Şevkani

Şevkâniyyat – Ebubekir Sifil

Muhterem dostum Mehmet Emin Akın hoca, eş-Şevkânî’nin el-Fevâidu’l-Mecmû’a’sını tercüme etmiş; başına da kitap hacminde bir Takdim bölümü ekleyerek Mevzu Hadisler adıyla yayımlamış. Yoğun emek mahsulü olduğu anlaşılan bu çalışma için kendisini tebrik ediyorum.
Takdim kısmında eş-Şevkânî’nin hayatını, düşünce ve akidesini, eserlerini ve hakkında yapılmış çalışmaları zikrettikten sonra “eş-Şevkânî’ye Yöneltilen Bazı Tenkitler” diye bir başlık atmış ve el-Kevserî’nin eş-Şevkânî’ye yönelttiği tenkitleri ele almış. Daha sonra da mevzu (uydurma) hadis ile ilgili bahislere yer vermiş.El-Kevserî ile ilgili tenkitleri şu noktalarda toplanıyor:

1. El-Kevserî, Hanefî mezhebini üstün kılmak için zaman zaman birçok alimi keskin bir üslupla tenkit etmiştir.

2. Eş-Şevkânî hakkındaki tenkitleri ilim ehlinin edebiyle bağdaşmayan çirkin sözler ve yersiz hakaretler içermektedir.

3. Eş-Şevkânî’nin Ümmet-i Muhammed’in, taklid ettikleri imamları Allah’tan gayri Rabler edindiğini söylediğini ileri sürmüştür.

4. Kabir ziyareti ve tevessülle ilgili bid’atler konusunda sessiz kalmayı tercih etmiştir.

5. Zeğalu’l-İlm adlı risalenin ez-Zehebî’ye ait olduğunu iddia etmiştir. İbn Teymiyye hakkında çirkin ifadeler içeren bu risalenin ez-Zehebî’ye ait olması mümkün değildir.

6. Kabirlerin üzerine kubbe (türbe) ve mescit yapmanın caiz olduğuna getirdiği delillerden, eş-Şevkânî’nin yahudi olduğu sonucunu çıkarmıştır.

7. Eş-Şevkânî’nin İslam’ın ve Müslümanlar’ın düşmanı olduğunu söylemiştir.

8. Eş-Şevkânî’nin, kabir ehliyle tevessülde bulunanların şirke düştüğünü söylediğini ileri sürmüştür.

9. Eş-Şevkânî’yi eleştireyim derken, tenkidin gerektirdiği edep ve üslubu aşarak ona sövüp-saymıştır.

10. Eş-Şevkânî’yi sevenleri, onu “hamd ile tesbih etmiş” olmakla itham ederek, ona ibadet etmiş olduklarını ileri sürmüştür.

11. Eş-Şevkânî’nin, “istiva” ayetini, Allah Teala’nın Arş’a “hissî” (somut/müşahhas) bir şekilde oturduğunu söylediğini iddia etmiştir.

12. Eş-Şevkânî’yi, “Müslümanlar arasına sızmış Yahudi”, “Mücessim”, “Ekanim-i Selase’si (Üç İkon) için mücadele eden”, “ayaklar altında çiğnenmiş olan”, “ifritten medet uman” şeklindeki ifadeleriyle suçlamıştır.

13. Eş-Şevkânî’nin, 4’ten fazla kadınla evlenilebileceğini söylediğini iddia etmiştir.

Bu maddelerde yer alan hususların ve bunların uzantılarının bu yazı çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmesi elbette mümkün değil. Akın hocanın, bu satırları yayımlayıp kalıcı hale getirmeden önce, konuyla ilgilenenlere istişarî mahiyette de olsa göstermesini dilerdim. Zira yukarıda özetlediğim hususlar arasında, yanlış anlamadan tahkikte yüzeyselliğe kadar, hocayı hataya sürükleyen birçok husus var.

Bütün bu hususları da kapsayan geniş bir “el-Kevserî değerlendirmesi” zaten Kevserî Külliyatı projesi çerçevesinde yapılacaktı. Akın hocanın bu çalışması da zorunlu olarak o meyanda gündeme alınmak durumunda.

ŞEVKÂNİYYAT – 2

Mehmet Emin Akın hocanın, el-Fevâidu’l-Mecmû’a çevirisine eş-Şevkânî’ ile ilgili kitap hacminde bir ‘Takdim’ yazısı yazdığı halde neden sadece el-Kevserî’nin tenkitlerini ele almakla yetindiği merak konusudur. Öyle görünüyor ki hoca, eş-Şevkânî’yi her ne pahasına olursa olsun tebrie etmek ve bu arada ‘haddini aşan’ el-Kevserî’ye de haddini bildirmekle sorumluluğunu ifa ettiğine inanmaktadır!

Oysa ülkemizde hemen sadece Neylu’l-Evtâr ve İrşâdu’l-Fuhûl adlı eserleriyle tanınan eş-Şevkânî’nin, Veblu’l-Ğamâm’da, Talâk konusundaki risalesinde ve daha başka eserlerinde tartışma konusu olmuş birçok görüş ve yaklaşımı mevcuttur. Dolayısıyla hakkında daha geniş ve objektif bir çalışma yapmak için Akın hocanın eline iyi bir fırsat geçmişken ortaya objektif bir “eş-Şevkânî portresi” koyması beklenirdi.

Abdülhayy el-Leknevî’nin “Şevkâniyyât” bahsinde İbrâzu’l-Ğayy, Tezkiretu’r-Râşid, Zaferu’l-Emânî, el-Âsâru’l-Merfû’a gibi eserlerinde “uyarı levhası” vazifesi gören tenkitleri, keza konunun otoritesi daha başka isimlerin benzer tesbitleri böyle bir çalışmada mutlak surette geniş bir şekilde değerlendirilmeliydi. Yani mesele “el-Kevserî’nin eş-Şevkânî’ye haksız saldırıları” olarak değil, eş-Şevkânî’nin, Abdülazîz el-Ğumârî, Mahmud Sa’îd Memdûh gibi daha pek çok ilim adamı tarafından eleştiri konusu yapılmış şazz görüşlerinin takdim ve değerlendirmesi olarak ele alınmalıydı?

Akın hocanın el-Kevserî’nin tenkitleri ile ilgili ?bir önceki yazıda zikrettiğim? tesbitlerine gelince, bunlar hakkında aynı sırayla ve kısaca şunları zikretmekle yetineceğim:

1. “el-Kevserî, Hanefî mezhebini üstün kılmak için zaman zaman birçok alimi keskin bir üslupla tenkit etmiştir.”1

el-Kevserî’nin Hanefî mezhebini müdafaa için büyük gayretler sarf ettiği doğrudur. Ancak “Hanefî mezhebini üstün kılmak için zaman zaman birçok alimi keskin bir üslupla tenkit et”tiği doğru değildir. Onun bu sahadaki hassasiyeti, yaşadığı zamanda ve mekânda (20. yüzyılın ilk yarsı/Kahire) Hanefî mezhebi aleyhdarlığının, hatta “düşmanlığının” moda haline gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İmam Ebû Hanîfe başta olmak üzere Hanefî mezhebi imamlarının Hadis konusunda yetersiz olduğu, mezhebin büyük ölçüde hadislere muhalif içtihadlar üzerine bina edildiği? gibi iddialar karşısında gayret-i diniye sahibi hiçbir alimin susması ve ihkak-ı hak’tan geri durması caiz değildir. O da bu meyanda üzerine düşeni yapmış ve Hanefî mezhebinin de en az diğerleri kadar hadis ve esere dayandığını ortaya koymuştur. Bunun, Hanefî mezhebini üstün kılmaya çalışmakla ne ilgisi var?

Onu “mezhep taassubu”yla yaftalamak isteyenler, genel olarak Ehl-i Sünnet imamlara bakışına, diğer üç mezhebe ait eserlere yaptığı hizmetlere ve konuyla ilgili yazdıklarına -ki hayli yer tutacağı için detaylarıyla zikredemiyorum- “taassuba kapılmadan” bakmak durumundadır.

“Keskin üslup” meselesine gelince, onun eserlerine aşina olanlar, “mezhepler arası ihtilaflar” konusunda yazarken ne kadar munsıf ve yumuşak bir üslup kullandığını bilir. Ancak itikadî meselelerde, özellikle de Ehl-i Sünnet’in imamlarından herhangi birisine vaki bir tecavüz karşısında üslubunun sertleştiği doğrudur ve bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Bu cümleden olarak İmam Ebû Hanîfe’yi küfürle, fıskla, cehaletle, müfsitlikle suçlayan birisi söz konusu olduğunda, ona değil de onu sert bir üslupla eleştiren el-Kevserî’ye yönelmiş eleştirinin, serseri kurşun gibi hedefini şaşırmış olduğunu söylemek Akın hacanın da boynunun borcudur!

ŞEVKÂNİYYAT – 3

2. ‘eş-Şevkânî hakkındaki tenkitleri ilim ehlinin edebiyle bağdaşmayan çirkin sözler ve yersiz hakaretler içermektedir.’1

Bu tesbitin doğruyu ne ölçüde yansıttığını görmek için aşağıdaki maddeden itibaren gelecek olan bahislere iyice dikkat etmek gerekiyor. eş-Şevkânî nerede ne söylemiş ve karşılığında el-Kevserî ne demiş! Şu kadarını söyleyeyim, el-Kevserî kalemini nasıl kullanacağını, kime ne söyleyeceğini ve bu arada neyin “edep”, neyin “edepsizlik” olduğunu gayet iyi bilen bir alimdir. Bu noktada sözü daha fazla uzatmayı gereksiz görüyor ve kimin kim hakkında edep ölçülerini aştığı konusundaki kararı, ileride gelecek bahisleri dikkatine arz ettiğim okuyucuya bırakıyorum.

3. “eş-Şevkânî’nin Ümmet-i Muhammed’in, taklid ettikleri imamları Allah’tan gayri Rabler edindiğini söylediğini ileri sürmüştür.”

İşte burası eş-Şevkânî’nin sürçtüğü önemli noktalardan birisi, belki de en önemlisidir. Akın hocaya göre el-Kevserî’nin bu tenkidinin dayanağı, eş-Şevkânî’nin, “Cemaat veya cumhur da olsa ?onların? Kitap ve Sünnet’e muhalif olan görüşleriyle amel edilmeyeceğini” söylemiş olmasıdır. Yine ona göre eş-Şevkânî sadece, ilimde rüsuh sahibi olmadıkları halde, mezheplerinin zayıf görüşlerini savunmakta aşırı taassup gösterenleri eleştirmektedir.2

Oysa, eş-Şevkânî’nin burada eleştirdiği, doğrudan doğruya “mukallid”lerdir. Meseleyi saptırmanın faydası yoktur; el-Kevserî’nin kasdettiği, eş-Şevkânî’nin, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın, din adamlarını rabb edindiklerini anlatan 9/et-Tevbe, 31 ayetinin tefsiri esnasında3 -bir kısmı Akın hoca tarafından da tercüme edilmiş olan4- şu sözleridir:

“Bu ayette, kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için, Allah’ın dininde taklidden ve geçmişlerin söylediklerini, Kitab-ı Aziz ve Sünnet-i Mutahhara’da yer alan hususlara tercihten sakındırma vardır. Zira bir mezhebi iltizam eden kimsenin, nassların getirdiği, Allah’ın hüccet ve bürhanlarının ortaya koyduğu, Kitap ve Peygamberlerinin söylediği hususlara muhalefet ettiği halde sözüne uyduğu ve yolunu izlediği ulema-i ümmetten birisine bu taati, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın, ahbar ve ruhbanlarını Allah’tan başka rabbler edinmesi gibidir. Çünkü şurası kesindir ki, Yahudi ve Hıristiyanlar, din adamlarına “ibadet” değil, “itaat” ediyor, onların haram kıldıklarını haram, onların helal kıldıklarını helal kılıyorlar. Bu ümmetin mukallidlerinin yaptığı da işte budur. Mukallidlerin durumunun, din adamlarını rabb edinen Yahudi ve Hıristiyanlara benzemesi, yumurtanın yumurtaya, hurmanın hurmaya ve suyun suya benzemesinden daha ileridir?”

Burada bu ümmetin, içtihad seviyesine ulaşanlar dışında kalan kahir ekseriyetini açıkça şirkle itham eden bu ifadeleri masum göstererek, “eş-Şevkânî bu sözünde ictihada ittiba edeni değil, Kur’an ve Sünnet’te olana muhalif davrananı kasdetmektedir. eş-Şevkânî’nin bu söylediğini yalanlayan bir nass bulunmamaktadır”5 diyen Akın hocanın, hiçbir müçtehidin bütün içtihadlarında doğruya isabet ettiğinin söylenemeyeceğini, hangi müçtehidin hangi içtihadında hata ettiğini belirlemek için “mezhepler üstü” bir mevkide bulunmak gerektiğini, özellikle günümüzde bırakalım taklid ehlini, böyle bir yükün altından ilim sahiplerinin dahi kalkamayacağını, aksini söylemek için aklı peynir ekmekle yemiş olmak gerektiğini Akın hocanın pekala bildiğini biliyoruz. Öyleyse bu zorlama niye?

1 – A.g.e., a.y.

2 – A.g.e., 30.

3- eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, II, 514.

4- A.g.e., 47.

5- A.g.e., a.y.

ŞEVKÂNİYYAT – 4

Hocanın, bir önceki yazıda naklettiğim, ‘eş-Şevkânî bu sözünde ictihada ittiba edeni değil, Kur’an ve Sünnet’te olana muhalif davrananı kasdetmektedir’ tarzındaki tevili başlı başına bir ‘problem.’ Hoca’dan, eş-Şevkânî’nin terminolojisinde ‘içtihada ittiba’ gibi bir tabir bulunup bulunmadığını, bu tabirin tam olarak ne anlama geldiğini, müçtehidi mi yoksa mukallidi mi anlattığını, müçtehidi anlatıyorsa, bizzat kendisinin, ‘eş-Şevkânî hiçbir zaman bir müctehid imamın, Kitab’ın ve Sünnet’in sarihini terk ettiğini söylememiştir.

Zaten hiçbir müctehid, kendisine ulaştığı kadarıyla ne Kur’an’ın ve ne de Sünnet’in sarih bir hükmüne ya da nassına aykırı ictihadda bulunmamıştır”1 şeklindeki ifadelerini nasıl anlamamız gerektiğini, mukallidi anlatıyorsa eş-Şevkânî’nin şirk ithamının “ictihada ittiba edeni” hedeflemediğini söylemenin ne ifade ettiğini açıklamasını istemek hakkımızdır değil mi?

Açıktır ki, hiçbir müçtehid deliller arasında tercih durumu dışında bilerek/isteyerek hiçbir Kur’an ayetine ve Sünnet’e muhalefet etmez; ederse “müçtehidlik” vasfını, kaybeder, hatta iman dairesinden çıkar! Akın hoca İbn Teymiyye’nin Ref’u’l-Melâm’ından elbette haberdardır!

Müçtehid imamlardan, kendisine bir kısım sünnetler ulaşmadığı için bazı meselelerde Sünnet’e aykırı hüküm verenler olmuştur. Ancak mezhep uleması tarafından o meselelerin, hatta sadece onların değil, “mercuh” olan kavillerin de ayıklandığı ve mezhep imamının o meselelerdeki görüşünün terk edildiği bu sahanın ehlinin malumudur. Öyleyse şu “Kur’an ve Sünnet’te olana muhalif davranan” meselesi neyin nesidir?

Sonra eş-Şevkânî’nin ümmetin kahir ekseriyetini teşkil eden mukallid tabakasını şirkle itham eden sözlerini yalanlayan bir nass bulunmadığını söylemek nasıl bir mantıktır Allah aşkına?! Bu ümmetin ulemaya itaati 4/en-Nisâ, 59 ayetinde ifadesini bulan, Allah’a ve Resulullah’a itaat çerçevesinde söz konusu olmaktadır ve bu, Sahabe ve Tabiun dönemlerinden beri böyle olagelmiştir. eş-Şevkânî el-Kavlu’l-Müfîd’de2 bu ayetin delaleti hakkında kendi davasını destekler tarzda bir yorum yapmış ise de, vakıa onun bu yorumunun tartışmaya son derece açık olduğunu göstermektedir.

Sahabe döneminden itibaren her alimin, kendisine fetva soran kişiye delilini söyleyerek cevap verdiğini isbat etmenin mümkün olmadığı ortadadır. Sahabe ve Tabiun akvalini zikreden rivayet tefsirleri, Abdürrezzâk ve İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef’leri, İbn Abdilberr’in et-Temhîd ve el-İstizkâr’ı, -eksik de olsa- Sa’îd b. Mansûr’un Sünen’i ve diğer kaynaklar elimizin altında! Bu eserlere sathi bir şekilde göz gezdirmekle bile, “delilini sor, yoksa müşrik olursun” dayatmasının ne kadar temelsiz olduğu kolayca anlaşılacaktır. Sahabe döneminden itibaren bu ümmetin alimlerinin, kendilerine sorulan her fetvaya delilini söyleyerek cevap vermediğini gösteren örnekler kitap hacminde bir muhteva oluşturacağından, burada ayrıntıya girmem mümkün değil. Esasen Akın hoca da bunun böyle olduğunu pekala bilenlerdendir!

Dolayısıyla meselenin teorik tartışmaların ötesinde bir de “vakıaya mutabakat” zemininde ele alınması gerektiği açıktır. Yoksa İbn Teymiyye3 başta olmak üzere taklidi tecviz eden ulema, insanları şirke teşvik etme cürmünün faili olup çıkacaktır!

Öte yandan bu ümmetin kahir ekseriyetini alimlere kulluk etmekle suçlayan eş-Şevkânî yerine, bu çirkin ithama itiraz eden el-Kevserî’nin tavrını “edepsizlik”le irtibatlandıran Akın hocanın bu “taraftar tarafsızlığı”na mı, yoksa eş-Şevkânî’nin, “ameliyyat”ta4 taklidi şirk sayarken “itikadiyyat”ta taklide itiraz edenlerin bu tutumunu “Ümmet-i merhumenin çoğunluğuna karşı işlenmiş bir cinayet ve onları, güçlerinin yetmeyeceği şeyle mükellef kılmak”5 olduğunu söylemesindeki yaman çelişkiye mi şaşırmalı, kararı siz verin.

1) Mevzu Hadisler, 30.

2) el-Kavlu’l-Müfîd fî Edilleti’l-İctihâd ve’t-Takîd, 34 vd.

3) Mesela bkz. Mecmû’u’l-Fetâvâ, XX, 202-4.

4) eş-Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl’de (419 vd.), ahkâm ayetlerinin 500’den kat kat fazla, ahkâm hadislerinin ise “binlerce” olduğunu söyler. Yine ona göre müçtehid, ahkâm hadislerinin sıhhat-zaaf durumlarını, ravilerinin ahvalini, Arapçayı, Usul-i Fıkh’ı ve nasih-mensuhu bilmelidir. Bu bellidir de, avamın “taklid şirki”nden kurtulmak için bunca yükün altından nasıl kalkacağı sorusunun cevabı belli değildir.

5) Bkz. İrşâdu’l-Fuhûl, 444.

ŞEVKÂNİYYAT – 5

4. Mehmet Emin Akın hocanın el-Kevserî’ye yönelik bir diğer ithamı da, onun, kabir ziyareti ve tevessülle ilgili bid’atler konusunda sessiz kalmayı tercih ettiği şeklindedir. Şöyle diyor hoca: ‘Allah Azze ve Celle kitabında birçok kez ‘sakın kâfir olanlar gibi olmayın’ diye mü’minleri uyarmıştır. (?) küfre götüren ve insanı küfr ve şirk ehline (dinlerin alametini taşımakta) benzeten herşeyde haram kılınmıştır.

Güneş doğarken, güneş göğün tam ortasındayken ve güneş batarken namaz kılmayı Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nehyetmesinin sebebi, müşriklere ve kâfirlere benzeme şüphesini defetmek içindir. Müslümanların bazıları belki güneşin doğuşu ve batışı esnasında namaz kılmakta ısrar etmiyorlar; fakat neden hâlâ kabir ehlinden ve evliya ile salih zatların kabirlerini ziyarette tevessülle Allah’a yaklaşma zannında ısrar ediyorlar? Elbette ki Sünnet’e uygun kabir ziyareti kınanamaz. Ancak kabirlere tevessülün ve adak adamanın imanla ne ilgisi var ki âlimlerimiz, cahillerimizin cehaletlerinden ötürü işledikleri bid’atlerin tenkidine tahammül edemiyorlar.”1

Tevessül meselesinin ayrıntılarına girerek bu yazıyı amacından saptırmak niyetinde değilim. Şu kadarını söyleyeyim: el-Kevserî Mahku’t-Tekavvül isimli makalesinde2 kabir ziyareti ve tevessül konusunda meşru sınırı aşarak hataya düşenler olabileceğini, yapılması gerekenin onları yumuşaklıkla doğruya irşad etmek olduğunu söyler. Avamın kabir ziyaretinde ve tevessülde hata yapması, yanlış bir anlayış içinde olması ve uyarılması ayrı şeydir, ?diri olsun, ölü olsun? salih zatlarla tevessülde bulunmayı şirk olarak damgalamak ayrı. Unutulmasın ki, eş-Şevkânî de Efendimiz (s.a.v)’le -huzurunda, gıyabında, hayatında ve terk-i dünya ettikten sonra- tevessülde bulunmanın cevazına kail olanlardandır! Hatta eş-Şevkânî, “Eğer hadis3 sahih ise sadece Hz. Peygamber (s.a.v) ile tevessülün caiz olduğuna delalet eder” diyen İzzuddîn b. Abdisselâm’ın bu görüşünü reddederek, “Bana göre tevessülü Şeyh İzzuddîn b. Abdisselâm’ın iddia ettiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v)’e tahsis etmenin bir dayanağı yoktur?” der ve salih zatlarla da gerek hayatlarında, gerekse öldükten sonra tevessülde bulunmanın caiz olduğunu söyler.4

Şu halde Akın hocanın, kabirlere (“kabirlerde yatanlarla” demek istiyor herhalde) tevessülün iman ile ilgisi bulunmadığı tarzındaki hükmü, eş-Şevkânî’yi de şümulüne almaktadır! Ne diyelim, eş-Şevkânî’nin bahtına düşen de buymuş!..

Hoca bu meselede en azından el-Albânî kadar insaflı olmalıydı diye düşünüyorum. O, Allah Teala’nın yüce isim veya sıfatlarından birisiyle, kişinin kendi salih ameliyle ve salih bir kişinin duasıyla tevessülde bulunmanın meşru ve caiz olduğunu belirttikten sonra şöyle der: “Bunlar dışındaki tevessül çeşitlerine gelince, (meşru olup olmadıkları konusunda) görüş ayrılığı vardır. Bununla birlikte, bazı imamlar bu tevessül çeşitlerinden bazılarının caiz olduğunu söylemiştir. İmam Ahmed, sadece Hz. Peygamber (s.a.v) ile tevessülü caiz görmüştür. İmam eş-Şevkânî gibi daha başkaları da, Hz. Peygamber (s.a.v), diğer peygamberler ve salihlerle tevessülde bulunmayı tecviz etmişlerdir.”5

1) Mevzu Hadisler, 32.

2) Makâlât’ta mevcuttur (466 vd.), ayrıca müstakil olarak da basılmıştır.

3) et-Tirmizî, en-Nesâî, İbn Mâce ve daha başkaları tarafından rivayet edilen hadis kastedilmektedir. Hadiste, gözleri görmeyen bir sahabînin Efendimiz (s.a.v)’e gelerek gözlerinin açılmasını istediğini söylediği, Efendimiz (s.a.v.)’in de ona, “Ya Rabbi! Senden istiyor ve sana, rahmet peygamberi olan nebin Hz. Muhammed (s.a.v) ile yöneliyorum. Ya Muhammed (s.a.v)! Rabbime seninle yöneldim?” diye dua etmesini öğrettiği nakledilmektedir.

4) Bkz. el-Mübârekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, X, 26; el-Albânî, et-Tevessül, 42.

5) A.g.e., a.y.

ŞEVKÂNİYYAT – 6

Okuduğunuzla birlikte 6 yazıyı bulan bu seriyi bugün noktalamak istiyorum. Zira Mehmet Emim Akın hocanın eş-Şevkânî müdafaası sadedinde el-Kevserî’ye yönelttiğin tenkitlerden gerek bugüne kadar ele aldıklarım gerekse geriye bıraktıklarım, ‘Kevserî Külliyatı’na Giriş’ çalışmasında detaylı biçimde yer alacak inşaallah. Böylece hem bu köşeyi daha fazla meşgul etmemiş, hem de meseleye hak ettiği derinlik ve detayı kazandırma imkânı bulmuş olacağız.

Akın hocanın dile getirdiği hususlar arasında, Zeğalu’l-İlm1 adlı risalenin ez-Zehebî’ye aidiyeti, kabirler üzerine türbe yapılması, İbn Teymiyye ile ilgili tartışmalar, eş-Şevkânî’ye ağır suçlamalar yönelten İbn Hureyve2 vs. yer alıyor ki, bütün bunlar hakkında “Kevserî Külliyatı’na Giriş” çalışmasında detaylı biçimde değineceğim inşaallah.

Burada bir noktaya dikkat çekmem gerekiyor: Akın hoca, el-Kevserî’nin “es-Sırâ’u’l-Ahîr” başlıklı makalesini3 biraz aceleye getirerek okumuş anlaşılan. el-Kevserî orada eş-Şevkânî’ye de değinir, ancak asıl muhatabı başkasıdır. Makalenin başından beri bu husus açıkça görülmektedir. Dolayısıyla onun, -Akın hocanın çevirisiyle- “İstiva hakkındaki görüşü” diye başlayan ifadeleri4 eş-Şevkânî’ye yönelik değildir. Devamından da anlaşılacağı üzere bu tenkit, el-Kevserî’ye “meydan okuyan” birisine aittir.5

eş-Şevkânî’nin 4’ten fazla kadınla evlenilebileceğini söylediği sadece el-Kevserî’nin iddiası değildir. el-Leknevî, onun Veblu’l-Ğamâm adlı eserinden naklen bu meseleyi Tezkiretu’r-Râşid’de6 ve Tenbîhu Erbâbi’l-Hibre’de enine boyuna tartışmıştır. İddia, 4/en-Nisâ, 3 ayetinin, evlenilebilecek kadınların adedini 4’le sınırladığını söylemeye müsait olmadığıdır. Eş-Şevkânî, bu ayetten hareketle meseleye bakıldığında, adeta sonsuz sayıda kadınla evlenilebileceğini söylemenin mümkün olduğu gibi bir sonuç çıkarmaktadır.

Oysa meseleye böyle bakıldığında, kişinin istediği kadar kadınla aynı anda evlenebileceği şeklindeki cahiliye adetini ortadan kaldırmaya yönelik olan bu ayetin maksadı hasıl etmeye yetmediği gibi bir sonuç çıkmaktadır.

eş-Şevkânî’nin şazz görüşleri meyanında ifade edilmesi gereken hususlardan biri de, yine el-Leknevî’nin nakline göre İcma hakkındaki görüşüdür. Yer darlığı sebebiyle burada ayrıntısına giremediğim bu meseleyi de yukarıda sözünü ettiğim çalışmaya bırakmak durumundayım.

Bu yazıyı bitirmeden el-Fevâidu’l-Mecmû’a’nın durumuna da bir nebze de olbsa değinmek isterdim. Bu eserde yer verilen kimi rivayetler hakkında eş-Şevkânî’nin isabetsiz hükümler verdiğini yer yer muhakkik el-Yemânî de vurgulamıştır. Ancak onun değinmediği eksiklikler de vardır. İnşaallah bütün bunlar bahsi geçen çalışmada okuyucunun nazarına arz edilecektir.

1) Tam adı Beyânu Zeğali’l-İlm ve’t-Taleb’dir. Çeşitli ilim dalları ve onlarla iştigal edenler hakkında ilgi çekici değerlendirmelerin yapıldığı bu eser, yine ez-Zehebî’ye ait en-Nasâhatu’z-Zehebiyye isimli risale ile birlikte basılmıştır, Dimaşk, 1347/1928.

2) Hoca bu ismi “İbn Heryeve” olarak zabtetmiş. Doğrusu zikrettiğim gibi “İbn Hureyve” olmalıdır. Tam adı Muhammed b. Sâlih olan bu zat Yemen’de “müçtehid” olarak anılan saygın birisidir. Genç yaşta kaleme aldığı el-Gatamtımu’z-Zehhâr adlı eseri, eş-Şevkânî’nin eski mezhebi Zeydiyye’yi tenkit ettiği es-Seylu’l-Cerrâr’ına reddiye mahiyetindedir. 6 cilt halinde basılmış bulunan eserle müellif, aklî ve naklî ilimlerdeki yetkinliği ile eş-Şevkânî’yi ciddi biçimde tenkit etmiş, eserini tamamlayamadan eş-Şevkânî’nin adının karıştığı bir komplo ile önce tutuklanıp zincire vurulmuş, sürülmüş, ardından da boynu vurularak öldürülmüştür (1241/1825). eş-Şevkânî bu olayla bir ilgisi olmadığını söylemiştir. Mesele bugün dahi tartışılmaktadır.

Ziriklî’nin, el-A’lâm’ı (VI, 163) ve Kehhâle’nin Mu’cemu’l-Müellifîn’i (III, 357) hakkında kolayca bilgi edinilebilecek kaynaklardandır.

3) Makâlât (Hoca’nın kullandığı nüsha,), 367 vd.

4) Mevzu Hadisler, 49.

5) Muhatabın adı açıkça zikredilmediği için kimlik tesbiti yapmak şu an için mümkün değil.

6) Tezkiretu’r-Râşid, 52-3; Tenbîhu Erbâbi’l-Hibre, 445 vd.

Ebubekir Sifil

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu