Müslüman için düşünülmesi bile müstekreh/iğrenç, insan haysiyet ve şerefine son derece aykırı nefret edilecek bir fiil olmakla birlikte, o da hükmen bu sınıfa dahildir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin recm uyguladığı vak’alar
Malum olduğu üzere Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı tevâtüre ulaşan hadislerle sabittir. Bunlardan birinde şöyle buyrulmuştur: “Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helal olur. Zina eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek.” [Buhârî, Sahih, Diyât, 6; Müslim, Sahih, Kasâme, 25, 26; Ebu Dâvud Sünen, Hudûd, 1; Tirmizî, Sünen, Hudûd, 15, Diyât, 10; Nesâî, Sünen, Tahrîm, 5, Kasâme, 6; İbn Mâce, Sünen, Hudûd, Dârimî, Sünen, Hudûd 2, Siyer, II]
Asr-ı Saadet’te recm tatbik edilen olayları şöyle sıralayabiliriz:
a- Evli bir kadınla zina eden bekâr için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası uygulanmıştır. Allah Rasûlu (s.a.v.) bir sahabeyi kadına göndererek şöyle buyurmuştur: “O kadına git, eğer suçunu itiraf ederse, onu recmet.” [Buhârî, Sahih, Hudûd, 3, 38, 46, Vekâlet,13; Tirmizî, Sünen, Hudûd, 5, 8]
b- Çeşitli yönlerden sabit olan Mâiz vak’ası… Mâiz, zinasını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.v.) onun recmedilmesini emir buyurmuştur. [Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 314 vd]
c- Gâmidiyeli kadın zinasını ikrar etmiş ve doğumdan sonra recm uygulannııştır. [İbn Mâce, Sünen, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta ; Hudûd, II]
Ehl-i Sünnet recmin meşrûluğu üzerinde icmada bulunmuştur. Ancak Hâricîler recmi inkâr etmiştir. Çünkü onlar tevatür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler. [es-Serahsî, a.g.e., IX, 36]
***
Fıkıhta “ihsan” tabiri ve şumûlü
İhsan bir İslâm hukuku tabiri olarak; bir erkek veya kadına had cezası uygulanabilmesi için bunlarda şer’an bulunması gereken vasıfları ifade eder. Bu niteliklere sahip erkeğe “muhsan”, kadına “muhsana” denir. Cem’îsi/çoğulu “muhsanat”tır.
İhsan, zina iftirası (kazf) ve recm ihsanı olmak üzere ikiye ayrılır.
Zina iftirası atılan kimsenin muhsan sayılması için akıllı, ergin, hür, Müslüman ve zinadan iffetli bulunması gerekir. Bu nitelikler olunca iftiracıya âyette şu ceza öngörülür: Namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atan, sonra da bunu dört şahitle isbat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir” [Nûr suresi, 4]
Ancak, kadın zinayı ikrar eder veya iftiracı dört şahitle bunu isbat ederse had cezası düşer.
Recm için muhsan sayılmada ise erkek veya kadında aşağıdaki niteliklerin bulunması şarttır:
– Akıllı olmak,
– Bâliğ/ergin bulunmak,
– Hür olmak,
– Müslüman olmak,
– Sahih nikâhlı bulunmak
– ve bu nikâhtan sonra eşiyle meni gelmese bile guslü gerektirecek şekilde cinsel temasta bulunmak.
Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa ceza yüz değneğe dönüşür.
Bu duruma göre, küçük çocuk, akıl hastası, köle, kâfir, fâsit nikâhla evli kimse veya cinsel temas olmayan mücerred nikâhla evli kimse için “muhsanlık” söz konusu olmaz.
Diğer yandan erkek muhsanlık şartlarını taşır fakat karısı küçük, akıl hastası veya cariye olmak gibi bir sebeple muhsan bulunmazsa, ondan bu arızalar kalktıktan sonra kocası onunla eşit şartlarda yeniden cinsel temasta bulunmadıkça koca muhsan sayılmaz. Çünkü bu yedi şartın eşlerde birlikte bulunması gerekir.
İmam Ebû Yusuf’a (rh.) göre, bir Müslüman sahih nikâhlısı olan bir gayrimüslim kadınla cinsel temasta bulunmakla muhsan olur. Şâfiîler de bu görüştedir. [eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 268] Buna göre, biri küçük diğeri ergin, biri uykuda diğeri uyanık veya biri akıllı diğeri akıl hastası olan karı-koca cinsel temasta bulununca, ehliyetli olan muhsan sayılır, daha sonra başkası ile zina ederse had cezası yalnız ona uygulanır.
Muhsanlık sıfatının devamı için evliliğin devam etmekte olması şart değildir. Bu yüzden ömründe bir defa evlenen ve eşiyle cinsel temasta bulunup da, dul kalmış olan kimse de muhsan olabilir. [Bilmen, a.g.e., III, 201]
YOL KESİCİLERE VERİLECEK CEZA
Bir İslâm ülkesinde Müslümanların veya zimmîlerin mallarını ellerinden zorla ve açıktan almak, onların canlarına kasdetmek ve halkı korkuya düşürmek için bir takım kimselerin veya güç, kuvvet sahibi bir kişinin yolları tutması yol kesiciliktir. Bu durumda halk, emniyet içinde gidip gelmekten menedildiği için yollar kesilmiş olur. Buna “kat’u’t-tarîk” veya “hırâbe” denir. Yol kesen kimseye de “kâtı-ı tarîk” veya “muhârib” denir. Cem’îsi / çoğulu “kuttâu’t- tarîk” ve “muhâribûn“dur. Yolcuların mallarını gizlice aşırıp kaçan kimse ise yol kesici sayılmaz. Çünkü bu gibi kimseler bir güce sahip olmayıp alıp kaçançapulculardır. Bunlara hırsızlık hükümleri uygulanır.
Yol kesicilik suçunun gerçekleşmesi için birden çok kimsenin bulunması da şart değildir. Tek kişinin soygunu ile de bu suç işlenmiş olabilir. Çünkü bazan tek kişi gücü ve güçlü silâhları ile kalabalığın / topluluğun yapabileceğinden daha fazlasını yapabilir. Diğer yandan yol kesmenin silâh kullanılarak yapılması da şart değildir. Bu hususta silâh ile sopa, taş ve benzerleri eşittir. Suça doğrudan katılanlarla yardım, destek, haberleşme, taşıma gibi dolaylı yoldan katılanlar müsavidir / birdir. Çünkü yol kesme bunların hepsinin ortak güç ve gayretleriyle gerçekleşmiş olur.
İslâm’da yol kesme suçunun cezası çok şiddetlidir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah ve Rasûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır (çekecekleri zillettir).Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok mağfiret edici (bağışlayıcı) ve rahmet edicidir (esirgeyicidir). “[Mâide suresi, 33-34]
Bu âyet-i kerîmede yol kesicilik Allah’a ve Rasûlüne karşı savaş açma sayılmıştır. Çünkü Müslümanların korkutularak yolunun kesilmesi, mal ve can güvenliklerinin tehdit edilmesi onların haklarına en büyük bir saldırıdır. Bu yüzden cezası da ağır olup, Allah haklarından sayılmıştır.
Yukarıdaki ayette öngörülen ceza nev’ileri / türleri; öldürme, asma, sağ el ve sol ayağın çaprazlama kesilmesi ve sürgünden ibarettir. Bu cezaların yol kesme suçunu işleyen kimsenin suçu işleme şekli dikkate alınarak şu şekilde uygulanması müçtehitlerin içtihatlarıyla kararlaştırılmıştır (öngörülmüştür):
1- Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle yol kesicilik yapanların cezaları, had cezası olarak öldürülmeleridir. Hatta bunlardan yalnız birisinin bir yolcuyu öldürmesi had bakımından hepsini öldürmesi gibidir. Bu yüzden hepsi hakkında had uygulanır. Delil Hz. Ömer’in (r.a.) tatbikatıdır. San’a’lı bir kadın dostu ile anlaşarak kocasının oğlunu birlikte öldürmüşlerdi. Vali Ya’lâ b. Ümeyye bir karara varamayınca meseleyi halîfe Hz. Ömer’e (r.a.) yazdı. Hz. Ömer bir kişi yerine bir kişiye kısas uygulanması görüşünde idi. Hz. Ali (r.a.) farklı görüşteydi. O, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Bir grup insan bir deveyi birlikte çalıp kesseler ve her biri bir parça alsa, her birine hırsızlık cezasını uygulamaz mıydın?” Hz. Ömer; “Evet” cevabını verince, Hz. Ali: “İşte bu da onun gibidir” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer vali Ya’lâ’ya şöyle direktif verdi: “İkisini de öldür. Eğer bu cinayete bütün San’a halkı katılmış olsaydı hepsini öldürürdüm” [Bkz. Zekiyüddin Şa’ban, Usûlü’l-Fıkh, Terc. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990, 117, 118]
2. Yolcuların hem mallarını almak, hem de kendilerini öldürmek suretiyle yol kesicilik yapanların cezaları mevzuunda İslâm devlet başkanı muhayyerdir, seçimlik hakka sahiptir. Dilerse bunların önce el ve ayaklarını keser, sonra da kendilerini öldürür veya asar; dilerse yalnız öldürme ve asma cezasını uygular; dilerse yalnız öldürme ya da asma ile yetinir. Bu, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’ye (rh.) göredir.
İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e (rahımehumallah) göre, bu durumda çaprazlama el ve ayak kesimi cezası uygulanmaz, had olarak öldürmekle yetinilir. Çünkü yolcunun malı alınıp öldürülmesi tek suçtur; bu da yol kesmeden ibarettir. Bu yüzden cezası da tek olmalıdır. El ve ayak kesimi ile öldürme ise iki ayrı cezadır. Diğer yandan böyle bir hadisede iki çeşit suç bulunsa bile, daha ağır olan öldürmenin kapsamına el ve ayak kesimi cezası da girmiş olur. İmam Ebû Yûsuf’tan (rh.) bir rivayete göre ise, bu durumda öldürmeden önce veya sonra had olarak asma cezası da ibret olarak uygulanmalıdır.
3. Yolcuların yalnız mallarını soymak suretiyle yol kesicilik edenlerin cezaları, her birinin sağ eliyle sol ayağını mafsallarından kesmektir.
4. Alınan malın tazmin edilmesi gerekir mi? Yol kesme haddi sırf Allah hakkı olan cezalardandır. Bunda tedâhül hükümleri uygulanır. Af, düşürme, ibrâ ve sulh söz konusu olmaz. Ancak çaprazlama el ve ayak kesimi ile ele geçirilen malın tazmini cezasının birlikte uygulanıp uygulanamayacağı tartışmalıdır.
Fakîhler şu hususta görüş birliği içindedir. Yol kesiciler mal alır ve had cezası da uygulanmış bulunursa, aldıkları mallar elde mevcutsa, mâlikîne verilir. Elden çıkmış veya tüketilmiş olursa, İmam Ebû Hanîfe’ye (rh.) göre had cezası ile tazmin (dımân) birlikte uygulanmaz. Delil şu hadistir: “Hırsıza had uygulandığı zaman, artık ona ayrıca tazminat gerekmez”. Çünkü tazmin mülkiyetin naklini gerektirir, mülk ise hadde engel olur. Bu yüzden ceza ile tazmin bir arada uygulanmaz. [el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi; 7, 95; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadir, 4, 271]
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelilere göre, had cezası ve alınan malın tazmini hırsızlıktaki gibi birlikte uygulanır. Çünkü mal eğer elde mevcutsa tazminle geri verilmesi gereken bir ayn’dır. Telef edilmişse onun tazmini gerekir. Had ve tazminat ayrı iki haktır. Bunların birlikte uygulanması caizdir. [İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire 1970, 8, 295, 298; eş-Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, Mısır, t.y., 4,182]
5. Sürgün Cezası: Hanefilere göre âyetteki sürgünden maksat hapis cezasıdır. Şöyle ki; daha kimseyi öldürmeden ve kimsenin malını elinden almadan yakalanan yol kesiciler, tevbe edip iyi hal gösterinceye kadar bulundukları beldede hapsedilirler. Böylece onlar toplumdan tecrid edilmiş olur. Çünkü Arap dilinde bu gibi hapis cezalarına dünyadan çıkarma ve yeryüzünden tecrid etme anlamında “nefy” adı verildiği olur.
Mâlikîlere göre ise nefy, yol kesiciyi içinde bulunduğu beldeden başka bir beldeye gönderip orada tevbe edinceye kadar hapsetmektir. Suçlunun gideceği belde en az, namazın kısa kılınabileceği sefer mesafesi kadar uzakta bulunmalıdır. [İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, t.y., 2, 446; el-Bûcî, el-Müntekâ ale’l-Muvatta’, 7, 173]
Şâfiîlere göre ise sürgünün anlamı, suçlunun tevbe hâli açıkça görülünceye kadar bir süre hapsedilmesidir.[eş-Şîrazî, el-Mühezzeb, 2, 284; eş-Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, 4, 181; Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul 1968, 3, 290, 291]
Yol kesicide bulunması gereken şartlar
Yol kesenin akıllı ve ergin olması gerekir. Çocuk veya âkıl hastası yol kesse bunlara had cezası uygulanmaz. Çünkü had cezası bir suçun karşılığıdır. Ehliyetsizin fiili ise suç olarak tavsif edilemez.
İmam-ı Azama Ebû Hanîfe’den (rh.) açık rivayete göre erkek olmak da şarttır. Eğer yol kesicilerin arasında bir kadın bulunsa ona had uygulanmaz. Çünkü yol kesmenin rüknü; yoldan geçenleri, üstünlük sağlayarak zorla engellemektir. Bu ise âdetler bakımından kadın tarafından gerçekleşmez. Çünkü onların kalbi ince ve bünyeleri zayıftır. Bu yüzden savaş ehli sayılmazlar. et-Tahâvî’ye (rh.) göre ise; yol kesicilikte erkek ve kadınlar eşittir. Bunun cezası diğer hadlerde olduğu gibi erkek ve kadına aynı şekilde uygulanmalıdır.
Kadınlar ile birlikte yol kesicilikte bulunan erkeklere gelince, İmam Ebû Hanîfe (rh.) ile Muhammed eş-Şeybânî’ye (rh.) göre bunlara had cezası uygulanamaz. Onların kadınlarla birlikte yol kesiciliğe fiilen katılıp katılmamaları sonucu değiştirmez. Çünkü suç işleyenlerin arasında had uygulanmayacak kişiler bulununca şüphe meydana gelir ve şüphe ile de hadler düşer. İmam Ebû Yûsuf’a (rh.) göre ise böyle bir durumda yalnız erkeklere had cezası uygulanır. Çünkü onlar savaş ehlidir. Fetvâya esas olan görüş budur.[Bkz. es-Serahsî, el-Mebsût, 9, 197; el-Kâsânî, el-Bedâyi’, 7, 91; Bilmen, a.g.e., 3, 296]
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre, yol kesicilik konusunda erkek-kadın ayırımı yapılmaksızın, suça katılanların hepsine had cezası uygulanır. [Bilmen, a.g.e., 3, 296]
Yol kesicinin Müslüman veya zimmî olması şarttır. Bu yüzden dâru’l-İslâm’da bulunan müste’menlerin (pasaportlu yabancıların) yol kesicilik suçunu işlemeleri halinde had cezası gerekmez. Ancak soygunda elde ettikleri mallar sahiplerine geri verilir, öldürme varsa kendileri de kısas olarak öldürülür. Başka bir görüşe göre müste’men yol kesicilere de had cezası uygulanır. [Bilmen, a.g.e., 3, 296]
Yolları kesilenlerle ilgili şartlar
Yolu kesilen kimselerin Müslüman veya zimmî olmaları şarttır. Yolu kesilenler pasaportlu yabancı (müste’men) olursa, suçlulara had cezası uygulanmaz. Ancak gaspedilen malları geri verilir, eğer öldürme olmuşsa diyet verilmekle yetinilir, ayrıca yol kesicilere ta’zîr cezası uygulanır. Pasaportlu yabancılar temelde harbî sayılır, çünkü onlar dâru’l-harp halkından olup mallarının dokunulmazlığında şüphe vardır. Ancak kendilerine verilen “emân” sebebiyle İslâm ülkesi sınırları içinde mal, can ve ırz güvenliğine kavuşmuş olurlar.
Diğer yandan yolu kesilenlerin soyulan malları üzerindeki zilyedliklerinin “sahih el” olması gerekir. Bu da malı ellerinde ya mülk, ya emânet ya da tazmin sorumluluğu ile bulundurmakla gerçekleşir. Mülkü olarak veya âriyet, vedîa, kira gibi bir akitle emânet statüsünde bulundurmak gibi… Çalıntı mal gibi yukarıdaki nitelikleri taşımayan bir malı yol keserek alana ise had gerekmez. [el-Kâsânî, a.g.e., VII, 91]
Yol keserek alınan malın mütekavvim (şer’an yararlanılması, alım-satımı helâl olan mal) olması, koruma altında bulunması ve nisap miktarına (hırsızlık nisabı) ulaşması gerekir. Bu yüzden yol kesenlerin sayısına bölündüğünde her birine on dirhem gümüşten daha az isabet eden bir soygun için had uygulanmaz. On dirhem gümüş para Peygamber Efendimiz (s.a.v.) döneminde yaklaşık iki koyun bedelidir. Burada hırsızlık nisabı esas alınmıştır. Yalnız Hanefîlerden Hasan b. Ziyad’a (rh.) göre yol kesmede çalınan malın nisabı en az yirmi dirhem veya buna denk değerdeki maldır. Çünkü yol kesicilikte iki uzuv kesilmektedir, bu yüzden nisap da iki kat olmalıdır. [el-Kâsânî, a.g.e., 7, 91 vd.]
Yol kesicilik suçunun işlendiği ülke
Suçun işlendiği yerle ilgili üç şartın bulunması gerekir:
1. Yol kesmenin İslâm ülkesinde işlenmesi. Suç dâru’l-harpte işlenirse had gerekmez. Çünkü İslâm devlet yönetiminin velâyeti orasını kapsamına almaz ve haddi uygulamaya güç yetiremez.
2. Yol kesmenin şehir dışında olması gerekir. Yol kesilen yer şehirden sefer mesafesinden (90 km.) uzakta bulunmalıdır. Başka bir rivayete göre, yerleşim alanından en az üç mil uzakta işlenmiş olmalıdır. İmama Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e (rahımehumallah) göre şehir içinde veya köyler arasında yahut birbirine yakın kasabalar arasında yol kesicilik suçu had cezasını gerektirmez. Çünkü bu gibi yerlerde güvenlik güçlerinden yardım isteme imkânı vardır. Bu gibi yerlerde yol kesicilik edenler âdi hırsız sayılırlar. Dayak ve hapis cezası ile te’dip olunurlar. Çaldıkları mallar ellerinden alınarak sahiplerine verilir, telef etmişlerse tazmin etmeleri istenir. İmam Ebû Yusuf’a (rh.) göre ise bu durumlarda da yol kesme hükümleri uygulanır. Çünkü kıyasa göre yol kesme suçu işlenmiş olur ve had gerekir. [es-Serahsî, a.g.e., 9, 201; el-Kâsânî, a.g.e., 7, 92; İbnü’l-Hümam, a.g.e., 4, 274]
İbn Âbidîn (rh. v.1252/1836), bozguncu soygun şebekesinin şerrini engellemek için, eşkıyanın gece veya gündüz silâhlı veya silâhsız şehir içinde de yol kesme suçunu işleyebileceği dikkate alınarak, İmam Ebû Yûsuf’un (rh.) görüşüne göre fetva verildiğini belirtir. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 232, I, 815]
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlerin görüşü de İmam Ebû Yûsuf’un görüşü gibidir. Delil; zina, içki içme vb. suçların şehir içinde veya dışında işlenmesi hükmü değiştirmediği gibi yol kesmede de durumun ayni olması gerekir. [Bkz. İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 2, 445; eş-Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, 4,181; İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 287; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, 2, 284]
Yol kesicilik suçunun isbatı
Bu suç hakim önünde ya delille veya ikrarla sabit olur. Bunun için dava açılması da gerekir. Hâkimin özel bilgisi veya hırsızlıktaki gibi suçlunun yeminden kaçınması yoluyla sabit olmaz. Hanbelîlere ve Ebû Yûsuf’a (rahımehumullah) göre ise ikrarın iki defa tekrarlanması gerekir. [el-Kâsânî, a.g.e., VII, 93; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 135]
Yol kesicilik mevzuunda şahitlerin iki erkek olması ve görgüye dayalı şahitlik yapmaları veya yol kesicilerin ikrarda bulunduklarına şehâdet etmeleri gerekir. Biri görmeye, diğeri zanlının ikrarına şahitlik yapsa suç sabit olmaz. Yine şahitler hadisenin kendileri veya yol arkadaşları hakkında vuku bulduğuna şahitlik etseler şahitlikleri kabul edilmez. [Bilmen, a.g.e., 3, 300]
Yol kesicilik cezasını düşüren haller
Aşağıdaki durumlarda yol kesme cezası düşer.
1. Yolu kesilmiş olanların, yol kesicilerin ikrarını yalanlaması.
2. Yol kesicilerin ikrarlarından dönmeleri. Bu takdirde şüphe yüzünden ceza düşer. Ancak ikrarları kısası veya malın tazminini gerektiriyorsa bununla hükmedilir. Çünkü ikrardan dönmekle şahıs haklarına taalluk eden hususlar düşmez.
3. Yolu kesilenlerin ikame edilen delilleri yalanlamaları. Meselâ; onlar şahitlerin yalan söylediklerini öne sürseler artık had uygulanmaz.
4. Yol kesicilerin, aldıkları mala herhangi meşrû bir yoldan mâlik olmaları. Meselâ; vak’anın mahkemeye intikalinden önce veya sonra bu malları satım, bağış, miras gibi bir yolla mülk edinseler artık had uygulanmaz.
5. Yol kesicilerin pişmanlık duyup teslim olması. Böyle bir durumda had düşer. Çünkü yol kesmenin cezasını bildiren âyetin devamında şöyle buyurulur; Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tevbe edenler olursa; bilin ki Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” [Mâide suresi, 34] Lakin bu durumda pişmanlıklarının gereği olarak, aldıkları mallar mevcut ise aynen, değil ise bedel olarak sahiplerine geri vermeleri gerekir. Diğer yandan bir takım yol kesiciler, bir kısım insanların mallarını almış iken, daha sonra elde edilmeden bu alışkanlıklarını bıraksalar ve uzun süre aileleri arasında otursalar artık haklarında had cezası uygulanmaz. Burada had, zaman aşımına uğramış olur.
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’ye (rh.) göre, silâhla öldürme varsa kısas gerekir. Sopa veya taşla öldürme olmuşsa, kâtilin âilesine öldürülenin mirasçılarına verilmek üzere diyet gerekir. Çoğunluğa göre ise, kasten öldürmede kısas gerekir. Suçun silâhla veya silâhsız işlenmesi, sonucu değiştirmez.
Eğer yaralama varsa, kısas mümkün olunca kısas; mümkün olmazsa erş (aza tazminat) cezası uygulanır.[el-Kâsânî, a.g.e., 7, 96; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., 4, 271; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, 2, 285; Bilmen, a.g.e., 3, 302, 303, Hamdi DÖNDÜREN, Şamil İslam Ansiklopedisi]
(www.halisece.com)
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)