Ahmet Gelişgen YazılarıDiyanetMehmet Görmez

Diyanet’in “Fetöcülük Raporu” Bağlamında

DİB BAŞKANI GÖRMEZ VE FETÖ

Diyanet, 15 Temmuz faciasından hemen sonra, 3-4 Ağustos 2016 tarihlerinde Din Şûrası olağanüstü toplamış ve 15 Temmuz faciasına ilişkin bazı kararlar yayınlamıştı. Yaklaşık 1 yıl sonra da “Fetöcülük Raporu” hazırlayan Diyanet, bu raporu da kamuoyuyla paylaştı. Bu raporla, Diyanet Reisi’nin kurumdaki tutum ve çalışmaları arasında bir dizi tutarsızlıkların bulunduğu gözlerden ırak değildir.
Kamuoyunda en büyük şaşkınlığı oluşturan fenomenlerin başında Görmez’in Fetö’ye mektup iddiasının yer aldığını biliyoruz. Basında yer alan habere göre, 2013 Nisanı’nda Görmez, Fetö’ye gönderdiği kitabın başına, kendi el yazısıyla methiyeler dizmişti. Görmez imzalı, mektup mahiyetindeki bu yazıda, gönderilen hadis çalışmasını Fetö’nün yüksek anlayışının tenkidine arz etmekten dolayı şerefyab olduğu dile getirilmiş. Acziyet duyguları içerisinde de Fetö’ye sıhhat, afiyet ve uzun ömür niyazıyla selam, hürmet ve muhabbetler sunulmuş. Hatırlanacağı üzere bu mektubun basında yer almasından sonra, ortalığa uzunca bir sessizlik hâkim olmuştu. Sessizlik üzerine iddia medyada daha çok deşelenince, bazı ütopik savunmalara başvurulmuş, ancak bu savunmalar kamuoyuna çok da inandırıcı gelmemişti.

Bu mektubun hakikat olması ihtimalinde de şaşılacak bir durumun olmadığını söylemek zor değildir. Zira Görmez Diyanet’inde, hakikati gün gibi ortada olan daha başka şaşılacak icraatlar var. Aşağıda bunlardan bazılarına temas edeceğiz.

1) Görmez’in, Kazakistan Emekli Daire Başkanı ve Burkina Faso Müslümanlarının Liderlerinden nakille anlattığı, Fetö’den nefret sebeplerini sıralayan vidosunda, pek çok çelişki ve tutarsızlıkların olduğu görülmektedir. (Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=axO96nDytJY).

Görmez’in, linkini verdiğimiz bu vidoda anlattıklarını, tarihi süreç ve vakıalar bağlamında bir analiz edelim. Anlatılanla vakıalar arasında büyük bir tutarsızlık var. Kendi ifadesiyle bir grup 2009 yılında, diğer grup da üç hafta önce gelip Fetö’den nefret sebeplerini kendisine bildirmişler güya. Konu ile ilgili çelişki ve tutarsızlıkları şöyle sıralayabiliriz:

  1. a) Bu anlatılar sahihse, bir DİB Başkanı, kendi ülkesindeki zararlı dini bir fenomeni, yabancı misafirlerden tesadüfen mi öğrenecekti acaba?
  2. b) Görmez, 2009’da dinlediği Fetö olumsuzluklarını neden o tarihlerde hiç gündeme getirmedi de 15 Temmuz 2016 faciasından sonra anlattı. Demek ki 15 Temmuz olmasaydı, bunlardan yine de söz etmeyecekti. Darbe başarısız olun Fetö düşünce ancak konuşabildi. “Ba’de harabi’l-Basra”, bunun kime yararı var acaba?
  1. c) Görmez, bu görüşmeden ne kadar büyük ders almış ki (!), 2009’dan yıllar sonra Fetö’yü göklere çıkartan ve kendini de yetiştirdiğini itiraf eden, sözde 100 tane alimin hazırladığı hadis çalışmasını da tenkit ve ıttılaına arz ediyor. Dikkat edilirse tevazu için görev sıfatını (DİB Başkanı) da yazmıyor.
  2. d) Kamuoyunda ayyuka çıkan bilgilere göre, 17/25 Aralıktan sonra Diyanet Müfettişlerce ilk hamlede hazırlanan 70 kişidenoluşan Fetöcü personelin ihraç raporları, 8 ay kadar bir geciktirmeden sonra Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan şikâyet sonucunda ancak uygulamaya konulabilmiş. Yine kamuoyunda yayılan duyumlarda Görmez’in, Atama Yer Değiştirme Kuruluna, “bu işin bir de yarını var, raporlarınızı bir daha gözden geçirin anlamında bir talimat vererek işi sekiz ay kadar savsakladığı belirtilmektedir.Halbuki Diyanet’te, müfettişlerin sonuca bağlayıp teslim ettikleri raporlar, en geç bir-iki ay içerisinde onaylanıp uygulanır…
  3. e) Görmez ve Özafşar gibi ekibi, Fetöcülüğün gerçekten karşısındaysa, darbe girişimi sonrasında ilk hamlede Fetöcülükten ihraç edilen ve tutuklanan Diyanet Stratejik Daire Başkanı, 17/25 Aralıktan sonra neden “Fetöcü personeli araştırma komisyonu başkanı yaptı?.. Ayrıca bu şahsın, tamamlayıp bitirdiği ABD/Newyork Müşavirliği/Ataşeliği serüveni de vardır. Dinler Arası Diyalog Dairesi Diyanet’te neden kuruldu? Müdürlük olarak ilk kurulduğunda da bu birime müdür olarak ilk atanan kişi de Fetöcülükten ihraç edilen mezkur Daire Başkanıydı.Bu dairenin adının 15 Temmuz’dan sonra “Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Dairesi” olarak değiştirilmesi neyi değiştirir acaba?

2) Görmez’in bizzat kendisinin, 15 Temmuz’dan sonra, emrindeki bazı personeli Fetöcülük tehdidiyle yalancı şahitliğe zorlayarak, husumeti olan bazı şahıslar hakkında, kurumdan ayrılanlarlar da dahil olmak üzere “kripto Fetöcü” suçlamasıyla ilgili makamlara iftiraen raporlar gönderdiği ortaya çıkmıştır. Bu vahametten bütün resmi makamlar haberdardır.

Bu iftiraya uğrayanlardan birisi de yapılan akıl almaz mobingler sebebiyle 4 yıl evvel Diyanet’teki DİYK Uzmanlığı görevinden başka bir kuruma Bakanlık Müşaviri olarak naklolan “Fakir“dir. 1990 yılında, Antalya Müftülük- Vaizlik hizmet öncesi eğitim kursundan dönem arkadaşım olan ve halen DİYK Üyesi olan bir zatı makamına çağırarak, “senin de Fetöcülük raporun geldi” tehdidiyle söze başlayarak aleyhime şahitliğe zorlamıştır. O arkadaşın bu iddiayı reddetmesine rağmen, aleyhimde Fetöcü raporu düzenlenip gönderilmiş ki, üç gün sonra dostlar aracılığıyla ilgili kurumlardan konu ile ilgili tarafımdan bilgi istendi. (Bu arkadaş bugün Diyanet’te afaroz edildi, kendisine hiçbir görev verilmiyor. Seçim sonucu Bakanlar Kurulu kararıyla atanmamış olsaydı, sanırım çoktan kendini sokakta bulurdu). Fikirlerini tenkit etmem dolayısıyla, iki yıl boyunca aleyhimde açılan iki yüce divan soruşturmasından netice alamayınca, kurumdan ayrılmış olmama rağmen, sönmeyen kini 4 yıl sonra eline geçen fırsatta bu şekilde tecelli etmiş. Mevla’nın yardımı ve arkadaşın yiğitliği sayesinde bu çirkeflik ortaya çıkmıştır. Ama ne yazık ki bu karakterdeki bir DİB Başkanı hala en mukaddes görevin başında!..

Ne gariptir ki, 15 Temmuz’dan sonra elin fırsat geçen Görmez tarafından “kripto Fetöcü” iftirasına maruz kalan bu Fakir’e, aynı Görmez tarafından, Almanca’dan 70’in üzerinde puanımın olması da ileri sürülerek 2006 ve takip eden yıllarda, üç dönem boyunca Almanya veya Avusturya’ya Din Hizmetleri Müşavirliği teklif edilmiştir. Bunun için yurt dışı müşavirlik sınavlarına müracaat etmem istenmiştir. Bu teklifler karşısında Türkiye’deki hizmet alanımı tercih ettiğimi belirtince de afaroz sürecim başlamıştır.

3) Fetöcülüğün fikri temeli olan ılımlı İslam ve Dinler Arası Diyalog çalışmaları Diyanet’te 15 senedir doludizgin devam ettiği halde, bu çalışmalar bağlamında ortaya çıkan matbuat ve bunları icra eden zihniyet Diyanet’ten uzaklaştırılmadığı sürece, durumu kurtarmak için hazırlanan “Fetöcülük Raporu” ne işe yarar ki? Diyanet’te yaklaşık 15 senedir var olan “Dinler Arası Diyalog Dairesi”nin adının, 15 Temmuz ihanetinden sonra “Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Daire Başkanlığı” olarak değiştirilmesiyle, bu daire kapatılmış mı oluyor acaba?

4) 26 Temmuz 2017’de açılanan “Fetö Raporu”nun “Sunuş” başlığı altında Görmez, ilgili mevzuat çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığına, “Toplumu din konusunda aydınlatmak” gibi yüksek bir görevin verildiğinden ve İslam dininin temel hedefleri arasında “dinin korunması”nın önemli bir yer tuttuğundan söz etmektedir.

İyi güzel de -yukarıda anlatılanlar da göz önüne alındığında- 15 Temmuz darbe girişimine kadar Sayın Görmez’in bu sorumluluğunu neden hatırlamadığı ve dinin bu hedefini neden gözetmediği sorulmaz mı?

5) Rapordaki aynı başlık altında Görmez, bir yanda Diyanet’in görevinin “Toplumu din konusunda aydınlatmak” olduğunu belirtirken, diğer yanda da “FETÖ/PDY ve benzeri zihniyete sahip olan yapıların inancımızı ve insanımızı sömürmesine engel olmak için, köklü ilim geleneğimizden beslenen sağlıklı bir din anlayışının desteklenmesi ve yaygınlaştırılmasının zaruri olduğu”ndan söz etmektedir. Bunun yanında Görmez, “Diyanet İşleri Başkanlığının ve İlahiyat Fakültelerinin ürettikleri sağlıklı dini bilgiyle insanımızın din güvenliğine katkıda bulunmaları gerektiğini” de dile getirmektedir.

Görmez’in bu ifadeleri bağlamında düşünürsek, Diyanet ve İlahiyat “din üretimi” yapacaksa, elimizde bize kadar gelen “sahih bir din” yok demektir. Sünnetin bir model olarak bize kadar gelmediğini ve İslami ilimlerde ifade edilenlerin sahih bir din yansıtmadığını çok yerde söyleyen de Görmez kendisidir. Bu takdirde, elde olmayan bir dinle Diyanet, toplumu nasıl aydınlatacaktır? Güya “sahih dini bilgi”, Diyanet ve İlahiyat tarafından ortaklaşa “üretilecek” ve üretilen bu çağdaş dini bilgiyle toplum aydınlatılacak… Bardakoğlu’nun DİB Başkanlığından bu yana Diyanet ve Görmez Ekibi, bu söylemi sakız gibi ağızlarında çiğneye gelmişlerdir. Bize göre, 15 yıldır çiğnenen bu sakızın gerçeği, bugüne kadar oluşmuş İslami İlimlerle ortaya konan gerçek dinin dışında, “diyalog” ve “ılımlı İslam” a uygun bir dini bilgidir. Diyanet üst yönetiminin 15 senedir bu arayışta olduğunu da bütün belgeleriyle ve bu süre zarfında Diyanet’te yapılan çalışmalarla birlikte ortaya koymuş durumdayız. 15 Temmuz facialarına rağmen, bu tutum ve arayıştan tövbe edip hakikate yönelme azmi şöyle dursun, bize ulaşan “sahih bir dini bilginin olmadığı iddiasıyla yeni bir dini anlayışın üretilmesi” amaç ve ideali, söylemler arasına hala daha sinsice yerleştirilmektedir.

6) Yukarıdaki ifadede görüldüğü gibi, raporun “Sunuş” başlığı altında yere alan Görmez’e ait diğer önemli bir ifade de “FETÖ/PDY ve benzeri zihniyete sahip olan yapıların inancımızı ve insanımızı sömürmesine engel olmak için…” cümlesidir. Bu ifadede, Fetö’nün yanına diğer bazı dini yapılar da eklenmekte ve dolayısıyla o yapılar da Fetö’ye benzetilmektedir. Bu benzetme, 15 Temmuz’dan bu yana hazırlanan, Diyanet’e ait bütün karar ve raporlarda tekrar edilmiştir. Özafşar, Başkan Yardımcısı sıfatıyla el-Cezire Televizyonu’na verdiği röportajda, enine boyuna “Fetö benzeri dini yapılara” temas etmiştir. Başbakanlık Başdanışmanı Necdet Subaşı’yla da TRT/Diyanet TV’de yaptıkları program da “Fetö benzeri dini yapılardan söz edilmiştir.

SONUÇ

Diyanet’te su yüzüne çıkan bazı hakikatlerden anlaşılan şu ki; Görmez ve ekibi, bir yandan Fetöcülüğün fikri tabanı olan “ılımlı İslam” ve “diyalog” olarak değerlendirilen çalışmalar yürütüyor, bir yandan da geçmiş itibariyle Fetöcü personeli kayırma anlamına gelecek sinsi tavırlar sergiliyor. Buna karşın bu ekip, 15 Temmuz faciasına ilişkin dile getirdikleri tenkitlerde de Ehl-i Sünnet toplulukları Fetö ile aynı kefeye koyarak Fetö gibi tehlikeli addediyorlar. Düşünün ki, Görmez’in sabık (Diyanet) Strateji Geliştirme Başkanı ve halen Başbakan Başdanışmanı olan Necdet Subaşı, TRT/Diyanet TV’de Özafşar’la yaptığı programda, “hazır Fetö operasyonlarına girilmişken, varsa ona benzer diğer yapılar da halledilmeli” şeklinde açık öneride bulunmaktadır. Bu tutumun mantık ve maksadını anlamak bir hayli güç!

Doğrusunu söylemek gerekirse, Fetö’nün Balyoz ve Ergenekon gibi çıkışlarla Hükümeti yalnızlaştırmak ve başına gaile örmek istemesi gibi, cemaatler aleyhine olan bu tür iddialarla da Sayın Cumhurbaşkanımızın karşısına yeni cepheler açarak Fetö’yle mücadelesinde yalnızlaştırmak ve bu sayede Fetö’ye destek sağlamak gibi hedefler gözetilmesi ihtimaline karşı, ciddi kuşku duymakta ve derin endişeler taşımaktayız!

Görmez ve ekibi, 15 Temmuz faciasından bu tarafa “FETÖ ve benzeri zihniyete sahip olan yapılar” ifadesini bırakmış değiller. Şayet Fetö’ye benzeyen yapılar varsa, bunlar neden ilan edilmiyor? Fetö gibi bunların da mı darbe girişiminde bulunmaları bekleniyor? Yok, Fetö’den başka böyle bir yapı söz konusu değilse, o zaman neden masum Müslümanlara bu kadar ağır iftira yöneltiliyor ve toplumsal kaosa yol açabilecek beyanlarda bulunuluyor?

Görmez ve ekibinin bu söylemleriyle kastettiklerinin, “gelenekçi” diye adlandırdıkları ve gerçekte Fetö’nün panzehiri durumunda olan Ehli Sünnet Topluluklar olduğunu zannediyoruz. Çünkü Görmez ve ekibinin, tüm yazı ve çalışmalarında “Gelenek” diye isimlendirdikleri İslami İlimlere ait birikimi hedef aldıklarını biliyoruz. Anlaşılan o ki, bu birikimi sahiplenen dini yapılar da aynen “gelenek” gibi, yok edilmek istenmektedirler. Bunların yerine oturtulacak olan ise bellidir: “Ilımlı İslam düşünce ve anlayışı”. “Ilımlı İslam” kavramının içerisine, Allah Rasülü (s.a.v.) ve onun ashabının yolu olan gerçek İslam’ın dışında, Fetöcülük, Fazlurrahmancılık/Modernizm/tarihselcilik ve oryantalizm gibi her türlü fasit akımı üst üste koyabilirsiniz.

El hasıl, rapor üstüne raporlar da hazırlansa mızrak çuvala sığmıyor! Zihindeki onlarca tilkinin kuyruğu da birbirine değmiyor…

İnsan unsurunun olduğu her yerde hata olabilir. Bünyesinde “hata” bulunan bir bütünü, o hatadan dolayı alıp çöpe atmak veya o bütünü yok etmek mantıklı bir tutum olmasa gerektir. Bedenindeki bir arızadan dolayı bir kimseyi veya o organı yok etme yöntemine başvurulmadığı gibi. Cemaatler, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, Dinin kökünden kürünüp atılmak istendiği dönemden beri, bu millete dinin özünü koruma misyonunu bahşetmiş yapılardır. Tarih boyuna da özellikle tasavvufi yapılar, İslam tarihi içerisinde var ola gelmiştir. Bu yapılar, her dönemde devlete köstek değil, destek vazifesi görmüşlerdir. Hatta tarihte Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi, çağ açıp çağ kapayan büyük Devlet adamlarımızı da yetiştirenler de bu yapılardır. Bunun yanında tüm teb’a’nın ahlaki eğitimiyle de ilgilenerek, siyasi otoriteden önemli bir yükü kaldırmışlar ve “iyi vatandaş” yetişmesinin en önemli amili olmuşlardır.

Kabul edilir ki, birilerinin, halkı başıboş, dini sapkın anlayışlara sevk etmenin önündeki en büyük engel de cemaatlerdir. Çünkü Ehli Sünnet görüşüne saygılı insanlara sapkın anlayışlar aşılanamıyor. Tarih boyunca misyonerler bu sıkıntılarını kitaplarında dahi dile getirmişlerdir. Zira tesbihe dizili olan boncuk tanesini sinekler yuvarlayamaz…

Bu bakımdan cemaatlere saygılı olmak zorundayız. Dolayısıyla, dinine ve devletine sadık dini cemaatler boy hedefi olarak değil, toplumun vazgeçilmez bir değeri olarak görülmelidir. Öyleyse, bu nitelikteki dini cemaatleri Feto’ya benzetmek, pek de iyi niyetli bir yaklaşım olmasa gerektir. Bunları, herhangi bir cemaatin müntesibi olmadığım halde söylediğimi belirtmekte fayda mülahaza ediyorum. 15 Temmuz meş’um ve alçak kalkışmasından sonra birilerinin, Fetö’ye kıyasla Hükümeti, Ehli Sünnet toplulukları yok etmeye kışkırttıklarını biliyoruz. Bu durumun, Devlet ve Hükümet için en büyük tuzaklardan birisi olabileceği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Şükürler olsun bu tehlike, Hükümet ve Devlet adamlarımız tarafından da çoktan fark edilmiştir.

Mevla görelim neyler, eylerse güzel eyler!

Selam ve dua ile Allah’a emanet olunuz.

26.05.2017

Güncelleme: 28.07.2017

Dr. Ahmet Gelişgen

www.ahmetgelisgen.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu