Dinlerarası Diyalog

Diyalog Kavramı, Anlamı Ve Amacı – Prof Dr. Yümni Sezen

Dinî gruplar veya din mensupları arasındaki diyalogun en ideal ve en iyimser tarifi şöyle yapılır: ‘Farklı dinlere mensup insanların inançlannı ve düşüncelerini birbirine zorla kabul ettirme yolunu seçmeksizin, eşitlik, hoşgörü, dürüstlük, samimiyet, sevgi, saygı, barış ve açıklık atmosferinde, ortak olan ve olmayan herhangi bir konuda öğrenmesini, bilmesini veya birbirlerini tanımasını, karşılıklı konuşabilmesini, dinlemesini, anlamasını, işbirliğine girebilmesini, birlikte yaşayabilmesini, belki tecrübe ederek uzlaşabilmesini sağlayan bir karşılaşma ve ilişki biçimidir.’
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN” icon=”icon-book-open”] Hıristiyanlar tarafından yukarıda çerçevesi çizilen, Müslüman diyalogcular tarafından da kabul edilen, yumuşak, sevimli bir barış hattı, bir ortak alan karşısındayız demektir. Bu alan, “barış dolu, insan cinsini kucaklayan, dünya dayanışmasına dayalı bir medeniyet inşasını öngören” bir alan olarak görülüyor. “Her insan komşu gibi sevilmeli ve yardım görmelidir.”9

Mustafa Alıcı, Miisliiman-Hıristiyan Diyalogu, 20. Papa VI. Paul’ün Vesikalarından (26 Mart 1967 tarihli genelgesi), Popularum Progressie, bkz. Mustafa Alıcı, Müslüınan-Htrmiyan Diyalogu, 9

Tanımdaki unsurları alınız ve İslam dini mensuplarına uygulayınız. Hele hele Kur’an’da ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in uygulamasında mevcuttur, iddialarını bu kalıba uydurmaya çalışınız. Uymadığınızı göreceksiniz. Eşitliği uygulayamazsınız. Her şeye, mesela üçleme, oğul, İsa Rab vs. inanışlarına, hoşgörü uygulayamazsınız. Eğer dinin özü söz konusu olmasaydı, bu unsurların hepsi uygulanabilirdi. O da dinin dışında, siyasî, beşerî, medenî bir diyalog olurdu. Dinin kendini anlama, bilgilenme, yanlış anlayışları giderme için sevgi ve hoşgörü unsurlarını kullanmak mümkündür ama, o noktadan ileri gitmemek şartıyla mümkündür. Gerçek ise bu olmamıştır, niyetler açık veya gizli, tavırlara dökülmüştür.
Diyalog için farklı iki taraf şartını hatırlatmaya gerek yoktur. Özdeş (aynı) olan taraflar için diyalog, sohbet kavramına dönüşür. Galiba karıştırılan hususlardan biri budur. Sohbet de maksatsız ve faydasız değildir ama, diyalogdaki açık veya gizlenmiş maksat, hele dindarlar arasında diyalog özelliğini yüklenmişse, sohbette-kinden farklı olacak demektir. Burada bir çelişkiden de söz etmeli-dir. “Teolojik konulara yer vermeyen bir diyalog, tarafların sadece çay ve kahve içtikleri bir sohbetten öte geçmez” diyerek diyalogla sohbeti ayıran anlayış ile “inanç telkini yapmamak” bir çelişkidir. Belki “zihin ve gönül pazarı”na malı sürüyorsunuz, isteyen alır, isteyen almaz, diyorsunuz ama, niyet malınızı satmaktır ve telkin yerine geçen malın reklamı, övülmesi, işin içinde demektir.
Sadece birbirlerinin ilahiyatlarını dinlemek ve kaliteli bir çay, kahve sohbeti olabilir. Ancak “inançları birbiriyle paylaşmak” hiç anlaşılmamaktadır. Onlan oldukları gibi tanıyıp takdir etmeye çalışmak ise, kendi dininin evrensel bir iddiası yoktur anlamına ‘gelir.

DİYANET TAKVİMİNDEKİ VAHİM HATA

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı da bu vahim hataya düşmüştür. 2005 Diyanet Takvimi’nin 7 Kasım Pazartesi yaprağının arka sayfa, bilgisi Dinlararası Diyalog’a ayrılmıştır. Dünyanın, meşhur “küresel köy” haline geldiğinden bahisle, dinlerarası diyaloga ihtiyaç anlatılıyor ve şöyle deniyor: “Dünyadaki bütün dinlerin mensupları, insanlığın mutluluğunu sağlamak için ortak çalışma içine girmek durumundadır. Bu çalışmada amaç, diğer dinleri ve kültürleri doğru bir şekilde tanımak ve insanlığa daha mutlu bir gelecek hazırlamak için dinlerin gücünden yararlanmak olmalıdır.”
Bu ifadeler bir filozofa, mütefekkir veya felsefeciye, sosyologa yakışabilir. Görevi, vatandaşları irşâd etmek ve onların din hayatlarına ait bilgi ve amel ihtiyaçlarını karşılamak olan bir din teşkilatına yakışmamaktadır. Çünkü bu ifadelerde kendi ideallerinin yetmediği itirafı bulunmaktadır. “Benim dinim çok sayıdaki dinlerden ve hakikat yollarından birisidir.” demeyi ilan etmekte gibidir. Şimdiye kadar sanki hiç tanımamışlar gibi din mensuplarının birbirlerini doğru tanımasından bahsedildiğine göre, daha mutlu bir gelecek için, dinlerin ve dindarların kendilerini ıslah amacı da sezilmektedir. Müşterek olarak inanılan kötülüklere karşı beraber hareket etmek söz konusu olsaydı, başka türlü ifade edilmesi gerekirdi. Yurt dışında Diyanet İşleri Başkanlığı bu gibi faaliyetleri dinimizi tanıtmak için yapabilir, nitekim yapmaktadır. Fakat yurt içinde takvim yaprağına koyacak kadar bir gayret, yukarıda belirttiğimiz gibi, başka türlü manalandırılabilir.
Öbür taraftan “diyalog için diyalog” totolojik ve anlamsız bir şeydir ve tıpkı “demokrasi için demokrasi”ye benzer. Din mensupları arasındaki diyalog yardımıyla öteki insanları ve onların inançlarını tanıma ve anlama, eğer orada kalınmayacaksa, dünyada kendi rolünü anlamış olmaya hizmet eder ve diyalog sınırları ister istemez aşılır. “Herkes kendi bulunduğu yerde kalsın, birbirimizi anlayalım, saygı gösterelim” anlayışı, din konusunda gerçekçi bir yaklaşımı aksettirmemiş, yeterli bulunmamıştır. Diyalog derken hemen_tebliğ ve davete veya misyonerliğe geçilmiştir.Dine davetçi aynı zamanda diyalog yapmış sayılıyor. Ancak bu iş iki taraf için de geçerlidir. Bazıları diyaloga postmodern misyonerlik adını verdi. Misyoner, bıçak dayayarak kimseyi zorla dine davet etmiyor. Belki peşini bırakmıyor ama, bu işlemin içinde diyalog hep mevcut olarak sürüp gidiyor. Bilgilendiriyor, tavsiye ediyor. Bir kısım Müslüman da diyalogdan bugün bunu anlamaktadır. Teslisi bırakın, dininizi saflaştırın, aslına dönün, diyor. Kur’an’ı da dinleyin diyor. İşte bunu hem tebliğ hem diyalog olarak nitelendirebilir miyiz? Onlar da müslümana İncili bir dinleyin, bakın göreceksiniz ne kadar güzel! İsa’yı sevin, birbirinizi sevin, Baba’yi sevin, barışa koşun, diyorlar. Müslüman veya hıristiyan, peki verin bakalım şunu, iyi ise ilgilenirim yahut da güzel söylüyorsunuz ama… diyor. İki din mensubu havadan sudan konuşuyorsa bu, dinlerarası diyalog değil, sadece sohbet olur. Diyalog, sadece birbirinden haberdar olmayı, birbiri hakkında yerinden doğru ve sağlam bilgi edinmeyi, dolayısıyla gereksiz düşmanlıkları ortadan kaldırmayı hedefliyorsa, bizzat bu durum, kendi içinde, yine önemli bir maksadı, din tanıtmayı ve cazibe oluşturma teşebbüsünü barındırıyor demektir. Olanla yetinmeyip, olması gerekeni istediği şeklinde bir psikolojiyi gizliyor demektir.
Yeri gelmişken, önemine binaen, tebliğ ve davetle, misyonerlik arasındaki farkı belirtmemiz iyi olur. Fark, samimiyette ve metodun ahlakiliğinde toplanmıştır. Açıklık, samimiyet ve doğruluğa karşılık, aldatma, kandırma, hileli yollara sapma, şartları istismar etme, sosyal kargaşa (anarşi) yaratma, asla peşini bırakmama, yerine göre baskı, arkasına siyasî, askerî, iktisadî güçleri alma ve onlardan istifade etme, yegâne farkı oluşturmaktadır. Misyoner, bıçak kullanmaz ama diğer bütün yolları mubah görür ve bu, tecrübe ile sabittir. Gayri meşru yollara sapmasalar bile, açıklıktan ve samimiyetten uzağa düşebilmiş ve kullanmak istedikleri metot, “kendini gizlemeyi barındıran” bir safhaya girebilmiştir.

NE YAPMALIYIZ? TEBLİĞ Mİ DİYALOG MU?

Tebliğ ve davet edeceğiz, adına diyalog diyeceğiz, inanç telkini yapmayacağız, hoşgörülü ve saygılı olacağız, diyalogun şartlarına uyacağız, barış esas olacak, ama kendi ideallerimizi de terk etmeyeceğiz. Bir çıkmaz sokakta yürüdüğümüzü ve işin içinden çıkamadığımızı fark etmiş olmalısınız. Bunun sebebi, diyalogla tebliğ veya misyonerliği birbirine karıştırmamız, hatta aynileştir-meye kalkmamızda-. Diyalogda karşı tarafın yanlışı söylenecekse, bu diyalog mu olur, söylenmeyecekse bu samimiyet mi olur? Tebliğ ile diyalogun aynileştirilmesi bizi çıkmaza sokar.
Açık veya gizlenmiş, hedefe din telkinini alan, fakat adına diyalog denen tavrı tahlile devam edelim. Yukarıda verdiğimiz tarifteki üç kavram, eşitlik-samimiyet-sevgi, şimdiye kadar gerçekleşmemiştir. Bir hıristiyan, şimdiye kadar ötekini, Hıristiyanlığa eşit saymamıştır. Bir Müslüman da aynı şekilde davranmıştır. Zaman zaman, diğerinde daha yüksek hakikati ve doğruyu görebilmek suretiyle saf değiştirmek söz konusu olmuş, daha ziyade bu gerçekleşmiştir. “Yeni kazanılan dindarlık” yine dindarlık olması hasebiyle dindarlığa bir halel gelmemiştir.
Diyalog savunucularınca diyaloga, münazara anlamı verilmek istenmiyor. Zafer kazanma duygusunun da olmadığı ve olmaması gerektiği üzerinde duruluyor. Diyalog “birbirine zıt olmayan, belki ortak değerlerin de aktarıldığı, dinlerarası bir süreç” ise, evrensele yönelmiş bir dinin bununla yetineceği söylenebilir mi? Ulaştığı noktayı yeterli bulup, “bu bana yeter, artık diğerleriyle anlaşabiliriz, bundan böyle barış içinde beraber yaşayabiliriz” gibi bir halet-i ruhiye, evrensel bir din için değil, ancak din dışı hayat unsurları için yeterli görülebilir.
Problem şuradadır: Meseleye dinler tarihinin ve antropolojinin gözlüğü ile mi bakacağız, ilahiyatçı veya mümin olarak mı bakacağız? Birinci gözlükle bakacaksak, geleceğe ait bir projeyi hiç hesaba katmayacağız, durumu sadece tasvir edeceğiz demektir. Bu durumda, tarafların birbirine hoşgörü ile bakması, gerçekten mümkündür. Ama diyalog vasıta olursa, bu imkân ortadan kalkar. Kabul etmediği halde hoşgörülü olmak, saygı duymak, riyakârlığa bulanmış bir nezakettir. “Senin dediğin saçma ama, haydi neyse sana hoşgörülü ve saygılı davranıyorum” tavizi, dine uymayan bir zihniyettir. Esas mesleği Cizvit Papazlığı ve misyonerlik olan hıristiyan diyalogcu Prof. Thomas Michel, bu meseleyi masumiyet kılıfı içinde yerine oturtmuştur: “Hoşgörü, birbirinden kurtulmak istemesine rağmen ona tahammül etmek anlamına da gelebilir. Kişinin dişlerini gıcırdatıp, öfkesini bastırdığı bu tür hoşgörü fazi-letli değildir… Hoşgörü diğerinin hataları ve farklılıklarına rağmen onu kabul etmek olarak görülmelidir. Diğerinin olduğu gibi olmasına müsaade etmek ve onu kendisi gibi yapmaya çalışmamak anlamına gelir.”10 Sırf dinî alanda dolaştığımız zaman, diyalogla ilgili problem yakamızı bırakmıyor. Görüldüğü gibi hoşgörü, yeterli görülmemiş, karşıdakini her haliyle kabul etmek gerektiği söylenmiştir. Belki bu kabul, karşıdakinin hakikatini, hakikat olarak kabul değil, hatalarına rağmen onu kabuldür. Yani bir nezaket kuralı ve politik bir tavırdır.

Thomas Michel, Tevhid Çizgisinde Müslüman Hıristiyan Diyalogu, 47.

Gerek Roma Kilisesi (Vatikan), gerek Dünya Kiliseler Birliği (Protestan cephe)’nin yürüttüğü diyalog faaliyetleri, açıkça misyonerlik çizgisindedir. Çünkü onlara göre diyalog, ne misyonerliğe engel olacak bir metot, ne de misyonerliğe bir alternatiftir. Diyalogun misyonerliğe bir alternatif olmayıp, şartlarına uygun bir misyon olduğunu, Islamochristiana dergisinde açıkça yazmışlardır”.
Kilise bir yandan diyalogdan bahsetmiş, diğer yandan misyonerleri göndermeye ve onları, hıristiyan devletlerin ve çeşitli kuruluşların aracılığıyla desteklemeye devam etmiştir. Diyalog ve misyonerlik ayrı ayrı kanallardan gelmemekte, aynı kaynaktan gelmektedir.
Hıristiyanların peygamberimizi kabul edip etmemesine göre diyaloga bakarken de dinî ve psikolojik yapıyı doğru değerlendirmelidir. “Peygamberimizi kabul etseler zaten geride bir şey kalmaz, diyalog için bu şart koşulmamalıdır” diyenler var. İşin doğrusu şöyle olsa gerektir: Biz Hz. isa’yı kabul ettiğimiz halde, diyaloga ihtiyaç duyuluyor. Eğer diyalog din ile ilgili ise, eşit şartlar istenmesi normaldir. Peygamberimizi kabul etmedikleri, bu demektir ki dinimizi başka bir biçimde tanıdıkları şartlarda da yine diyalog yapabiliriz. Ancak yaptığımız dinî diyalog olmaz. İki din mensubu olarak insanî, toplumsal, birçok alanda diyalog yapmamız mümkündür. Fakat “dinî” dediğimiz zaman, dön dolaş aynı noktaya geliyoruz. Onlar peygamberimizi, yani dinimizi kabul etmedikleri için, zihinlerinde bizi Hıristiyanlığa yakınlaştırma formülünü saklı tutacaklar, biz de onları Müslümanlaştirma niyeti güdeceğiz. Buradaki diyalog örtülü bir misyonerlik veya tebliğdir.
Dinsizliğe, nihilizme, ateizme, materyalizm veya komünizme karşı işbirliği anlamında bir hıristiyan-müslüman diyalogu anlayışına gelince, bu jla dinî bir diyalogdan ziyade, felsefî-doktriner bir maneviyat işbirliği demek olur. Çünkü peygamberimizi kabul etmeyen bir taraf ile, din karşıtlarına, küfür ehline karşı nasıl bir işbirliği yapacağız? Onlar bize, biz onlara inanmaya inanmaya bu iş nasıl başarılacak? Nitekim böyle bir şey gerçekleşmemiştir. Bizim dinimiz bir felsefe ve doktrin değildir. Bizim dinsizliğe, ateizme, nihilizme ve komünizme bakışımızla onların bakışı farklıdır. Esasen problem daha da derindedir. Hıristiyan ve Musevî dünyanın” sorumluluğu, yalnızca peygamberimizi kabul etmemekle sınırlı kalmamış, onlar peygamberlik müessesesine başka türlü bakmışlar ve gerçek anlamıyla inanmamışlardır. Hıristiyanlar için Hz. İsa peygamber değildir, tanrılığın üçte bir kutbudur. Bazen doğrudan Tanrı’dır. İnsan-Tanrıcılık demek olan hümanizmi, bunlar üret-mislerdir. Yahudilerde de peygamberlik anlayışı farklıdır. Bir peygamberin iki kızı, sırayla iki gece peygamber babalarını sarhoş ederek ondan hamile kalmışlardır diye inanmaktadırlar ve mevcut “Tevrat’ta da böyle geçmektedir12. Yine onlar için Tanrı ile güreşen-ye Tanrıyı yenen, ondan ahit alan bir peygamber söz konusudur. ‘
11.J.B. Taylor’dan naklen: Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, 444.
12.Tevrat, Tekvin, 19/31-38. Tevrat, Tekvin, 32/24-30. M. Aydın, Hristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, 259.

HANGİ ‘DİN’ İLE DİYALOG?

Peygamberlere inanmayan böyle bir dinî dünya ile, başka inanmayanlara karşı dinî diyalog yapacağız, çözümler üreteceğiz. Biz İslam’ın “din” adını verebileceği bir din ile karşı karşıya değiliz. Sadece antropolojik ve sosyolojik varlığı söz konusu bir inanç sistemiyle karşı karşıyayız. Gerçek şu ki, diğer din dışı olanlar,zaman zaman bizimle daha iyi diyalog kurmuşlardır
Hıristiyan dünya, muhatap alırken “karşı tarafı” müslümanlık değil, Müslüman fertler olarak görmekte, sadece fert olarak Müslümanları muhatap almakta, “İslam’ın bir kurtuluş yolu olduğundan hiç bahsetmemekte”, oysa İsa Mesih’in kurtarıcılığını dile getirmeyi hiç ihmal etmemektedir. En iyimser ve rahatsız etmeyen yorum diye kabul ettikleri, “İslam’ın hakikati, İsa’nın hakikatinin kısmi yansımasıdır” şeklindeki yorumdur14. Merkezde Hıristiyanlık vardır. Kilise için “diğerleri” Hıristiyan şefkat, sevgi, merhamet kanatları altında “kilise evlatlarıdırlar.
Bizim diyalog savunucularımız, bu tavrı, kanıksamış ve umursamaz görünüyor. Aynı metodu kendileri de kullanmak isti- yor. Bu gidişle iki tehlike kapıda bekleyebilir. Biri diyalogdan diyalektiğe kaymak, diğeri yanlış ve tehlikeli bir ittifak anlayışıdır.
Aynı türden olmaya doğru temayül gösteren ikinci tehlike, ittifak anlayışıdır. İttifak, üçüncü bir şeye karşı, genellikle de siyasî alanda yapılan bir işbirliğidir. Dinî ittifak anlayışı ise, giderek itikat ittifaklarına yol açabilir. Vuku bulmuş birkaç örnek, bizi böyle bir olumsuzluğa dikkat çekmeye mecbur bırakmaktadır.
Hz. İsa’nın dünyaya döneceği meselesi, her iki taraf için, kendilerince kullanılmak istense de, önemli bir ortak nokta olmuştur. Çoğulculuk ve küreselcilik anlayışları da diyalogu teşvik etmektedir. Dışlamacı yaklaşım terk edilmek istenmekte, böyle bir yaklaşımın bizzat dinin tabiatına ters düştüğü, dinî alanı daralttığı varsayılmaktadır. Çoğulcu bir ortamın oluşturularak, barış içinde yaşamanın yeni şekillerini arayışa geçilmiştir.

Din mensupları arasında diyalog üç şekilden biri olarak veya
üçü birden oluşabilir:
1-Birbirlerini tanımak, anlamak, doğru bilgi sahibi olmak. Birbirlerine saygı ve hoşgörü ile bakmak. Karşı taraftan gelebilecek zararı önlemek buraya dahildir.
2- Birinci şekli yine uygulamakla beraber, ikna ederek kendi inanç, kanaat ve hayat tarzını karşındakine kabul ettirmek.
3- Birbirlerinin inanç ve kanaatlerine dokunmadan, üçüncü bir alana ve ortak problemlere yönelmek, çözümünde müşterek hareket etmek. İktisadî, ticarî, askerî, siyasî anlaşma ve işbirliklerine destek bir zemin veya paralellik oluşturmak, buraya dahildir.
Bunların içinden yalnız üçüncüsü, diyalogun anlam ve maksadını ifade edebilir. Her üçünde de diyalog, asıl maksat için kullanılan bir vasıta, bir metottur. Fakat üçüncüde maksat gizlenmiş değildir, açıktır; herhangi bir şüphe, kaygı taşımaz. İkincide esas maksat din telkini olup, diyalog onun tabii bir parçası olmaktadır. Ancak esas maksat gizlenmekte, yapılan işe diyalog adı ve-rilmektedir. Maksat açıkça söylense, onun adı diyalog olmaz, doğrudan misyonerlik veya tebliğ ve davet olur. Esas maksadı gizlemek, sütre arkasında tutmak, avcının rolünü oynamak anlamını taşır. İşte İslam buna yer vermemiştir. Bu işin adını tebliğ ve davet olarak koymuş, konuşma ve her türlü iletişim yollan, bu maksadı gizlemeden, bunun tabii bir parçası olmuştur. İslam sistemi, diyalog karşılığı bir kavramı beyanda aciz değildi. Böyle bir kavramı değil, tebliğ ve davet kavramını kullandı. Pavlus’un Hıristiyanlığı ve onun sürecindeki 1962-1965 hareketi ise, diyalog kavramını misyonerliğin kılıfı olarak kullanmıştır.

Birinci şıkka gelince, yalnız din için değil, her alan için geçerli olan birbirini tanıma, doğru bilgilenme şekli, din söz konusu olunca, yapmacık bir masumiyete bürünmüştür. Vak’alar bunu
göstermektedir. Her türlü niyet’ sapmasını bir tarafa atarsak, böyle bir tavır, akademik bir çalışma olabilir. Diyalog sadece bir sohbet olmadığına göre, yapılan işe dinlerarası diyalog diyebilmek için,
bilgilenmenin inanca dönük bir gayesinin olması gerekir. Aksi halde, herhangi bir alanda bilgilendirmeden farkı kalmaz ve dinî bir anlam taşımaz. Başka alanlardaki karşılıklı bilgilenmenin de bir gayeye yönelmesi tabiidir. Din söz konusu olunca, bilgilenme sınırında kalmaya müsait olmayan, belli bir’potansiyeli taşıyan tavır daha kolay anlaşılır. “Demek ki ben senin dinini yanlış tanıyormuşum” veya “bak benim dinim senin bildiğin ve düşündüğün gibi değil” diyebilmek anlayışı doğar ve bu, zımni ve aleni bir yönelişi beraber getirir. Bu belki taassubu,, haksızlık etmeyi önleyebilir. Fakat bir dinin kendi tabiatının istikametini değiştiremez. İslam’da diyalog adı altında böyle bir üslup ve metot aramak beyhudedir.

  1. PEYGAMBER (S.A.V.)’İN TUTUMU

Fakat maksat davettir. “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O’dur.”15 İslam’ın kelimeleri “davet” ve “tebliğ”dir. Eğer diyalog, karşımızdakinin bizi dinleme rahatlığı içinde olmasını sağlamak ise, bu, yalnız Hıristiyanlara ve Yahudilere dönük değildir. Müşriklere dahi bu kapı açıktır. Kur’an derki: “Eğer müşriklerden biri sana sığınmak isterse, ona güven ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinlesin. Sonra da onu güvende olacağı yere kadar gönder. Çünkü bunlar hakikati bilmez kimselerdir.”16 Diyalogda barış temel şart ise, bunu İslam’dan daha fazla isteyen ve gerçekleştiren başka bir din ve sistem görünmüyor. Bir Müslüman için en geniş anlamıyla ilişkiler, “taviz vermeden, kendi ilkelerine zarar gelmeden, güzel yol ve üslupla, şarta ve duruma bağlı olarak, din Allah’ın dini oluncaya ve toplumsal ülkü ve gerçek barış oluşuncaya kadar kurulan ilişkiler bütünüdür.”17 Özünde yanlışı ayıklama ve doğruyu anlatma olan bu ilişkinin dışındakiler, müslüman diyalog anlayışına uymamakta veya dinî alanı ilgilendirmemektedir. Dinlerarası diyalog değil, sadece “diyalog” yapabiliriz. Müslüman anlayışına uymayan bir barış ve diyalog teklifi, İslam’ın ilk yıllarında müşriklerden gelmişti. Müşrikler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in amcası Ebû Talib vasıtasıyla, “dediklerinin dışında ne istiyorsa yerine getirelim” şeklinde diyalog kurulamayacağını an layınca, doğruca henüz kabul etmemiş oldukları Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek, “biz bazen senin bahsettiğin Allah’a tapalım (saygı gösterelim), fakat sen de bazen bizim ilahlarımıza saygı göster, böylece aramızda barış olsun” dediler. Bu teklif bugün bazılarının, “Kur’an hıristiyanlara bütün bütün dininizi terk edin demiyor^ bir kısmı değişir bir kısmı değişmez, yani hıristiyan, hıristiyan olarak, biz müslüman olarak kalabiliriz, fakat dinlerarası diyalog yapabiliriz” demelerinin yontulmamış, kaba saba bir şekline benziyordu. Müşriklerin böyle bir diyalog teklifine vahiy cevap verdi: “De ki kulluk ve sorumluluk şuurunu örtbas edip, inkârda ısrar eden ey kâfirler! Sizin taptığınız putları ben ilah olarak tanımayacağım, kulluk ve ibadet etmeyeceğim, sizin bağlandığınız düzene boyun eğmeyeceğim. Siz de benim ilah tanıdığım Hak Mabuda kulluk ve ibadet etmiyorsunuz, benim boyun eğdiğim dine bağlanmıyorsunuz. Ben sizin şirk üzerine kurulu kulluğunuza benzer kulluk etmeyeceğim, bağlandığınız düzeni benimsemeyeceğim. Siz de benim kulluğuma ve ibadetime benzer kulluk ve ibadet etmiyor, benim bağlandığını dine bağlanmıyorsunuz- Sizin sorumluluğunuz ve hesabınız size, benim dinim baba.”19 **Bugüne gelirsek, bizim diyalogculanmızdan önce karşı taraftakiler (hıristiyanlar) düşünmüşlerdir ki, müslümanlar müslüman olarak kalabilir, ama bizim bazı inanç esaslarımızı müşterek bir alan ve meselenin özü olarak sunalım. İtiraz edilemeyecek olumlu tavırları gösterelim. Sevgi ve müslümanm inancına da saygı gibi. Bunlardan kimseye bir zarar gelmez. Asırlardır müslümanlar üzerindeki başarısızlıklarını, başarıya çevirmek isteyen hıristiyanlar, bunu gerçekleştirebilmek için, müslümanlarla iyi münasebetler kurulması gerektiği kanaatine varmışlardır.
15 Nah] [16] 125.
16 Tevbe [9] 6.
17 Nurullah Abalı, Saicl Nıırsî’de Müslüman-Hıristiyan Diyalogunun
Sosyolojik İncelenmesi, 32.
**Bkz. S. Nursi, Mektûbat, 52 ve ileride geçecek diğer kaynaklar. Kâfirim [109] 1-6. (Ahmet Tekin’in Kur’an’in Anlaşılmasına Doğru Tefsirî Meali’nden alınmıştır).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu