Anasayfa SliderAnasayfa YazılarSON EKLENENLER

SEYİT KUTUP: KAHRAMAN MI? SAPIK MI?

Bırakın İslam Alimini hangi sıradan bir Müslüman şu cümleyi kurabilir: “Muaviye’yi; yeğenim diyerek koruyan ve İslam toplumunun başına bela eden Halife Osman olmuştur.” Seyit Kutup kurabilir. Çünkü o eski sosyalist, yeni siyasal İslamcı, hapiste “bana göre” “anladığım kadarıyla” ifadeleriyle dolu bir tefsir yazmaya kalkışan adamdır.

Seyit Kutup…Adı Seyit… Peygamber Efendimizin soyundan değil… Kutup da soyadı… Unvan değil…

Elbette eleştiri anlamında değil tespit niyetiyle böyle başlıyoruz.

Orta ve lise tahsilini El Ezher’de tamamlayıp daha sonra mezun olduğu fakülte de tarih, coğrafya, Arap edebiyatı, İngilizce, felsefe, sosyoloji, pedagoji gibi bilimler okumuştur. 1933’te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamış, o dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir de dergi çıkarmıştır.

1941’de sosyoloji doktorası yapmak üzere, Maarif vekaleti tarafından Amerika’ya gönderilmiştir. 1945’te Amerika’dan döndükten sonra Müslüman Kardeşler’e katılmıştır.

Seyyid Kutub, kendi hayatını iki dönem olarak ifade eder; Birincisi, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu “cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler,” “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.

Hapiste iken yazdığı, “Fi zilal-il Kuran” adlı tefsiri de, tıpkı bu romanlar gibi hayal ürünü olup, batıl fikirlerle doludur.

Hayatının ikinci devresi olarak kabul ettiği dönemde ise, ehil olmadığı dini konulara el atarak, ehli sünnet görüşü açısından hatalı birçok kitaplar yazmıştır. İbn-i Teymiyye’nin ve eski Kahire müftüsü mason locası başkanı Muhammed Abduh’ un dinde reformist fikirlerinin savunuculuğunu yapmış ve bunların batıl fikirlerini kaleme almıştır.

Esasen dini sahada yazdığı bütün kitapları İslam Kaynaklarından nakillere değil, kendi sosyolojik ve felsefi görüşlerine dayanmaktadır:

“Muaviye’yi; yeğenim diyerek koruyan ve İslam toplumunun başına bela eden Halife Osman olmuştur. Emeviler de İslam görüntülü olmalarına karşın; İslam’ın ilkelerini ayaklar altına almışlardır.”

“Elbette Muaviye birdenbire ortaya çıkmamıştı. Onu böyle büyüten de Halife Osman olmuştu. Osman, hazineyi akrabalarına yağmalatmış, bütün önemli valiliklere onları getirmişti. Bundan başka Arap kabile reislerine ve ileri gelenlerine fethedilen topraklara gitme, oralardan mal edinme hakkını vermişti. Ebu Bekir ve Ömer zamanında yasaklanan bu talancı-yağmacı tavır, Osman tarafından hayata geçirilince Arabistan’da çalışıp kazanmadan her taraftan kazanç elde eden boş bir aristokrat sınıf ortaya çıkmıştı.”

“Osman’ın kişiliğinde İslam’ın ruhunu itham etmemiz güçtür. Fakat onun hatasını da affetmemiz o ölçüde güçtür. Çünkü, açıktır ki, üçüncü Halife’nin mal dağıtımındaki tutumu, müsteşarı Mervan’ın tutumu ve onun görevlerin çoğunu Emevilere vermesi, bütün bunlar tarihin gidişini etkileyen birtakım genel durumlar yarattı. Artık mesele, bir ferdin rolünden ibaret değildi, ağırlığı ve itici gücü olan birtakım durumlara yol açtı.”

“Osman, fiilen Emevi Devleti’ni ayakta bırakarak gitti. Bunu, her yerde, özellikle Şam’da onlara imkan ve İslam ruhundan uzak olan Emevilik ilkelerine ortam hazırlamakla yaptı. Böyle olmasaydı, Muaviye sonradan Halifeye (Hazreti Ali’ye) karşı çıkmak için tehlikeye atılamayacaktı. Çünkü, Muaviye’yi Muaviye yapan Osman’ın 13 yıllık iktidarıydı. Çünkü bu iktidar onun eline para gücünü, ordu gücünü ve devlet gücünü toplamıştı.”

Hazreti Osman radıyallahüanh efendimiz ki, “zinnureyn” sıfatıyla yüceltilmiş ve bir çok hadis-i şerifle övülmüştür:

(Osman dünyadaki dostum ve ahiretteki dostumdur.)

(Osman cennetliktir.)

(Her Peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim de cennetteki arkadaşım Osman’dır.)

(Gerçekten Osman’ın şefaatıyle hepsi cehennem ateşine müstahak olan yetmiş bin kişi hesapsız olarak cennete girecektir.)

(Osman ahlakça bana en çok benzeyen eshabımdandır.)

Câbir’den (radıyallahü anh) rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) cenaze namazını kılması için bir adam getirildi. Fakat Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem onun cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resûlü! Bundan önce hiçbir kimseye cenaze namazını kılmadığını görmedik.” Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bu kimse Osman’a düşman idi. Allahü teâlâ da ona düşmandır.”

Katâde’den (radıyallahü anh) rivâyete göre, Enes onlara şöyle anlatmıştır: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem beraberinde Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü teâlâ anhüm) olduğu halde Uhud dağına çıkmışlardı. Dağ onları salladı. Resulullah buyurdu ki:(Ey dağ, sallanma! Senin üstünde bir nebî, bir sıddîk, iki şehîd [Ömer, Osman] vardır.)

 

Kur’anı Kerim tefsirinin ne olduğu ise şu cümleden anlaşılmaktadır:

“Vefatından sonra onlardan elini eteğini çektiğini ifade ediyor. Kur’an-ı Kerim’in açık ayetleri yüce Allah’ın önce Hz. İsa’nın canını aldığını sonra da katına yükselttiğini açıklıyor. Bazı rivayetler O’nun Allah katında diri olduğunu bildiriyor. Burada anlayabildiğim kadarıyla Allah’ın onun dünya hayatına son vermesi yine onun Allah katında diri olması arasında hiç bir çelişki yoktur.”

“Bana göre…” “Anlayabildiğim kadarıyla…” şeklinde ifadelerle dolu bir tefsir için ne denebilir?

Bilindiği gibi Seyyid Kutub önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat Seyyid Kutub, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakta, marksistliğin tesirinden kurtulmadığı ve hâlâ sosyalistliğinin devam ettiği görülmektedir. Zekât mevzuunda ise marksistliğini gizleyememektedir:

“Zekât adını taşıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve şartlarına göre değişebilen belirli bir usûl dahilinde sarfedilmesi ile vazifeli olan da devlettir.”

Hâlbuki zekât, yedi sınıf insanın ve fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarf edilemez. Sarf edilmesi dört hak mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddîk (r.a.), zekât vermeyenlerden zorla almak istediği ve alınacak zekâtın da Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen yedi sınıf Müslümana verileceği söylenmiştir. Zekât, malın belli bir kısmını Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen yedi sınıf Müslümana vermektir.

Necip Fazıl da Seyit Kutup’un yanlış fikirlerinin farkında olmuş ve aleyhinde yazmış olduğu “Doğru Yolun Sapık Kolları” adlı kitapta demiştir ki: “Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı “sosyalizma yularının zoruyla” Hazreti Osman (Radiyallahu anhu)’ya adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır.”

kaynak:http://www.medyamit.com/haber/1870/seyit-kutup-kahraman-mi-sapik-mi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu