Ahmet Gelişgen YazılarıDiyanetMehmet Görmez

Görmez’i Tezkiye Eden Hocalarımıza Ve Eleştirel Yazılarıma Cımbızlama Diyenlere!

  1. GÖRMEZ HAKKINDAKİ YAZILARIMA CINBIZLAMA DİYENLERE İDDİA VE ÖDÜLÜMÜZ!

Türkiye’deki 90 kadar hoca ve İlahiyatçıların yer aldığı bir watsap grubunda Görmez’in fikirlerinin gündeme gelmesi üzerine paylaştığım yazılar üzerine kendisini tanımadığım bir şahıs, “Görmez’in kitaplarının tamamını okudum, yok böyle bir şey! Ufak tefek hatalar olabilir. Ahmet Gelişgen’in yazılarındaki iddialar cımbızlamadır. Geliniz, Görmez hakkındaki kanaatlerden dönelim” şeklinde bir serzenişte bulundu.

Cevap olarak ben de şöyle dedim:

Paylaştığım yazıların tamamına bakın, Görmez hakkındaki olumsuz kanaatten dönebilirseniz şayet ben de döneyim… Bu konuda hazırladığımız bir kitap da az eksiğiyle basıma hazır vaziyettedir. Bunlarla ilgili 3-5 bin sayfa belge, belki 500-1000 sayfa arasında kaleme aldığım yazı vardır. 12 senedir de sabık DİYK Uzmanı olarak bu konuya eğilmekteyim. Bidat görüşlerine destek için, Görmez’in, en önemli eserinde bazı makbul ve meşhur İslam alimlerinin görüşlerinin aksine isnatlarda bulunduğunu ve yaptığı yanlış tercümeyle de bunları temellendirmeye çalıştığını acizane olarak ispatladık. Tabi o bilgilerin çoğu, kanaatimizce müsteşriklerin kolektif çalışmalarına dayandığı için, bu hatalar oradan aktarılmış olabilir.

Şayet siz, benim yazdıklarımın cımbızlama olduğunu iddia ediyorsanız- ki ediyorsunuz- bu takdirde, objektif ilim adamlarından oluşan bir jüri huzurunda Yazar’la benim yüz yüze geleceğim bir tv. programı düzenleyin ve orada yüzleşelim.

Bu yüzleşme sonucunda, şayet jüri beni haksız bulursa, ben arabamı bağışlamayı vadediyorum. Sayıları 90’ı bulan işbu watsap grubundaki muhterem hocalarımıza da İstanbul’un en keyifli yerinde topluca bir yemek vadediyorum, var mısınız?

Şu mecliste yeteri kadar alim hocamız var zaten. Onlar da lütfederlerse bir inceleyip kanaatlerini belirtebilirler. Kaldı ki yazılarımızı okuyan ulemanın sukûtunu dahi onay olarak anlamak mümkündür.”

&&&

Görmez’in fikir ve Diyanet’teki icraatlarına ilişkin yaptığımız tenkitler, Görmez’den hasbe’l-beşer sadır olan hatalar değildir. Dolayısıyla faaliyetlerimiz kesinlikle bir hata arama ve ayıplama faaliyeti değildir. Yoksa “hata” herkesten sadır olabilir. Ancak bir şahıs, kendi arzusundan veya başkasından etkilenerek, İslam’ın usul ve ahkamına aykırı çalışmalara yeltenmişse, buna karşı toplumu uyarmak ve tedbir almak içtimai bir görev olur. Âlim bu görevde baş rolü oynamak zorundadır. Bu tenkitlerimizi “hata aramak” olarak değerlendirenler, “hata” ile, bilerek işlenen İslam itikadına mugayir çalışmaları birbirine karıştırıyorlar demektir. Kendisi de Görmez’le aynı görüşte olanların bu şekildeki yaklaşımı ise, ortadaki dini sapmayı süngerleme amacına yöneliktir. Dolayısıyla Fakir, “Ümmet-i Muhammed”i uyarmak ve toplumu korumak adına imanının ve mesleğinin gereği olarak bu eleştirileri yapmaktadır. Bu çalışmalarımıza da Diyanet’teki görevimizden başka kuruma naklolduktan sonra değil, aksine Diyanetteki görevimizdeyken, 12 yıl önce başlamışızdır. Bunların kaydı, soruşturma evrakında ve şikâyette bulunduğum Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile Başbakanlık kayıtlarında mevcuttur.

Bazı muhterem (!) zevat ise güya “Diyanet’te istediğim makamı alamadığım için” bu tenkitlere başvurduğumu ileri sürmektedirler. Bunları konuşanlar oturdukları yerde günaha girmesinler. Fakir bu işe, “Sünnet” konulu 2001 yılı Kutlu Doğum Sempozyumu kapsamında Görmez’in tebliğ ve müzakerelerini dinlemesinden itibaren başlamış, 2005 ve 2006’lı yıllardan itibaren de tenkitlerini yazıya dökmeye başlamıştır. Kaldı ki Fakir’e, iki yabancı dilde puanının bulunması dolayısıyla, 3 kez Almanya ve Avusturya Din Müşavirlikleri teklif edilmiştir. 2003’lü yıllarda ise o günün Genel Müdürlüğü düzeyindeki müstakil Daire Başkanlığı teklif edilmiştir. Sayın Bardakoğlu ve zamanın diğer bazı yetkilileri bu teklifi hatırlayabilirler. Kaldı ki benim o günkü görevim, Daire Başkanlığı ve üç büyük şehrin İl Müftülüğüne eşdeğer bir kariyer göreviydi zaten. Bizim derdimiz makam mansıp değildir. Milletin manevi değerleri aleyhine yönelik faaliyetlere karşı tepki göstermek, dini, imanı ve ilmi olan herkes için îmani bir görevdir. Diyanet’in idari, eğitim ve din hizmetleri kadrosunda bulunan personel için ise bu, aynı zamanda resmi bir görevdir. Bunun yanında, İslami esaslarla örtüşmeyen fikir ve faaliyetlere ilişkin eleştirilerimin, bir tek kişiye mahsus olmadığı da ortadadır. Diğer yazılarımda bunu açıkça görebilirsiniz.

Hadi diyelim, bu iddialarınız doğrudur (!). Siz, aslı astarı olmayan şeyleri karıştırmak suretiyle en ciddi eleştiriler üzerinde demagoji yapıp zararlı faaliyetleri küllemeğe çalışacağınıza, öncelikle bu iddialar doğru mudur, diye baksanıza ya! Neden urgana yorgan serme çabasındasınız? Hiç değilse vazifesini yapan bir kimseye oturduğunuz yerden kara dolamayın! Görmez, emrindeki personeli de yalan şahit göstererek yeteri kadar iftira attı bize zaten. (Attığı üç büyük iftira, resmi makamların elindedir.) Hakikati olmayan veya belgelenemeyecek olan bu kadar ağır iddianın, oldukça tehlikeli olduğunu hukukçularımız bilir.

Bu tür dedikodularla yazılarımı karalayanların, aksini ispatlamaları halinde önemli ödüller vadettiğimi 2009’dan beri çeşitli vesilelerle ilan etmekteyim. Türkiyemiz’in ve İstanbul’un en meşhur ve saygıdeğer uleması da buna şahittir.

B)TENKİTLERİMİZİN ŞAHSİ HESAPLAŞMADAN KAYNAKLANDIĞI İDDİASI

Aynı watsap grubundaki ilahiyatçı Profesör Sayın Tahsin Görgün (TDV/29 Mayıs Ünv. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğrt. Görvl.), Görmez’in fikir ve faaliyetlerine dair eleştirilerimizin şahsi hesaplaşmaya dayandığını, bu yüzden bu tenkitlerin kendilerini ilgilendirmeyeceğini, aynı zamanda bu türden yazıların grupta paylaşılmasının da yanlış bir tutum olduğunu belirtti.

Bu iddiaya cevap olarak da şunları söyledik:

En üst dini makamdaki yetkili bir şahsın, devletin ve milletin her türlü imkanını kullanarak, İslam’ın temel esaslarına ve hükümlerine aykırı görüşlerini, oryantalist bakış açısıyla yayma ve icra etme çabasının, neresi şahsidir acaba? Diyanet’in yaygın eğitiminden olsun, leblebi gibi dağıtılan yayınlarından veya Başkan’nın söylemlerinden olsun, top yekün milletin yanı sıra benim çocuklarım da etkilenmeyecek midir? Şu anda çoğunluk itibariyle halkımızın, özellikle gençliğin, irtidatın eşiğine geldiğini söylemek, sanırım fazla da mübalağa olmaz. Bu vahim manzarada herhangi bir alimin veya hocanın sorumluluğu yok mudur?  Daha doğrusu ilmin gayesi nedir? Alimin gayesi dünyada kariyer yapmak mıdır sadece?

Günümüz şartlarında ‘gençlik’, her ikisi de cennete götürür denilen ‘zor ve kolay iki din’den hangisini tercih eder?

(Nitekim Ak Parti Sözcüsü Sayın Mahir Ünal Bey de bu günlerde TRT Haber’de yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin dindarlaşmadığını ve muhafakarlaşmadığını ifade ettiler. (http://www.islamianaliz.com/mobil/haber/ak-parti-soezcuesue-mahir-uenal-tuerkiye-dindarlasmadi-refah-ve-oezguerluekler-arttikca-toplumlar-daha-da-sekuelerlesir-video-57096#sthash.eUWA71g3.yalyCmty.dpbs)).

Ayrıca, Frankfurt’taki duyarlı öğrenciler, Türkiye’yedeki bazı kanaat önderlerine gönderdikleri şikâyet mektupları arasındaki ‘Frankfurt3’ adlı word uzantılı bir dosyada, Ömer Özsoy’un ‘Kur’an’ın onda biri geçerlidir, gerisi tarihseldir’ temeline dayalı ifsâdâtına, sizi de (Tahsin Görgün) şahit gösteriyorlar. Mektuplar elimizdedir.

Bırakın, resmî dini yetkili bir şahsın İslami esaslarla örtüşmeyen faailiyet ve fikirlerini tenkit etmeyi, sıradan bir adamın dahi İslam itikad ve ahkamına aykırı ifsâdâtını tenkit etmek, şahsi bir olay olarak değerlendirilebilir mi? İslami esaslarla örtüşmeyen faaliyetler karşısında bizim sorumluluğumuz yok mudur? Size karışmam ama ben kendimi, bir parça ilmimle bunlardan sorumlu addediyorum.

Benim bu konudaki hassasiyetimi ve 15 yıllık mücadelemi, şahsi hesaplaşma/kavga diye niteleyen bir kimse, su-i zann içerisinde ciddi bir yanılgıya düşmüş olur. Sanıyorum tek taraftan alınan bilgilere göre bu düşünceye varılmıştır. Yazılarımda eleştirdiğim şahsiyetlerin çeşitliliğine bakarsanız, bu düşüncenizde hatalı olduğunuzu ilk bakışta anlarsınız.

Dahasını söyleyeyim: Benim inancıma aykırı olduğunu düşündüğüm, size ait bir yazıyla karşılaşırsam imkân bulursam onu da tenkit ederim. Bu konuda müşahhas bir örnek vereyim isterseniz: Bu grupta ismini gördüğüm Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Hoca, benim kadim bir dostumdur. TRT OKUL TV’de Sait Özervarlı ile birlikte hazırladıkları, Anadolu Üniversitesi İlahiyat Açık Öğretim derslerine ait bir programa rastladım. (https://www.youtube.com/watch?v=2V7vonl6_YA&sns=em). Biraz dinlediğimde taaccüp ettim. Programı yürüten Prof. Dr. Sait Özervarlı’nın, Hoca’yı bazı fikirleri söyletmeye yeltendiği ve kendi söylediği bazı sakıncalı fikirleri de tasdik ettirmeye çalıştığı belliydi. Her ne olursa olsun, bir şey itikadınıza ters ise onu size kimse ifade ettirememelidir… Ne yazık ki kısa süre izlediğim programda, sonucu ‘Dinler Arası Diyalog’a çıkan bazı şeyler Hoca’ya söylettirildi. Sait Bey’in söylediği bazı garip şeyler de Hoca’ya tasdik ettirildi. Ramazan Hoca kendisi de bunu fark ettiğinde veya programı izlediğinde, ‘ben ne yapmışım’ diyecektir belki, ama nafile! Netice itibariyle programda dile getirilen ve sakıncalı addettiğim bazı düşünceler hakkında doğrudan eleştiri yazdım. Ramazan Hoca’nın kendisine bu tenkidim ulaştı veya ulaşmadı bilmem. Diyeceksiniz ki, bu eleştiriyi başkalarıyla paylaşacağınıza Hoca’nın kendisiyle paylaşsaydınız?

Bu takdirde deriz ki:

‘Kamuya açık anlatılan ve yanlış addedilen şeyin, kamuoyu içerisinde tenkidi ne ayıptır ne de adapsızlıktır. Bilakis, mütekabiliyet açısından bu durumun, herkese karşı tenkidi gereklidir. Birisi basın medya yoluyla dini yanlışları kamuoyuna ifşa etsin, siz de gidin, kimseye duyurmadan, hoca şurada hata yaptın deyin ve o yanlış orada kalsın. Üstelik o vido, periyodik aralıklarla Devlet Televizyonunda sürekli oynatılsın?  Bu ve benzeri tenkidatımızdaki maksat, kamuoyunu o yanlışlara karşı uyarmak ve gerekli tedbirin alınmasını sağlamaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in iman alameti saydığı ‘nehy i ani’l-münker’ de budur. Yoksa, sadece konuşan kişinin ikaz edilmesinin fazla bir yararı olmaz. Bu noktada şahıs değil, cemiyet önemlidir.

Şimdi, inancıma aykırı açıklamalarından dolayı 35 yıllık bir dostumu eleştirdiğim için bu dostun bana darıldığını varsayınız. İşbu durumda, bundan sonra gelişebilecek tek taraftan olumsuz ilişkiler, benim cihetimden şahsi bir olay mıdır?…” Ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim…

C)İTİKADA KASDEDEN ÇALIŞMALARI TENKİT, DEDİKODU YA DA AYIP ARAMAKMIŞ!

Grupta yer alan Prof. Dr. Tahsin Görgün, ayrıca, Görmez’in İslami esaslarla örtüşmeyen fikirlerini tenkit etmenin dedikodu ya da ayıp arama mahiyetinde bir tutum olduğundan söz ederek, yaptığımız tenkit ve paylaşımların yanlış olduğuna da işaret etti. Diğer bir şahıs ise eleştiri yazılarımızı gıybet ve dedikodu mahiyetinde değerlendirerek, sözde bu dedikodulardan dolayı sevaplarımızın, “müflis” hadisi gereği, kıyamet gününde, aleyhinde konuşulan kişinin hesabına mahsup edileceğinden söz etti. Müflis hadisinden söz ettiğine göre bu şahsın da ilahiyatçı olduğunu zannediyoruz.

Grupta dile getirilen bu iddialara ilişkin cevabım da şöyle idi:

Beşer olarak kişiden sadır olan hatalar, bizim eleştirimize konu olan şeyler değildir. Bizim eleştirimize mevzu bahis olan, İslam itikadı aleyhine yönelik bilinçli faaliyetlerdir. Bu iki durumun birbirinden son derece farklı olduğu açıktır.

Gıybetten söz eden hocamız için de aynı şeyleri söyleriz. Bir Müslümana zarar verecek gelişmeden ilgiliyi haberdar etmek veya topluma zararlı bir faaliyeti ifşa etmek, gıybet değil, aksine mühim bir görevdir. Zira gerekli tedbirin alınması ve zararın önlenmesi için o gelişmenin ihbar ve deşifre edilmesi zorunludur. Topluma veya kutsal değerlere yönelmiş bir hareketi, gıybet olarak değerlendirip susmak ve bu tehlikeyi gizlemek, safdillik değilse şayet, ihanettir. Bu ithamı herhangi bir şahsı hedef alarak söylemiyorum, genel kural olarak söylüyorum. Bir sözü ele alırken öncelikle o sözün, hangi konu başlığına ve hangi paragrafa ait olduğuna bakılıp, ona göre değerlendirilmesi icap eder. Yoksa yapılan değerlendirme ilişkisiz ve tutarsız olmaktan kurtulamaz. Sanıyorum, “tarihsellik” dinine inanarak dini hükümleri saf dışı eden kimseler dışındakiler, görüş olarak ana fikirde veya asgari müştereklerde aynı paydada buluşabilirler. Ortak payda dışında kalan hususlar, sadece yaklaşım şekli ve yöntem farklılığına dayalı teferruattır. Bunların da insanların fıtrat ve kabiliyetiyle, içinde bulunduğu şartlara göre değişkenlik arz etmesi kadar tabii bir şey olamaz.

Kim olursa olsun, İslami prensiplere aykırı şeyi alenen yayan bir kimsenin yaptığı ayıp olarak karşılanmıyor da, bu yanlışa karşı toplumu uyaranın yaptığı ayıp ya da usulsüzlük addediliyorsa, burada itikadi veya ilmi konumumuzu gözden geçirmenin gerekliliği ortaya çıkar. Eğer bu yanlış tutum ve değerlendirme, ilim ehlini de kuşatacak kadar toplumda yaygın hale gelmişse, o zaman İslami değer yargılar alt üst olmuş demektir. “Tuz”un da bozulmasından sonra beklenecek tek şey, Allah korusun “gazab-ı ilahi”dir. İşbu durumda, “inna lillah ve innâ ileyhi râciûn” demekten başka çare de kalmamış demektir.

Haddi zatında Fakir, “yıkılası viraneler” için konjonktürel hareket etmenin moda olduğunu fark edecek kadar bürokratik tecrübeye de sahiptir. Ama varsa da yoksa da Rabbimize karşı sorumluluğumuz ve toplumun menfaatidir, başkaca bir şey değil!”

  1. C) GERÇEKLERİ BİLDİKLERİ HALDE GÖRMEZ’İN YANLIŞ FİKİR VE UYGULAMALARINI TEZKİYE EDİP GÖRMEZDEN GELEN DOSTLARIMIZA!

Görmez’in fikir ve uygulamalarına ilişkin tenkit yazılarımızı birlikte istişare ettiğimiz ve ayrıca bu yazılarımızı tetkik edip onaylayan, yazılarımız için teşekkür edip dua eden, sağ olsunlar, yüzlerce ilim adamı mevcuttur. Burada onların isimlerini zikredecek değiliz. Ama bu konuda yaşadığım ve sonradan çehresi değişen ibretlik bir olayı anlatmadan da geçemeyeceğim:

2009 veya 2010’lu yıllar olmalıydı. Diyanet’teki olumsuz gidişattan rahatsızlık duyan saygı duyduğum ve elini öptüğüm muhterem bir hocamın aracılığıyla, durumu anlatmak üzere Sayın Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz hocaya yönlendirildim. Görmez’in fikirlerini ve Diyanet’teki olumsuz çalışmaları Hasan Kâmil hocaya belgeler eşliğinde saatlerce anlattım. O gün Hasan Kâmil hoca, bu bilgilendirmeden son derece memnun ve mesrur olmuştu. Öyle ki brifing sonucunda, teşekkür ve dualar etmiş, taltiflerde bulunmuş ve aynı konuda başka büyüklerle de görüşmemizi sağlamıştı. Kendisine anlattıklarımla ilgili geniş bir dosya da tevdi etmiştim. Bu bağlamda çalışmalarımı ilk onaylayanların başında Hasan Kâmil Yılmaz Hoca gelmekteydi. Kendisi sonradan DİB Başkan Yardımcısı oldu ve yıllarca bu görevde kaldı. Halen de İstanbul Müftüsü. Diyanet’e göreve başladıktan sonra da kendisine mükerreren bilgi ve belge takdim etmiştim. Hocanın, bu görüşmelerimizi unutmuş olabileceğini hiç sanmıyorum. Değilse, kamuoyunun yakından tanıdığı meşhur ve makbul hocaların şehadetiyle durumu ortaya koyma imkanına da sahibiz.

Her ne hikmetse Hasan Kâmil Yılmaz Hoca, Görmez idaresindeki Diyanet’e Başkan Yardımcısı olduktan sonra, bütün bunları adeta unutmuşçasına, Görmez’in fikir ve çalışmalarında bir sakınca olmadığına dair oldukça keskin şehadetlerde bulunmaya başlamış. Bu tezat dolayısıyla bana geri dönen bazı hocalardan bu garipliğe muttali oldum. Hasan Kâmil Hocanın, bu tezkiyesini “kalıbımı basarım” tarzındaki iddiayla da ortaya koyduğunu belirtenlere rastladık. 2017 Ramazan Bayramı sonrasında (27-29 Haziran 2017 aralığı olmalı) bir gazetede yayınlanan röportajı da bunun açık belgelerindendir. Bu gazeteyi “Yeni Akit” olarak hatırlıyorum. İnternet’te rastlayamadığımız bu röportajın, Görmez’in düşmesinden sonra silinmiş olabileceğini düşünüyoruz.

Diğer Başkan Yardımcısı ve dostum olan Sayın Ekrem KELEŞ’le birlikte Hasan Kâmil Hoca’nın, Mehmet Görmez’in fikir ve icraatlarını neden savunduklarını ve tezkiye ettiklerini pekâlâ biliyoruz. Kamuoyu da bunu rahatlıkla düşünebilir.  Diyanette gözlerinin önünde yıllar boyu sürüp giden tahribatı, görmedim-duymadım demekten de öte, bu olumsuz hali tezkiye etmenin vahametini anlatmakta kelime bulamıyoruz. Dostum Ekrem beyin, yurt içi ve yurt dışı, o üst görevden bu üst göreve, ondan da bir diğerine kuş gibi uçurtularak, doludizgin facianın içerisinde senelerce çalışabilmesi, epeyce bir üstün başarı (!) olsa gerektir.

Muhterem dostlarımızın, Diyanet’te Görmez ve ekibinin fikirleri doğrultusunda yapılan ılımlı İslam çalışmalarını savunarak kendilerini daha çok yıpratmaları, bizim üzüntümüzü artırır. Allah her şeyi görüp gözettiğine göre, başka bir deyişle zaman her şeye tanıklık ettiğine göre, “gayretullah”a dokunan işleri yapmak da onlara seyirci kalmak da büyük bir sorumluluğu ve buna bağlı vebali doğuracaktır. Bu sorumluluk, ahiret hesabından önce, dünyada da kişiyi yakalayabilir. Onlara düşen, hiç değilse olanı olduğu gibi hakk için ifade etmektir. Böyle yaparlarsa, en azından o olumsuz çalışmalara taraf olmadıklarını ispatlamış olurlar. Biz kendilerini hatalarıyla birlikte seviyoruz.

Gelelim “Doğu Hemşeriliği” sâikiyle, Görmez’in İslam itikadıyla örtüşmeyen fikir ve icraatlarına rağmen kendisini tezkiye eden “hoca efendi” yazar çizer dostlarımıza! Her şeyi bildikleri ve bir kısmıyla da görüştüğümüz halde, konu ile ilgili kendilerine bazı bilgi ve belgeler de sunduğumuz halde, medya huzurunda ortaya koydukları, Görmez’i tezkiye etme reflexlerini “ilim” sıfatıyla bağdaştıramadığımızı, üzülerek ve büyük bir taaccüp içerisinde belirtmek istiyoruz. Diyanet’teki olumsuzluklardan ve Görmez’in sakıncalı fikirlerinden haberdar olmayanlar, özellikle yaşlılar, bu hususta ma’zur karşılanabilirler. İyi ile kötüyü ve güzel ile çirkini tayin kriterinin, başka bir ifadeyle Müslümanın değer yargılarının kaynağının, hemşerilik değil, İslami esaslar olduğunu kendileri çok iyi bilirler.

Göremz’in, kabul edilemez fikirlerini bir parça merak eden dostlarımız, “GÖRMEZ’İ VEYA DİYANET’TEKİ İCRAATINI TEZKİYE EDEN HOCALARA!” başlıklı yazımıza göz atabilirler.

Sürç-i lisân oldu ise affola ve’s-selam!

05 Ağustos 2017

Dr. Ahmet Gelişgen

www.ahmetgelisgen.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu