Ankara İlahiyat'ın Bazı Teologlarıİlhami Güler

Kuran Değiştirilmeli diyen sözde İlahiyatçı İlhami Güler

Mealcilerin geldiği uçuk durumlardan biride bu yeni piyasaya sürdükleri, Kur’an’da hata var söylemleri.. İnsanları küfüre sokacak ve ebedi hayatlarını mahvedecek öldürücü zehirleri yaymaya devam eden bu güruha ilahiyat prof. sıfatlı İlhami Güler’de eklendi. Daha önceleride malum HaberTürk vb. gibi Tv kanallarına ilahiyatçı sıfatlarıyla katılıp zehirler saçan bu şahıs şimdide Kur’ana noksanlık izafe ederek yeni bir sapıklığa kapı açtı. Şiilerinde Kur’an’da datalar var demesi gibi, batılın hep tek cephe olduğu bir kez daha kanıtlandı..

Yahudilerin ve Hristiyanların kendi kutsal kitaplarında yaptıkları tahribatın aynısını kutsal kitabımız Kur’anda yapmak isteyen bu zihniyet elbette kazdıkları kuyuya kendileri düşecektir. Çünkü Allahu Tealanın Kur’anın kıyamete kadar bozulmayacağına dair vaadi vardır. Ne yapsalar boş…

İşte Ülke Tv’de yayınlanan bir programda günümüz ehli sünnet hocalarından Dr. İhsan Şenocak hocaefendinin sapkın İlhami Güler’i ve o kafaları deşifre ettiği videosu;

Anadolu İlahiyat Akademisi altında; Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Mustafa Öztürk, Mehmet Çelik gibi reformistlerin İlhami Güler ile aynı yerde konuşma yapmalarınıda göz önüne alırsak, nasıl bir proje olduğunu daha net görebiliriz.. Yuvalandıkları kurumun adı Anadolu İlahiyat Akademi adlı kuruluş.. Bu kuruluş için bir an önce gerekli tedbirler alınmalıdır..

Bir kez daha üniversitelerin ilahiyat bölümlerinin ülkemizin milli ve manevi dinamikleri için artık faydadan çok zarar verdiği böylece ifşa olmuş durumdadır..

Samsun merkezli İFAM gibi ilahiyat alanında da faaliyet gösteren, ehli sünnet çerçevede eğitim veren kurumlara daha çok destek verilerek, bu alanda ki menfi durum müspet zemine çekilmelidir..

Diğer yanda İlahiyat fakültelerinin medrese usulü bir yapıya geçmesi içinde çalışmaların bir an önce gündeme gelmesi elzem olmuştur.. Günümüzde Menzil, İsmailağa vb. gibi medrese modelleri örnek alınabilinecek medrese yapılarıdır.. Bu yapıların desteklenmesi çok önemlidir..


Bir Ayet ve Açıklaması..

“Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri (vahyi, Kuran’ı) kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

Şu halde burada “zikir”den maksat vahiy, korumadan maksat da vahiy sürecinde ve sonrasında kıyamete kadar, âyetlerin ilâhî olma özelliğini bozacak şekildeki herhangi bir dış etkiden vahyin korunmasıdır. Böylece -bağlamı da dikkate alındığında- âyette esas itibariyle müşriklerin vahye yönelik itirazları reddedilmekte, vahyin Allah’tan geldiği ve ona asla herhangi bir ilâvenin söz konusu olmadığı ve olamayacağı bildirilmektedir.

Kuşkusuz Peygamber’in korunması, dolaylı olarak vahyin de korunması anlamını içerdiğinden her iki yorumu birleştirmek mümkündür.

O halde bu vaad varken sahabe, Kur’ân’ın Mushaf’ta toplanması ile niçin meşgul oldular? sorusu da sorulamaz. Çünkü hafızların Kur’ân’ı ezberlemesi gibi, sahabenin onu toplaması da Allah Teâlâ’nın koruma sebebleri cümlesindendir. Allah, onun korumasını üzerine aldığı içindir ki, onları bu şekilde toplamaya ve zaptetmeye muvaffak etmiştir.

Burada tefsirciler Allah Teâlâ’nın Kur’ân’ı korumasının niteliği hakkında da birkaç ayrı görüş açıklamışlardır. Şöyle ki:

1. Bunu Allah’ın koruması, insan sözünden ayrı bir mucize kılarak halkı, artırma ve eksiltmeden aciz bırakması şeklindedir. Çünkü Kur’ân’a bir şey ilave edecek veya eksiltecek olsalar Kur’ân nazmı değişir ve bütün aklı erenlere onun Kur’ân’dan olmadığı meydana çıkar. Bunun için Kur’ân’ın icâzkâr olması (benzerini getirmekten insanları aciz bırakması) bir şehri kuşatan sur ve istihkâm gibi onu korunmuş tutar.

2. Allah Teâlâ, hiç kimseye Kur’ân’a sözlü mücadele edebilecek kuvvet vermemek suretiyle onu korumuş ve muhafaza etmiştir. Bu iki yorum şekli birbirine yakındır.

3. Allah Teâlâ, teklif (yükümlülük) süresinin sonuna kadar Kur’ân’ı koruyacak, okutacak ve halk arasında neşredecek bir topluluğu görevlendirmek suretiyle, onu halkın iptal etmesinden ve bozmasından koruyup muhafaza edecektir.

4. Korumadan maksadın şu olduğunu söylemişler: Bir kimse Kur’ânın bir harfini veya bir noktasını değiştirecek olsa bütün âlem ona: “Bu yanlıştır, Allah’ın sözünü değiştirmektir” der. Hatta büyük ve heybetli bir adam Allah kitabının bir harfinde veya harekesinde yanlışlıkla bir hata veya bir lâhin yapacak olsa çocuklar bile ona hemen, “Efendi yanıldın, doğrusu şöyledir!” derler.

Fahreddin Râzî der ki: “Kur’ân’ınki gibi korunma hiçbir kitaba nasib olmamıştır. Başka hiçbir kitap yoktur ki, az çok tashif (kelimeyi yanlış yazma), tahrif (yazarken harflerin yerini değiştirme) ve bozulma girmemiş olsun. Bunca dinsizlerin, yahudilerin ve hıristiyanların Kur’ânı değiştirmek ve bozmak üzere birçok arzuları ve hırsları bulunduğu halde, bu kitabın her yönden tahriften korunmuş olarak kalması en büyük mucizelerdendir. Bundan dolayı, bunun bir gayb haberi olduğu gerçekleşmiş bulunuyor. Bu ise üstün bir mucizedir. (Razi, İlgili ayetin tefsiri)

Bu sûre, Mekke’de indiğinden dolayı demek ki o zamandan bu zamana kadar, bütün kâinat bu gayb haberinin gerçekleştiğine şahid olmaktadır. Gerçekten Kur’ân’da bu âyet, açık bir ifade olmasaydı bile, hiçbir kitaba nasib olmayan bir koruma ile bu kadar senedir korunması, Râzî’nin dediği gibi başlı başına büyük bir fiilî mucize olurdu. Bunun, bu âyetle başlangıçtan itibaren açık olarak ifade edilmesi, özellikle pekiştirilerek anlatılmış olması ise, hiç söz götürme ihtimali olmayan ilmî bir mucizedir. Ve işte on üç buçuk asırdan fazla bir zamandan beri, dünya böyle hem ilim ve hem de amelle ilgili yönleri toplayan bir mucizenin şahidi olagelmiştir. “Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur’ân’ın âyetleridir.” (Hıcr, 15/1; bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

reddiyeler.com’dan alınmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu