Hayrettin Karaman Ali Fikri Yavuz Münakaşası
KARAMAN – YAVUZ MÜNAKAŞASI
A. Fikrî Yavuz isimli birisi, Karaman tarafından sadeleştirilen mezhepsiz Reşit Rıza’nın «Mezahibin Telfîkı ve İslâmın bir noktaya cem’i» isimli kitabına reddiye mahiyetinde bir risale hazırlamış, risalenin arkasına ÖZEL DAĞITIMA TÂBİDİR, HALKA DAĞITILMAZ ibaresini koymuş. Biz halktan birisi olmamıza rağmen fazla titizlik gösterilmemiş olmalı ki bizim de elimize bu risale geçti.
Karaman da bu risaleye cevap olmak üzere bir broşür de o hazırlamış.
İşin enteresan tarafı sanki bu broşürler danışıklı döğüş gibi hazırlanmıştır. Yavuz’unki FEYİZ YAYINLARI NO. 10’dur. Karaman’ınki FEYİZ YAYINLARI NO. 11’dir. Her ikisi de Erenler Matbaasında dizilmiş, Er-Tu Matbaasında basılmıştır. Karaman da broşürünün arkasına ÖZEL DAĞITIMA TÂBİDİR ibaresini koydurmuştur. Bizim gibi halkın eline geçmemesi için böyle bir ifade kullanmış olmalıdır. Fakat bu da serbest dağılmasına müsaade etmiş olmalı ki tâ bizim elimize kadar geldi.
İşin tuhafı Yavuzun bazı kitapları, Karaman’ın broşüründe de reklâm edilmektedir.
Kitaplar fazla ilmî olduğu için halka dağıtılmıyor.
Her iki risaleden birer ilmî cevap yazalım. Halk anlamazsa, belki bir anlayan çıkar.
Yavuz şöyle ilmî bir tenkit vücuda getirmiş :
«Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu. Eninde sonunda oyun meydana çıkar ve çıktı işte.»
Tabiî böyle ilmî bir tenkide daha ilmî bir cevap vermek gerekirdi. Karaman da şöyle ilmî bir cevap veriyor:
«Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.»
Yavuz’un risalesinde mason ve mezhepsiz Abduh’un «Bulunduğumuz asır, bir mezhep üzerine saplanıp kalacak zaman değildir.» cümlesini niçin kitabın kapağından çıkarıldığı soruluyor.
Karaman ise, yanlış anlaşılmasın diye kapaktan çıkardığını, fakat kitabın 21. sayfasında bu cümlenin de yer aldığını belirtmektedir.
21. sayfada daha neler var bir göz atalım : Müslümanların yaşayabilmesi için iki çare gösteriliyor:
1 – İnanç itibariyle birbirine muhalif olan Ehl-i Sünnet ile Şia âlimleri arasında tam bir anlaşma vücuda getirmek,
2 – Fıkıh mezheplerini birleştirerek, İSLÂM FIKIH çerçevesi içinde hareket etmektir.
Yavuz da bu ifadeleri yazmış ve Karaman’a soruyor: «ŞİA mı Ehl-i Sünnete taviz verecek, yoksa Ehl-i Sünnet mi SİA’ya taviz verecek?»
Tabiî Karaman’dan koskoca bir tısss… Bay Yavuz, Karaman’ın oyununu nereden bilsin, Karaman işine gelene cevap verir, işine gelmediğini hiç duymaz bile… Çünkü KARAMAN’A AÇIK MEKTUP isimli sayımızda kendisine sorduğumuz hiç bir soruya cevap vermemiştir. Çünkü biz ilmî yazmıştık, ilmî bir soruya cevap vermek elbette imkânsızdır. İbni Teymiyye gibi mezhepsizlerden cevap verse bile bizce muteber addedilmeyeceği için sükutu tercih etmişti. Yavuz’ünkilere cevap vermeye kalkmış. Fakat yine de işine gelenlere cevap vermiştir.
Avam lisanı ile yazmamızın sebebi, Karaman da aynı lisanla yazmış biz de aynı silâhı kullanmayı tercih ettik. Meselâ Karaman broşürünün ön sözünde diyor ki «Bir kısmını tava getirip cevap aldılar.»
Tava getirmek ilmîlikten uzak, hissî ve argo bir tabirdir.
Yavuz 21. sayfadaki «İslâm âleminin kurtuluş çaresi, asırlardan beri ümmetin zihninde toplanmış olan hurafeleri hakikate tebdil edip dîni, aslındaki saflığa döndürerek müslümanlarm fikirlerini bir nokta etrafında toplamakla mümkün olacaktır.» ibareyi yazıyor. Asırlardan beri gelen hurafe nedir? Cevap yok tabiî. Müslümanların fikirlerini sadeleştiricinin ifadesi ile İslâmî düşünceleri bir nokta etrafında toplamak ne demektir. Hak olan dört mezhep varken, ihtilâf rahmet iken, ne diye bir noktaya toplamaktan bahsedilir? Mezhebin dört olması hurafe midir, rahmet midir? Cevap yok tabiî.
21. sayfada mütercim şöyle diyor: «Bugün fetva makamından çıkan fetvalar İslâm fıkhı, hele hiç olmazsa dört mezhep üzerinde olmalı değil midir?»
Ne demektir bu? Hanefî olan bir müslümana dört mezhep haricinde fetva vermek, hiç olmazsa dört mezhep içinde başka mezheplerden fetva vermek isteniyor. Zaruret olmadıkça mezhepten çıkmanın ilhad olduğunu KARAMAN’A AÇIK MEKTUP isimli sayımızda vesikası ile bildirmiştik. Mütercimin ifadesiyle müslümanlar alenen bu ifadelerle mülhidliğe sürüklenmek isteniyor.
Mütercim 22. sayfada şöyle diyor: «Konuşmalar, bir mezhepten dışarı çıkmamak fikrîni korumak taraftarı olan ihtiyar bir mukallit ile mezhepleri birleştirme -telfik- fikrînin teşvikçisi olan genç ve güçlü bir İslahatçı arasında geçtiği için pek manâlıdır.»
Ne demektir bu? Her müslüman gibi bir mezhebe bağlanmayı zaruri gören bir müslüman ile, mezhepleri birleştirmek suretiyle ortadan kaldırmak isteyen bir reformcu, islâhatçı arasında geçen konuşmalar, demektir. Gizli değil, alenen mezheplerin birleştirilmesinden bahsediliyor da bir de kalkılıyor «Biz mezheplerin birleştirilmesinden bahsetmiyoruz.» deniyor. Âlemi kör mü zannediyor bunlar?
Karaman, broşürüne kendi kendine hazırladığı bir röportaj eklemiş, tıpkı mezhepsiz Reşit Rıza’nın kendi kendine bir konuşma hazırladığı gibi. Karaman bu röportajında kendi soruyor kendi cevap veriyor. Bakalım ne soruyor ne cevap veriyor:
1 – Mezheplerin birleştirilmesinden maksat, mezheplerin ortadan kaldırılması değilmiş, fetva verilirken çeşitli fıkıh mezheplerinin hepsinden istifade etmekmiş.
Hiç birleştirmek istifade etmek demek midir? Zaruret anlarında istifade etmek caizdir. Zaruret yokken istifade etmeye kalkmak ise İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi Sani hazretlerinin bildirdiğine göre zaruretsiz başka mezhepleri taklît ilhaddır, küfürdür. Yani mezhepleri birleştirmek de, zaruretsiz istifade ediyoruz diye bazı hükümleri almak da küfürdür. Vesikası Karaman’a verdiğimiz cevapta mevcuttur.
Dikkat edilirse Karaman, «Çeşitli fıkıh mezhepleri» tabirini kullanmakta, kitaplarına da İSLÂM HUKUKUNDA MEZHEPLER, fıkıh mezhepleri gibi isimler koymaktadır. Her nedense DÖRT HAK MEZHEP tabirini kullanmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Bugün için dört mezhepten çıkmanın ilhad olduğu Tefsir-i Mazhari ve diğer muteber kitaplarda yazılıdır. Eskiden mutlak Müctehid adedi kadar fıkıh mezhebinden bahsedilirdi. Fakat bugün dörtten bahsetmemek veya beşinciyi hak gibi göstermek dalâlettir.
2 – Karaman diyor ki : «İslâm bir mezhebin ihata edemiyeceği kadar geniştir. İslâm bir derya ise mezhep bir göldür.»
Bu cümle de tamamen yanlıştır. Karaman ZARURİ AÇIKLAMA isimli yazısında bir mezhebe bağlanmayı CAİZ gördüğünü belirtmektedir. Nasıl olur da derya dururken bir göle bağlanmayı caiz görür?
İstisnasız bütün Ehl-i sünnet âlimlerine göre bir mezhebe bağlanmak şarttır. Mukallid indinde her mezhep, bir deryadır. Zaruret anlarında başka mezheplerden de istifade etmek hak olan dört mezhepte bulunduğuna göre, her mezhep deryadır. Noksanlık yoktur, göl değildir.
3 – Davudoğlu Hoca, Sünnî fıkıh mezhepleri arasında çatışma ve kavga olmadığını söylemişti. Karaman ise, İbni Teymiyye ve Şevkâni gibi mezhepsizlerle bazı tarihçilerden delil getirerek kavgaların olduğunu isbata çalışıyor. Velevki tarihte kavga olmuş olsun. Hadîs-i şerîfle ihtilâfın rahmet olduğu belirtildiğine göre bu rahmeti kaldırmaya kim cüret edebilir? Bugün sünnî dört hak mezhep arasında bir kavga olmuş mudur da devamlı tarih kurcalanarak mezhep taassubundan bahsedilmektedir? Din taassubundan Müslümanlarla Hıristiyanlar kavga etse birleştirmek mi gerekir? Kavga oldu diye mezhepleri mi birleştirelim?
4 – Karaman, Reşit Rıza’nın Türk düşmanı ve ingiliz taraftarı olmadığını şöyle isbatlıyor:
«Onun düşmanlığı Türk milletine değil, o günkü idareyedir.» O idarenin ne olduğunu büyük bir pervasızlıkla açıklıyor:
«Abdülhamid’in istibdadına çatmıştır.»
Cennetmekân Ulu Hakan Abdülhamid Han hazretlerinin müstebit olduğunu başta Yahudiler olmak üzere yabancılar söylemiştir. Ehl-i Sünnete mensup hiç bir din adamı ona müstebit dememiştir. Fakat Karaman çekinmeden diyebiliyor. Cumhuriyet kanunlarına göre Ulu Hakana MÜSTEBİT demek suç değildir. Karaman da büyük bir cumhuriyetçi olduğuna göre onun da suçlamasını yadırgamadık.
Ulu Hakan, HATIRA DEFTERİ’nde Efgani’nin bir İngiliz taraftarı olduğunu kaydettiği halde, Karaman, Efgani’nin ömrünü İngilizlerle mücadele halinde geçirdiğini mezkûr broşürün 4. maddesinde alenen söyleyebiliyor. İngilizlerle mücadelesi, bir İngiliz casusu olarak Osmanlılar için de mücadele vermesi midir?
Karaman, Diyanetin neşrettiği kitabın beşinci sayfasında mezhepsiz Reşit Rıza’nın hayatını anlatırken Reşit Rıza’nın İmâm-ı Gazâlî’nin İHYA’sını çok okuduğunu, İHYA’nın ona ilmî ve tasavvufu çok sevdirdiğini, Reşit Rıza’nın hocası, Reşit Rıza için «Bu ilmî İmâm-ı Gazâlî’ye borçludur.» dediğini kaydetmektedir.
Biraz daha alt satırlara bakalım : Mason Cemalettin Efgani’nin yön verdiği ve mason Abduh’un muharriri bulunduğu bir mecmua Reşit Rıza’nın eline geçiyor. Karaman şöyle diyor:
«Gazetenin iki nüshasını tesadüfen ele geçiren Reşit Rıza, onları okuyunca âdeta sihirlenmiş, din anlayışı değişmiştir.»
Hani derler ya, şecaat arzederken sirkatini söylemek… Tıpkı böyle. Adam İmâm-ı Gazâlî’nin eserlerinden DİN’i öğreniyor İki mezhepsizin gazetesini okuyunca DİN ANLAYIŞI DEĞİŞİYOR. Yani İmâm-ı Gazâlî’nin din anlayışından başka bir anlayış. Efgani ve Abduh tipi bir anlayış, kısacası mezhepsizlik. Buna intak-ı Hak derler.
İkinci bir intak-ı Hak da şöyledir: Reşit Rıza, EGANİ kitabı ile NEHCÜL-BELAGA’yı çok okurmuş. (Aynı kitap S. 5)
Halbuki EGANİ kitabının yazarı olan Ebulferec Ali bin Hüseyin İsfehani’nin ŞİÎ olduğunu 12. sayımızda vesikası ile bildirmiştik.
NEHCÜLBELAGA’nın da yine bir RAFÎZİ tarafından yazıldığını İmâm-ı Askalani ve İmâm-ı Zehebi gibi âlimler açıklamışlardır. Ali Arşî isimli bir rafîzi de bu kitap için methiyeler yazmıştır ve dünyanın her tarafına yaydığı kitabının adı da İSTİNAD’dır. Bir Rafîzîyi diğer bir rafîzinin övmesi yadırganamaz elbette. Fakat Karaman, Reşit Rızayı öveceğim derken içinden çıkılmaz, tev?ili mümkün olmayan hatâlara düşüyor.
Allahü teâlâya hamdolsun ki Karaman kendi ağzı ile Reşit Rıza’nın hangi kitapları okuduğunu bize bildirdi. Rafîzi kitapları okuyan ve din anlayışı İmâm-ı Gazâli’ninkinden başka olan Reşit Rıza’nın nasıl bir mezhepsiz olduğunu böylece öğrenmiş olduk.
Karaman, Sayın Yavuz’a verdiği cevaplarda kendisinin «ilmi ve dinî ölçüler içinde tenkid edilmesini» istiyor. Dinî ve ilmî sözünü daima yabancılarla dinîmizi bilmeyen yarı aydınlar kullanmaktadır. Dinîmizde ilmî olmayan hiç bir şey var mıdır? Dinîmiz ilimden ayrı mıdır? Dinîmiz ilmî, ahlâkı, edebiyatı, hasılı faideli ne varsa hepsini içine almıştır, noksan değildir. Din ve ilim birbirinden ayrı değildir.
5 – Mezhepsiz Reşit Rıza’nın kitabını Ahmet Hamdi Akseki’nin gençliğinde tercüme ettiği, sonra pişman olduğu söylenmişti. Karaman, A. Hamdi Akseki’nin pişman olmadığını söylemektedir. Bu ifade ile Ahmed-Hamdi Akseki’yi de şaibe altına sokmuş olmuyor mu Karaman? Bâtıl bir fikirden Ahmed Hamdi Akseki tövbe etmemişse o bâtıl fikrîn hak mı olması icap eder?
6 – Diyanetin bu kitabı Yüksek Din Kurulundan geçirmeden neşredildiği söylenmişti. Bay Karaman bu kitabın baskısı için üç tane selefi meşrepli isim veriyor. Yüksek Din Kurulu üç kişiden ibaret değildir. «M.nin şahidi bozacıdır.» derler. Bu üç kişi, tabii senatör gibi kurulun tabiî üyesidirler.
7 – Karaman diyor ki, «Mezhepsizlik Ehl-i Sünnet dışı kimseler için kullanılır. Bu kitabı okuyan, böyle bir mezhepsizliğin propagandasının yapıldığını iddia edemez, ederse iftira etmiş olur.»
Âlim cahil herkes bilir ki, Ehl-i Sünnet dört hak mezhepten ibarettir. Mezhepsiz Reşit Rıza, mezheplerin birleştirilmesi ile ilgili o kitapta bir defacık olsun «Dört hak mezhepten çıkmak Ehl-i sünnete aykırıdır» demiş midir? Aksine dördü bire indirmek için mukallide olmayacak şeyler söyletmemiş midir? Karaman kendi ağzı ile Reşit Rıza’nın dört mezhebden birisine mensup olmadığını SELEFİ olduğunu söylemiyor mu? Hem dört mezhebin dışında ol, hem de Ehl-i sünnet ol, olmaz böyle şey…
Ayrıca Karaman, «Bir mezhebe bağlanmak gerekir» diyenlerin delillerinin zayıf olduğunu söylüyor. Zaruretsiz dört hak mezhepten birini veya beşinci bir mezhebi taklîd etmeyi caiz gören tek Ehl-i Sünnet âlimi gösterilebilir mi? Teymiyye ve talebesi İbnül Kayyim gibi mezhepsizler, Şevkani gibi Şiîler, beşinci mezhebi taklîd etmeyi caiz gör-müşlerse de veya bir kısmı taklîdi harâm saymışsa da bizim için delil olamaz.
Kur’ân-ı kerîm tebliğ edilmeden önce, o zamanki mü’minlerin Kur’ân-ı kerîm âyetleri ile amel etmediklerini söylemek ne kadar gülünç ise, «Dört hak mezhep teşekkül etmeden önce hiç kimse, bu dört hak mezhebin birisiyle amel etmiyordu.» şeklinde bir mugalataya sapmak da o derece gülünçtür. Ehl-i Sünnet âlimleri buyurmuşlardır ki : «Dört hak mezhebe mensup bir mukallidin Eshâb-ı kirâmı taklîd etmeleri harâmdır.»
Mezhepler teşekkül etmeden önceki durumu sonrakine kıyasın bâtıl olduğunu cahiller de bilir. Hazret-i Ebu bekir Radiyallahü anh zamanında üç talakı bir anda vermek tek talak sayılıyordu. Hazret-i Ömer Radiyallahü anh’dan sonra İCMA hasıl olarak her talak bir talak sayılmıştır.
Şimdi mezhepsizin birisi çıkıp da «Birinci Halife devrinde böyle idi, şimdi de böyle olmalıdır.» gibi bir söz söylemeye hakkı var mıdır?
Günümüzdeki mezhepsizler, Eshâb-ı kirâm ve tabiîn devrini ele alıyorlar. «O zamanlar herkes önüne gelen müctehide sorardı, şimdi de öyle olmalıdır.» diyorlar. Başka bir mezhepsiz de çıkıp «Musa aleyhisselâm zamanında böyle idi, İsa aleyhisselâmın Şeriatında şöyle idi, şimdi de böyle olmalıdır.» derse yadırganmaz.
Devr-i saadette bile nesh edilen âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfler olmuştur. İcma hâsıl olmadan önceki bir vaziyeti, icma hâsıl olduktan sonraki devirlere kıyas edilemez. Selef-i salihinden bazı zatların, bazı içkileri helâl kabul ettiğini bizzat Karaman yazmaktadır. Şimdi mezhepsizin birisi çıkıp da «seleften bu içkiyi helâl kabul eden olduğuna göre, biz de helâl kabul edelim.» diyebilir mi?
İbni Hümam’ın mezhepsizliğe cevaz verdiği söyleniyor ki, büyük bir iftiradır.
Eşeddül Cihad kitabının 16. sayfasında İbni Emir Hac şöyle buyurmaktadır: «Hocam İbni Hümam, müctehid olmayanların dört mezhepten birini taklîd etmesinin lâzım olduğunu söylerdi.»
Karaman, broşürün 16. sayfasında Ahlâkî yönden mezhepsizliği anlatırken şöyle diyor:
«Tek mezhebe bağlanmak tatbikatta dördüncü asırdan sonra ortaya çıkmış bir âdettir.»
Daha sonra Karaman, dört mezhebin teşekkülünden önce gelip geçmiş İslâm’ın en faziletli nesillerinin tek mezhebe bağlanmadığını zikrederek «İmdi tek mezhebe bağlı kalmayanı zemmeden, kötüleyen bu nesilleri de zemmetmiş olur.» diyor.
Mezhepsizin birisi çıksa, şarabın henüz harâm edilmediği zamanı kasdederek «Asr-ı saadetin ilk zamanlarında şarap içen İslâmın en faziletli nesilleri vardı. Şarap içeni kötüleyen o faziletli nesilleri de kötülemiş olur.» diyebilir.
Hazret-i İsa aleyhisselâmın Şeriatında da şarap harâm değildi. Yine mezhepsizin birisi çıksa «Büyük Peygamber İsa aleyhisselâmın Harâm etmediği şarabı harâm saymak, İsa aleyhisselâmı kötülemek olur.» derse ne deriz?
Karaman ve o taifedeki diğerleri, hep bu taktiği ,uyguluyorlar: «Sahabe ve tabiîn devrinde mezhepler yoktu.» Biz de biliyoruz yoktu. Ne demek istiyorsunuz, o zaman yok idi, şimdi de mi yok olsun?
İmâm-ı A’zam gelmeden önce, Hanefî mezhebine tâbi olmak olur mu? O zamanlar İmâm-ı Sevri’ye, İmâm-ı Evzaî’ye tâbi olanlar olmuştur. Fakat şimdi, bütün hükümleri tedvin edilmemiş olan bu mezheplere tâbi olunamıyacağını Ehl-i Sünnet âlimleri beyan etmişlerdir. Ancak buna İbni Teymiyye ve diğer mezhepsiz talebeler itiraz etmişlerdir. Karaman, İbni Teymiyye ve talebelerinin sözlerini hüccet olarak kabul ediyor da, Ehl-i Sünnet âlimlerinin hükümlerini zayıf buluyor. Bizim veya Karaman’ın hükümlerin delillerini zayıf veya kuvvetli görmesi hüccet olabilir mi?
Karaman’ın kitaplarını okuyanlar görürler ki, Karaman ekseriya kitaplarını yüksekten bakan bir hakem edası ile yazmaktadır. Meselâ telfıkı savunanların delilleri zayıftır, taklîdi harâm sayanlarınki de zayıftır. Orta yol benim yazdıklarım gibidir, demektedir.
Halbuki orta yol, doğru yol, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiği, gösterdiği yoldur. Tefsir-i Mazharî’de bildirildiği gibi «DÖRT MEZHEBDEN ÇIKAN MEZHEPSİZDİR, KÂFİRDİR.» Zaruretsiz başka hak mezhepleri de taklîd eden de telfık yapmış olacağından bâtıldır, mezhepsizliktir.
Karaman broşürün 16. sayfasında şöyle diyor:
«Bizce halk dînî mes’elelerini itimad ettiği hocalara sormalı, hocalar da ehliyetleri varsa bütün sünnî fıkıh mezheplerini tetkik etmeli, müslümanların dünya ve ahiret hayatları için EN DOĞRU HÜKMÜ bulup söylemelidir, işte bu davranış zemme değil methedilmeye lâyıktır.»
Cümle BİZCE kelimesiyle başlamaktadır. Halbuki biz, siz, o kim oluyor da hükümler serdediyor? Dört hak mezhebin hükümleri kifâyetsiz mi de, onlardan nakil yapmıyoruz?
Cümlede «Sünnî fıkıh mezhepleri» tabiri geçmektedir. Neden dört hak mezhep değil de fıkıh mezhepleri? İleride gelecek, Karaman, Vehhâbiliği de sünnî bir mezhep kabul ettiği için dört sünnî mezhep tabirini kullanmamaya son derece dikkat ediyor. Hak mezhep dört mü, daha fazla mı?
«Hoca en doğru hükmü bulup söylemeliymiş» Bırakın en doğruyu, doğru hükmü bile nasıl bilsin, ne ile bilsin hoca? Karaman’a göre acaba Hanefî mezhebinin ictihadları mı doğru, yoksa diğer üç hak mezhebinki mi? Bunu ancak Allahü teâlâ bilir. Hiç bir müctehid kendi ictlhadlarının muhakkak doğru, diğer ictihadların muhakkak yanlış olduğunu söylememiştir. Şu halde EN DOĞRU nasıl bilinebilir? Mutlak doğru bilinemediği gibi, her mezhepten istenilen hükmü almaya da TELFIK denir ki «Telfık, icma-i ümmet ile bâtıldır.»
Demek Türkiye’de binlerce müctehidin tâbi olduğu Imâm-ı A’zam ve İmâm-ı Şafiî gibi dehâ çapındaki büyük imâmları imtihan edip doğrusunu yanlışını bulabilecek kimseler varmış. Böyle bir cür’et, Davudoğlu Hocanın tabiriyle büyük bir cinnettir.
25. Sayımızda vesikasını vermiştik. Karaman’ın teklif ettiği fikrî tatbik etmek, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi Sanî hazretlerinin ifade ettiği gibi ilhaddır.
Mezhepsiz Reşit Rıza’nın kitabı için Karaman diyor ki:
«Bu kitap, herhangi bir cereyanın propagandası için değil, cehâlet ve taassubu izale için yazılmıştır.»
Dört mezhebden birine bağlanmak, mezhepten çıkmamak ve beşinci mezhepleri kabul etmemek cehalet ve taassup öyle mi? Vehhâbiler ve rafızîler hariç, asırlardır herkes dört hak mezhebin birisine bağlanmıştır. Şu halde Vehhâbilerle rafizîler cehalet ve taassubu izale etmişler, sünnîler ise asırlardan beri bu gericilik çemberini kıramamışlardır, öyle mi?
8 – Karaman, yukarıdaki fikirleri söyleyen başka âlim var mı, diye kendi kendine soruyor. Sanki bir tek âlim o fikirleri müdafaa ediyormuş gibi, daha başka var mı diyor. Cevap olarak da pek çok âlim bulunduğunu zikrederek kendi yazdığı kitabı delil olarak ileri sürüyor. Tabiî bu arada Büyük Veli, Büyük Müctehid İmâm-ı Gazâlî hazretlerini de şahit göstermek istiyor. İmâm-ı Gazâli’nin eser yazış şekli, mukallid gibi değil, müctehid gibidir. Yani delillerini Kitâb, Sünnet ve İcma-i Ümmetten almaktadır. İmâm-ı Gazâlî müctehid olduğu için başka bir müctehidi taklîd etmesi elbette harâmdır. İmâm-ı Gazâlî böyle yaptı, biz de öyle yapalım demeye mukallidlerin hakkı yoktur. İmâm-ı Gazâli’nin fikirleri müctehidler içindir. «Benî ve başkalarını taklîd etmeyin» sözü müctehidler için söylenmiştir.
9- Karaman, broşürdeki dokuzuncu sorusunda, kendi kendine «Bu kitab faydalı mıdır, faydalıysa niçin reaksiyon gördü?» diye soruyor. Reaksiyon gösterenleri ikiye ayırıyor:
1 – Kötü maksatlılar,
2 – İyi niyetli, fakat dar görüşlüler.
Acaba bu kitabı övenler kimlermiş?
1 – İbni Teymiyeciler,
2 – Vehhâbiler,
3 – Dar görüşlü olanlar değil, geniş görüşlü olanlar, yani geniş mezhepli olanlar,
4 – Mezhep taassubunu kıran zamanımızın büyük müctehidleri (!)
5 – İyi niyetli olduğu halde meseleye vakıf olmayan saf müslümanlar.
Biz de böyle bir sıralama yaptık. Acaba Karaman bu gruptakilerden birisine dahil midir değil midir?
Karaman, iyi niyetli fakat dar görüşlü olanlara «Mezhepçi olmak yerine İslâmcı olmayı» tavsiye ediyor.
Karaman’a göre bir mezhebe bağlanmak, yani mezhepçi olmak acaba İslâmcı olmak demek değil midir? Mezhebe sıkı sıkıya bağlanmak ve zaruret olmadıkça başka bir mezhebin bir hükmünü tatbik etmemek müslümanlık değil midir? Halbuki İmâm-ı Rabbânî hazretleri, mezhebin bir hükmünü beğenmeyip hak olan başka bir mezhebin hükmü ile amel etmeyi ilhad kabul etmektedir.
Karaman, dokuzuncu sorusuna şöyle devam ediyor:
«Allah ve Resûlü, bizi Hanefî, Şafiî, Maliki gibi bir mezhebe bağlanmak, bunları müdafaa etmekle mükellef kılmamıştır, İslâma bağlanmak onu müdafaa etmekle mükellef kılmıştır.»
Ne demek bu ifadeler, mezhebe bağlanmak İslâm’a bağlanmak demek değil midir? Asırlardır, bir mezhebe bağlanan ve onu müdafaa eden sayısız evliya gelip geçmiştir. Bunlar Allahü teâlâ’nın emrinin aksini mi yapmışlardır?
: Cenâb-ı Allah ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, İslâm âlimlerine tâbi olmayı, bilenlerden sormayı, İcmaya uymayı emretmiştir. Dolayısıyla İcma gereği olan dört hak mezhebden birisine uymayı emretmiştir. Yani Hanefî veya Şafiî olmayı Allahü teâlâ ve Peygamber aleyhisselâm emretmiştir. Dört hak mezhebden birine uymayı İslâm âlimleri bize emrettiklerine göre, biz de islâm âlimlerine uymak mecburiyetinde olduğumuza göre, dört hak mezhebden birine uymak Cenâb-ı Hakkın ve hem de Peygamber aleyhisselâmın emri demektir. Allahü teâlâ, «İslâm âlimlerine tâbi olun.» diye buyurmuştur. Teker teker İslâm âlimlerinin isimlerini de mi zikredecekti? Meselâ Nü’man bin Sabit (İmâm-ı A’zam) veya Muhammed bin İdris (İmâm-ı Şafiî) gibi âlimlere mi tâbi olun diye emir buyuracaktı? Hanefî, Malikî diye isim zikrederek mugalataya sapmak, demagoji yapmak çirkin yoldur.
Dört hak mezhebin dört büyük imâmı, Hadîs-i şerîflerle övülmüş olduğu da ilim ehlince sabittir.
İÇ FİTNE
(Değerli İlâhiyatçı Muharrir Ahmed Selâmi TOSCUOĞLU?NUN Çorum?da verdiği İÇ FİTNE isimli konferansın özeti şöyledir) :
Bir fikir harbi içindeyiz. Kan akıtan harb, daha fazla kan akıtmak için yerini fikir harbine bırakıyor. İnkârcılar bile inkârı sistemleştirmişlerdir. Diğer muzır cereyanlara bir atlama taşı teşkil etmektedir. Kimse anasından komünist doğmaz. Ortaokulda eyyamcı olan, fikirsizlik taşında bulunan bir genç, lisede futbolcu olursa, üniversitede iffetsizlik cereyanına kapılırsa sosyalist veya komünist olması mümkündür. Bu bakımdan tehlikeli cereyanlara gidecek bütün yolları kapamamız lâzımdır. Vücudunu teslim etmek istemiyen kadın, küçük parmağını bile teslim etmemeli, aksi halde onu el ve kol, sonra da vücut takip eder.
İç ve dış tehlike veya fitne diye bir tefrik yapmaya imkan yoktur. İslâmın dışında olan her şey tehlikedir. İÇ FİTNE?den maksadımız, münafıklar eliyle icra edilen tehlike demektir. Kâfirden daha eşet olan münafık, İslâmın içinde müslümanlar arasında yaşar, müslüman zannedilir, onun İslâm düşmanı olduğunu feraset sahipleri ile Allah azze ve celle bilir. Bunlar mukaddes ve muazzez şeriatımızı tahrif etmek için çalışmaktadırlar. Mutlak mânâda son şeriatın tahribi muhaldir. Kürre-i arzın sonuna kadar şeksiz ve şüphesiz hiç değişmiyecektir. Hatta son zamanda bütün kürre-i arza hâkim de olacaktır. Ancak bizim korkumuz, İslâm dışılıklarla dolu, bozulup kurcalanmış bir sistemi takdim. Tahribden kast ve muradımız bu. Perde arkasında oynanan oyundan habersiz halk, mektepli, ilâhiyatlı, imam, müftü V.S. sulandırılmış, bulandırılmış bir neslin ardına takılacak. Sonu ne olacak? Birbirine düşmüş tabii ve sun?i iki çark, kütür kütür birbirinin dişlerini dökecek. Bundan kim istifade edecek? Rejim için en büyük tehlike aşırı sağdır diyenlerle İslâmın saffet ve duruluğunu taşıyan müslümanları işaretleyen ve elli senedir onları öğütememenin ızdırabını duyan toprak altına girmiş baş İblis ve onun zihnin ilkah olan Allah ve Resülünün düşmanları…
İslamın sulandırılmış ve bulandırılmış olarak İslâm diye takdimine müsaade edemeyiz. Zira şeriatımızı muhafaza her müslümanın vazifesidir.
Dış fitne müslüman olmadığını söylüyor veya o söylemese de biz bazı ölçülerle onu tanıyoruz. Fakat İç Fitnenin teşhisi pek kolay değil. Çünkü İç Fitnenin temsilcileri, şeriat ilimlerinden bahsetmekte, hattü âlim, hoca, müdakkik gibi payelerle aramızda dolaşmaktadır. Bunlar, saf, bilgisiz, tecrübesiz, İslâma ihlâs ve zekâ gözüyle bakma melekesini henüz kazanamamış müslüman halktan, münevverden ve talebelerden bir grup ve muhit sahibi olarak bile isim ve şöhret kazanmış olabiliyorlar. Az evvel bâtıla ait atlama taşlarını görmüştük. Şimdi İç Fitnede bu taşlar, başka isimlerle aramızdadır. Meselâ mezahibin telfıkı, mezhebsizlik, içtihad kapısını açmak, yeni içtihadlar yapmak gibi. Yeni içtihaddan maksat asrın ve Avrupaî âdetlerin paralelinde yeni bid?atleri din gibi içimize sokmak.
Yedi başlı Yahudi, İslâmı yıkmak için, İslam Milletini İslâmdan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyordu. Bunun ise reformla gerçekleşeceğini biliyordu.
Bu milleti aslından uzaklaştırılmış uydurma bir dine kaydırmak için zehiri altın kupa içinde sundular. Stratejilerini üçe ayırabiliriz:
1 ? Düşman, sanayi terakkiyatını kendi imanî, içtimaî ve siyasî temel nizamlarının tabii bir neticesiymiş gibi İslâm milletine üfürmek suretiyle İslâm terakkiye mani gibi gösterilmeye çalışılmıştır. İslâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din olduğu sözde müslüman Cemaleddin Efgani gibi kimseler vasıtasiyle İslâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din olduğu işlenmiş. İslama Garb zaviyesinden bakmak hayranlığı aşılanmıştir. Efgani?nin tilmizleri Abduh ve Reşit Rıza gibileri mucizeleri Garblının bakışına göre izaha çalışmışlardır,
2 ? Tahsil perdesi altında ecnebi ınemleketlere çekilen genç dimağlara Garbın her türlü âdedi şırınga edilip diploması verildikten sonra en üst devlet memuriyetine getirilme taktiği.
3 ? Böylece dahilde ve hariçte yetiştirilen yerli malı ecnebi idareci kadrosu, tanzimat, ıslahat, meşrutiyet öz Türkçecilik, içtihatçılık gibi perdeler altında İslâm milletine saldırılacak, berrak olan İslâmdan ayrı olarak bulanık ve katışık fakat yine adı İslâm olan bir başka dine kaydıracaklar. Böylece düşman nihai hedefine ulaşmış olacaktır,
Müslümanların İslâma sarıldığı nisbette kuvvetli, İslâmdan uzaklastığı ölçüde zayıfladığını düşman keşfediyor. Bu keşif ve teşhis mucibince Haçlılar saldırıya geçmiştir. Haçın da Haçlının da mucidi yedi başlı yahudidir. İslâm seriatı içinde İslâm şeriatına düşman grupları peydahlayan da odur. İlk fitneyi çıkaran Abdullah İbni Sebe, Yemenli bir Yahudidir.
İbni Sebe? her peygamberin bir varisi bulunduğunu, Peygamber Efendimizin peygamberlerin sonuncusu olduğunu Hazreti Ali?nin de varislerin sonuncusu bulunduğunu, bu bakımdan Hazreti Ali varken başkalarının halife olması zulüm olduğunu beyan ederek ŞİA?nın temellerini, atmıştır.
Hazret-i Ali?den önce Hazret-i Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Hazret-i Osmanı halife olarak seçen Eshâb-ı kirâma düşmanlık başlattırılıyor Böylece Eshâb-ı kirâma itmadı sarsmak suretiyle dinin esaslı bir kaynağı yok edilmek isteniyor. Şeriat hükümlerini teşkil eden kitap ve sünnet bu sahabiler tarafından istikbale devredilecek taşınacak ve nakledilecektir. İşte sahabi düşmanlığı ile bu yol tıkanmak istenmektedir. Bu sahabi düşmanlığı ile halkın kafası bulandırılacak, nice hadis-i şerifler, deliller şaibe altına girecek nice râviler, senetler, fetvalar yok olmaya, sıfır kabul edilmeye mahkum edilecektir. Şeyhayna Hazret-i Aişe?ye,
Aşere-i mübeşşereden bazılarına Hazret-i Muaviye gibi zatlara yapılan düşmanlığın altında hep Yahudi parmağı yatmaktadır. Sahabiye bağlılık ve itimat sarsıldığı zaman ondan gelecek mutlak nizama, yani İslâma olan bağlılık ve itimadın halini tüyleriniz diken diken olmadan hayalinizin eline vermeniz mümkün mü? Tek cümleyle bu sahabi düşmanlığı mutlak nizamın yolunu kesmek gayesiyle peydahlanmıştır.
Bir an için Resulüllah?ın tebliğ ettiği sistemin geçiş yolu üzerinden sahabiler basamağını kaldıralım. ikinci asra, tabi ne İslam adına bir tek zerrenin geçebileceğini hayal etmek mümkün mü? Eshâb-ı kirâmın tamamını değil, birkaçını düşmanlık sebebiyle aradan çıkarsak yine İslâm şeriatına itimat kalmaz. (Meselâ İbni Sebe?nin hilesinin tesiri altında kalan bir kimse Hazret-i Muaviye?yi içtihadından dolayı (haşa) fâsık bilerek itimat etmezse Hazret-i Muaviyeden hadis rivayet eden kütüb- sitte ile diğer hadis kitaplarına itimat kalmaz. Öyle ya fâsığın rivayeti kabul edilmediğinden fâsıktan rivayet eden bir muhaddisin hadislerine de itimat edilmez. Bütün muhaddisler istisnasız Hazret-i Muaviye?den hadis rivavet ettiğine göre bütün hadis kitapları şaibe altında bulunduğundan hadis kitaplarına itimat mümkün değildir. Böylece Resûlullahın tebliğ ettiği sünnet yok olmuş olur. Hattâ Hazret-i Muaviye vahiy katibi de olduğu için Kurân-ı kerîm de ?haşa? şaibe altına girecektir. İşte İbni Sebe isimli Yahudi İslâm Şeriatını böylece itimat edilmez hale getirmek istemekledir. Bazı gâfiller de İbni Sebe?ye âlet olarak Hazret-i Muaviyeye düşmanlık etmektedirler.)
İbni Sebe başlattığı bu sahabi düşmanlığı günümüzde de bazı hainler veya gafiller vasıtasiyle devam etmektedir.
(Konferansta Ahmed Selami; değil Eshâb-ı kirâmdan, tâbiînden ve tebe-i tâbiinden birkaç zevatı aradan çıkarmanın İslâma vereceği zararı uzun uzun anlattı. Sonra İmâm-ı Azam?ın kim olduğunu belirtti. İmâm-ı Azamın Allah düşmanı rejimlerin plan ve programını tanzim ettiği, mekteplerde okunmadığını, o mekteplerde okuduğu bilgilerle mason Ezherlilere müçtehid diyecek kadar ileri giden bir kimsenin İmâm-ı Azamla boy ölçüşmeye kalkışmasının vehametinden bahsetti. Telfıkçıları, müçtehid taslaklarını mezhepsizlik heveslilerini fitnenin ağına düşenleri uyardı. Bu fitnenin başını çekenlerin hain değilse mutlaka gafil olduklarını iplerinin başkalarının elinde olduğunu belirtti.
Allah?ın vâ?zedip Resûlünün tebliğ ettiği nizama samimiyetle bağlı olanlara soruyoruz :
1 ? Dört imama olan bağlılık ve itimadı yıkıp, bu bağlılık ve itimad kime çevrilecek ve bu iş hangi rejim adına yapılacak?
2 ? Tâbiinden İmâm-ı Âzam?a tebe-i tâbiinden imâm-ı Şafii?ye ve diğer zevata olan bağlılık koparılırsa Resûlulahtan bir zerre bize intikal edebilir mi?
?0 İmâm-ı Azam ise, ben de bilmem kimim, 0 içtihat yaparsa ben de yaparım, mezhepler birleşmeli, kitap ve sünnetten gayrısı 1âf?» diyen mezhepsizler türedi.
Dikkat ediniz lütfen İslâmiyetin temel nizamları kimlerin elinde derlenip toplanmış ve en ince noktasına kadar kimlerin içtihatları ile bir pırlanta işlenircesine işlenerek, nakışlanarak, kopmaz dağılmaz, pörsümez, ufalmaz, dökülmez hale getirilmiştir. Eimme-i Erbaa denilen dört imamın elinde değil mi? Öyle ise tamam… Materyalist ve ateist cereyanın dıştan tazyik ve darbe ile yıkamadığı İslâm hukuku yani şeriat yani dinin temel nizamlarının bütünü demek olan fıkıh, eseri bulunan dört imamın şahsında yürütülmektedir bu gizli planlar. Dört imama bağlılık koparılınca onların lisaniyle bizlere aktarılan temel nizamlar da top atacaktır. İşte fesat şebekelerinin perde arkasındaki hedefleri, maksatları, niyetleri?
Şimdi anlaşıldı mı hainlerin kirli emelleri? İslâm hukuku dondurulmuş demelerinin arkasındaki maksadı? Fıkıh bugünün ihtiyaçlarına cevap veremiyor, modern problemler çıktı, yeni içtihatlar yapalım veya hak birdir dört hep ne oluyor? Peygamber zamanında dört mezhep mi vardı? Kitap ve sünnetten başkası bid?atir, avamın mezhebi yoktur diyerek bütün ehl-i sünnet mukallitlerini kendileri gibi mezhepsiz göstermeye kalkışmalarının iç yüzü anlaşıldı mı? Ebu Hanife de insan, o içtihat eder de biz edemeyiz mi? diyenlerin nihaî gayesi anlaşıldı mı? Mesele dört imamın nakışladığı derleyip, toparladığı ahkâm-ı İslâmiyeyi işlemez hale getirip cemiyetten tard ederek muattal bırakmaktır Bundan sonrası kolay? Fert ilâhi ahkamdan çözülünce onu başka nizamlara bağlamak basit olacaktır.. Bunu bir misalle dikkatlerinize sunmak istiyoruz.
Nikâh meselesini ele alalım. İslâmda nikah var mıdır, yok mudur? (Vardır sesleri) Varlığı ne ile bellidir? Nas ile.. Yani İslam?da evlilik esas ve şartları bulunan bir müessesedir. Yani evlilik dinî bir akittir. Şimdi biri çıksa ve dese ki ?Esas ve şartlarını dinî nasların ve bunlara müstenid içtihatların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap etirmez.? Ne dersiniz? (Yanlış sesleri)
Aynı şahıs şıksa ?Bugün belediyelerde kıyılan nikahların çoğu İslâm hukuku bakımından da muteber bir evlenmedir?? dese ne dersiniz? (Halt etmiş deriz sesleri)
İşte ?telfik yapalım?, «içtihat edelim? diyenlerin mantığı. Bu mantıkla nastan Hüküm istinbat ve ihraç edeceklerse topyekün şeriatımız güme gitti demektir.
Şeriatımızda akit nedir? ?Nikâh, hibe, vasiyet, bey ve şira gibi bir muamele-i şer?iyyeyi iki tarafın iltizam ve taahhüt etmeleridir.? İstilâhı Fıkhiyye Kamusu).
?Nikâh akit dağildir? denmekle ne isteniyor? İslâm karşısındaki mihrakların temel nizamları namı hesabına bu temel nizamların ayağına giden, ona râm olan onunla ahenkleşmek üzere her husus ve mahrumiyetini onun parmaklarına teslim eden bir din mevcut olması mı isteniyor?
Lâik?im dendiği halde lâik olunmuyor. Lâik olmaları için dine muhtariyet tanımaları, din ve din ile ilgili müesseseleri parmaklarının içinde, ökçelerinin altında tutmamaları icap eder. Ortodokslara ve yahudilere Iozan?la tanınan haklar mucibince lutfedilen muhtariyetin Müslümanlara da tanınması şart olur. Tağut düzenleri aslına sadık kılınan bir İslâmiyete dönüşü kabul edemezler. Âncak kendi uydurdukları bir dinin adıne İslâmiyet diyerek ona muhtariyet verebilirler.
Dört ehl-i sünnet mezhebini birleştirerek beşinci bir mezhep vücuda getirmek istiyorlar Yani itina ile işlenmiş dört elm ası öğütüp, bu öğütülen parçalardan yeni bir elmas meydana getirmek. yolu dört mütehassıs kuyumcu (dört imam) derecesinde bir sanatkârı değil, kuyumcu geçinen kaldırım taşı kırıcılarına bir tek elmas ısmarlamak.. Cinnetin derecesine bakın, ortada itina ile işlenmiş dört elmas kalmadığı gibi kaldırım kırıcıları elinde öğütülen elmas tozları uçup gitmiştir.
Ne idüğü belirsiz Reşit Rıza isimli Mısırlı bir adamın «MEZAHİBİN TELFIKI İslâmın bir noktaya cemi» adını taşıyan apaçık manâsı dört elması öğütüp sonra bu tozların bir noktaya cem?î gibi ucube ve hilkat garibesi bir manayı aksülamelinden çekindiği için belki de İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri şekline inkilâp ettirerek perdeli bir kıyafetle takdim eden ve bu sadeleştirme denilen nesneyi Diyanet İşleri Başkanlığı isimli yerde çörekli aynı menşeli bir yardımcı marifetiyle ve duyduğumuz hikayesiyle alelacele hırsızdan mal kaçırırcasına diyanet neşriyatı arasında da basıp yaymaya muvaffak olan o İslâm enstitüsü muallimin akıl ve mantığına yeniden dönüyoruz.
Ne diyordu bu fıkıh öğretmeni? ?Esas ve şartlarını dinî ve bunlara müstenid içtihatların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez. İslâmda rııhbanlık ve din adamlığı gibi bir mukaddes sınıf mevcut olmadığı, evlenme akdinin imam tarafından veya camide yapılması da şart değildir. Bugün Belediye deirelerinde kıyılan nikahların çoğu ?süt akrabaları arasında evlemeler, İki şahidin de kadın olması gibi bazı istisnaları bir tarafa? İslâm hukuku bakımından da muteber bir evlenmedir.?
Zaten birinci hüküm bu neticeyi elde etmek üzere ortaya konuyor ve bu usule göre müçtehidimiz içtihadını yapıyor. Yani NAS?ını kendisi tayin edip sonra da bu nastan hüküm istinbat ediyor. Peki mücerret şeri nikâh belediye dairesi hukuku bakımından da muteber bir evlenme midir? Elbette muteber değildir. Peki şer?î nikâh belediye hukukunda muteber bir olmuyor da Belediyedeki anlaşma şer?i hukuk bakımından nasıl muteber oluyor? Bu uygar içtihatlarla hangi nikâh hangisi namına eritilmek isteniyor? Nikâhı olmayan uydurma dinin müçtehitleri buna da cevap verin! Neden belediyeden sonra ikinci bir nikâha lüzum görülüp dini nikâh yapılıyor? Yapmayalım. yapmayınız, yapmasınlar!.. Bu ne halt etmektir efendiler! Din ayrı laik devlet ayrı değil mi? Birindeki kanunların ve şartların temeli vahiy, diğerininki ise vahiy dışılıktır.
Mümin vatandaş Allah istiyor diye Allah?ın istediği nikâhı yapar, rejim istiyor diye de belediyedeki nikahı yapar. Niye vahyin elindeki nikah vahiy dışılığa feda edilecekmiş?
İslâm Enstitüsü Fıkıh hocası kişinin usul ve mantığına göre: Esas ve şartlarını dini nasların ve bunlara müstenid içtihatların teşkil etmiş olması evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez hâşâ? Yine aynı şartlarla hibenin de dini bir akit olmasını icab ettirmez hâşâ… Vasiyet, rehin ve icare de dini bir akit değildir hâşâ? Sayın sayabildiğiniz kadar. Yani dini akit diye bir şey yoktur hâşâ? Ehl-i sünnet 1400 yıldır vardır desin, fıkıh kitapları, kamuslar yazsın. Sen çık kabul etme. Burhan Felek de kabul etmiyor. Laik nikah yaşamalı öteki beriki namına ölmeli imiş. Gaflet veya hıyanetlerinden kimler kimlerle el ele, omuz omuza gidiyor, göz göze, diz dize yaşıyor görelim. Hangi esasları hangi esaslar namına dünyadan tard etmek istiyorlar bakalım.
Burhan Felek İmâm-ı Felek olarak yaptığı laiksel içtihadında ?Dini nikah diye bir şey yoktur. Nasıl Mecellede alışveriş, kira, rehin gibi akitler var ise nikâh da böyle bir akittir, nasıl dini icare yoksa dini nikâh da yoktur.? diyor.
(İslâmda namaz vardır, oruç vardır. nikah vardır. Fakat bunlara dini namaz, dini oruç, dini nikâh demeye lüzum yoktur. Dinimiz hepsinin nasıl yapılacağını sarahaten göstermiştir. Namaza dini namaz denmediği için feleksizlerin iddia ettiği gibi ?Esas ve şartlarını naslarla bunlara ait içtihatların tesbit olmuş olması namazın dini bir ibadet olmasını icap ettirmez.? denebilir mi ?
Bu adamlara göre bir akit esas ve şartlarını dini naslar ve içtihatlardan alacak, hem de dini olmayacak. Artı k buna cahillik mi dersiniz, gafillik mi dersiniz, ne derseniz deyin, mesele artık şirazesinden çıkarılarak ayağa düşmüştür.
Burhan Felek?in yazdığı yazı ile İslâm Enstitüsü Fıkıh mualliminin (Hayrettin Karaman?ın Mukayeseli İslâm Hukuku s. 236?daki ifadeleri arasında hedef ve gaye bakımından Allah rızası için bana bir fark gösterin. İhtiyar Felek, Mecelle cümlesindeki hükmü ile ?Dini nikâh yoktur.? deyişinin mütenakız düştüğünün acaba farkında değil mi?
Felek, BAB-I NİKÂH adı altında ciltler dolusu kitaplardan bihaber ise, bu ona ?İslâmda nikah yoktur,? gibi cahillere has cesaret ve cür?et hakkı veremez ki…
İslâmda yalnız nikâh mı var? Onda olmayan ne var ki? İslâm muamelât, ukubat, münakahat, ibadâtı ile topyekün bir hayat dinidir, Halbuki Ateist ve masonik zihniyet bu yüce dini, mücerret namaz, oruç, kandilde ampul yakma, birtakım şahsiyet müflislerine mevlid okutma gibi ibadet ve âdâtın 3-5 tüzüğünden ibaretmiş gibi kabul ettirme. beyin şartlandırması ve propagandası içinde bulunuyor, Gaye onda dokuzu budanan İslâmiyeti muharref Hıristiyanlık gibi saptırmak ve gitgide tamamen insan mamulâtı bir nesne haline getirmek… Gaye bu. Buna yarım asırdır didinip durmaktadırlar.
Şeri nikâh ile medenî nikâhın istediği şartlar ayrı ayrıdır, Birine göre öbürü muteber değil, diğerine göre beri ki geçerli değildir.
Adam on defa hacca gitmiş, bakıyorsunuz bankaya on kere girip çıkıyor. Bu adama neyin içtihadını yapıp göstereceksiniz? Adamın imanı zayıflamış, çürümüş. Böyle bir cemiyette içtihat yapın denirse adam çıkar, ?Evlilik dini bir akit değildir.? der. Bakar fazla bir tepki, görmedi mi yeni yeni içtihatlara cüret eder. ?Erkeklere altın yüzük artık mübah demenin zamanı geldi.? der.
Tehlike büyüktür. Devlet-i Ali Osman yıkılmıştır. Bir avuç ehl-i sünnet kalmıştır. 0 da eridiği zaman mesele tamamdır, plân bu…
Ehl-i sünnetin imâmı, İmâm-ı Azam, kaynaklardan 64 bin umumî kaide istinbat ediyor, yarım milyon meselenin hükmünü ortaya çıkarıyor. Talebelerinden kırk müçtehid yetişiyor, 55 defa hacca gidiyor. İki rek?atta Kur?ân-ı kerîm?i hatmediyor. Kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılıyor. İlimde dedesinin dedesi İbni Mes?ud (Radıyallahü anh) a dayanıyor. Şimdikilerin ilimde demeyelim de bilimde dedesinin dedesi Cemalettin Efgani denilen mason köpeği?
Sadece Efgani mi mason? Onun yetiştirmesi Abduh da mason? Onun yetiştirdiği Reşit Rıza da masondur. Hayrettin Karaman bu Reşit Rıza?nın ki,tabını Diyanet neşriyatı arasında sadeleştirip yayıyor. 1400 senedir kitabı çevrilecek hiç hiçbir adam kalmadı da masonların tilmizlerinin Mısır?da yazmış olduğu ve mücerret fitne çıkarmak için yazdıkları TELFIK kitapları mı kaldı? Allah rızâsı için cevap verin bu kadar iğrenç plân olur mu?
Yeni bir müctehid var, mühendistir, adı Süleyman Karagülle? Biz onunla epey boğuştuk. Karagülle çıkıyor : ?Müslümanlar kendi dini inançlarını yürürlükte olan mevzuata göre çözmeler zaruridir.? Diyor. Peki mevzuat ne? Diyelim ki Paris?te meclisi topluyorlar, mirasta kadın 5, erkek ise 1 alacak diye karar alıyorlar. Şimdi ben mirasımı bu mevzuata göre mi yürüteceğim? (Belediyede nikâh oldu diye ayrıca dinime göre bir nikâh yaptırmayacak mıyım? İngiltere?deki bir Müslüman, hemcinsin birbiriyle evlenmesi kanununa uyarak oğlunu başka bir erkekle mi evlendirecek? Müçtehid devam ediyor : ?Müslüman İslâmiyeti yaymak için İslâma aykırı kanunlara uyar, bundan dolayı da hiçbir günaha girmez.? İslâmiyeti yaymak için erkeği erkekle çiftleştireceğiz ve de hiçbir günaha girmeyeceğiz öylemi?) Bunlar nasıl içtihad? Bundan sonra din diye bir şey kalır mı ortada? Kanun bu, daha ne kanunlar çıkabilir? Dinimizin icaplarını yürürlükteki mevzuata uyduracağız, yok asra uyduracağız, dersek dinimiz, mevzuat veya kanunlar olmaz mı?
Mezhebli bir mükellefin, mezhebindeki bir hükmü beğenmediği veya delilini kâfi görmediği için o hükme tâbi olmazsa mülhid (Dinsiz, dine karşı olan, sapıtmış, sapık, iman etmeyen kimse).
olacağını senet bir âlimden dinliyelim :
Evet müceddid-i Elfi sâni Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fa-rûkî Serhendî hazretleri, MEBDE VE MEAD Risalesinin otuzuncu fıkrasında buyuruyorlar ki: «Namazda kıraat farzdır. Hadîs-i Şerîfte de FATİHASIZ NAMAZ OLMAZ buyurulduğu halde hakiki kıraati bırakıp kıraat-ı hükmiye karar verilişinin sebebini anlayamadım. Mezhebimiz Hanefide İmâm arkasında kıraata dair açık bir delil bulunmamasına rağmen mezhebe uyarak imâm arkasında Fatiha okumazdım. Zira biliyordum ki MEZHEBDEN ÇIKMAK İLHADDIR.»
Risalenin devamında mezhebe uymanın bereketiyle Hak teâlânın lütfü ile kendilerine bunun hikmetinin gösterildiğini bildiriyor ve bariz misâllerle bunu açıklıyor.
Demek oluyor ki, İmâm-ı Rabbânî gibi müceddid ve müctehid bir veliyy-i kâmil, delilini bilsin veya bilmesin istisnasız mezhebinin bütün hükümlerine tâbi oluyor, bir hükme bile tâbi olmamayı mezhebden çıkmak ve ilhad kabul ediyor.