Ahmet Gelişgen Yazılarımodernistler

Dini Bir Delil Olarak Sünnet’in Önemi

 (1439/2017 YILI MEVLİD-İ NEBİ ANISINA)

I- GİRİŞ

Sözlükte “sünnet”, iyi ya da kötü tutulan yol, gidişat, davranış, hüküm, adet, kanun gibi anlamlara gelir.[1]  Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetlerde, sünnet kelimesi sözlük anlamında kullanılmıştır. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir:

“Kendilerine hidayet geldiğinde, insanları îman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan şey, öncekilerin (başlarına gelen) sünnetin (hükmün), kendi başlarına da gelmesini yahut azabın ansızın kendilerini yakalamasını beklemekten başka bir şey değildir.”[2]

Hz. Peygamber’in şu hadisinde de sünnet kelimesi sözlük anlamında kullanılmıştır:

Her kim İslâm’da güzel bir çığır (sünnet) açarsa, o çığırın sevabı ile kendisinden sonra o çığırda amel edenlerin sevabı onların sevaplarından hiçbir şey eksiltilmemek şartıyla kendisine aittir. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın günahı ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahı, onların günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden kendisine aittir.”[3]

“Sünnet” kavramı, İslâm’ın başlangıcından itibaren, sözlük manasını korumakla birlikte, zamanla özel bir anlam kazanmış ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayat tarzına mahsus kılınmış ve hadis terimi olarak yerleşmiştir. Bunun yanında “sünnet”, fıkıh, fıkıh usulü ve kelam ilminde de ıstılahi anlamlar kazanmıştır.[4]

Hadis terimi olarak “sünnet”, Hz. Peygamber’den sâdır olan söz, fiil ve takrirlerle, O’na ait fizikî ve ahlakî sıfatlardır. Bu manada sünnet’in “hadis-i nebevî” ile eş anlamlı olduğu görülmektedir.[5] Yazılı olmayan vahiy anlamına gelen “vahy-i gayr-i metlüv” kavramı da sünnetle aynı anlamdadır. [6]

Fıkıh terimi olarak “sünnet”, farz ya da vacib kabilinden olmaksızın, Hz. Peygamber’den naklolunan nafile ibadetlerdir.[7]  Bu anlamıyla sünnet, şeri hükümlerin bir çeşidi olarak, farz ve vacib olmaksızın dinde uyulan bir yoldur.

Fıkıh usulü ilminde “sünnet”, şer’î deliller içerisinde ele alınmış, Hz. Peygamber’den Kur’an dışında sadır olan söz, fiil ve takrirler olarak tanımlanmıştır.[8]

Kelâmcılara göre ise “sünnet”, bid’atın karşıtı olarak kullanılmış, Hz. Peygamber’in düşünce ve davranışlarına uygun bir hayat tarzı olarak tanımlanmıştır.[9]

II- HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’DEN SADIR OLUŞU İTİBARİYLE SÜNNET

Peygamber (s.a.v.)’den sadır oluşu itibariyle sünnet, üç bölümde ele alınmıştır:[10]

  1. a) Kavlî Sünnet: Peygamber’in herhangi bir konu hakkında sözlü olarak yaptığı açıklamalardır. Sahabe bu açıklamaları, “Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu” veya “Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim” şeklinde rivayet etmiştir.
  2. b) Fiilî Sünnet: Peygamber’in herhangi bir konudaki fiillerinin, sahabe tarafından görülüp anlatılarak nakledildiği haberlerdir. Sahabe bunları genellikle, “Peygamber (s.a.v)’in şöyle yaptığını gördüm” gibi ifadelerle anlatır.
  3. c) Takrirî Sünnet: Peygamber’in, huzurunda sahabe tarafından söylenen sözleri ya da işlenen fiilleri reddetmeyip susması, onaylaması veya güzel karşılamasıyla oluşan sünnettir. Sahabe bunu, “Peygamber (s.a.v)’in huzurunda şöyle yaptım” veya “Peygamber (s.a.v)’in huzurunda şöyle söyledim” şeklinde anlatıp, buna ilişkin Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sâdır olan tavrı haber verir.

III- SÜNNET-İ HUDÂ VE SÜNNET-İ ZEVÂİD

  1. a) “Sünnet-i Hudâ”, Dinimizde alamet olarak kabul edilen ve oldukça önem verilen ezan, ikâmet, cemaate devam etmek gibi sünnetlere verilen isimdir. Bunlar “sünnet-i müekkede” hükmündedir. Yapana sevap verilir; yapmayan cezalandırılmaz, ama kınanır.[11]
  2. b) “Sünnet-i Zevâid”, Peygamber (s.a.v)’in yeme, içme, giyinme, uyuma adabı gibi ibadet kasdı olmadan, insan sıfatıyla yaptığı mutad davranışlarına verilen isimdir. Bu gibi hususlarda Peygamber (s.a.v)’e uymak müstehap ve şefaatine vesiledir. “Mendub”un da bir çeşiti olan sünnet-i zevâid’e uymayan bir kimse, cezalandırılmayı ya da kınamayı hak etmez.[12]

IV- DİNİ BİR KAYNAK OLARAK SÜNNET         

Dinî hükümlerin ana kaynağının birincisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi ise sünnet’tir.[13] İslam hukukundaki hükümlerin tamamı da bu iki kaynaktaki metinlere dayanır.[14] Allah-u Teâla, dünyada ve ahirette insanı başıboş bırakmamış ve ona hükümler indirmiştir. Bu hükümleri Allah (c.c.), insanlara doğrudan değil de insanlar arasında seçtiği Peygamberler vasıtasıyla da ulaştırmıştır. Bütün Peygamberler gibi Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz de Allah’ın vahyi ile toplumlar arasında hem bir elçi hem de indirilen vahyin hükümlerini hayatında yaşayan “numune-i imtisal[15] bir kuldur.

Bütün Peygamberler, anlattıkları şeyleri uygulayan birer örnek olarak gönderilmişlerdir. Dolayısıyla onların davetleri, sadece sözlü birer öğreti değildir. Yaratıcının yaşanmasını istediği hayatın öğretiminde, Peygamberlerin bu örnekliğinin büyük önemi vardır. Nitekim toplumları iyiliğe sevk etmek için sadece teorik eğitim yeterli değildir. Toplumu eğitmenin etkili yöntemi, izlenecek örnekler göstermektir. Bunun için Allah Teâla sadece kitaplar göndermekle yetinmemiş, insanlara “nebi/rasül” (peygamber) adıyla kendilerine uyulacak numuneler de göndermiştir.

Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayet-i kerimede ve ayrıca hadis-i şeriflerde, sünnet’in önemi genişçe anlatılmıştır.

A-KUR’AN-I KERİM’E GÖRE HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’İN KONUMU

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dindeki konumu birçok cihetle ele alınmıştır. Şöyle ki:

1-Hz. Peygamber (s.a.v.), Kendisine İtaat Edilmek İçin Gönderilmiştir

Kur’an-ı Kerim’de Mevla-ı Müteal, Peygamberlerini, kendilerine itaat edilsin diye gönderdiğini bildirmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e itaatı kendine itaat olarak kabul etmiştir. Böylece Peygamber efendimize itaat, hidayetin de bir gereği olarak bildirilmiştir. Şöyle ki:

Biz her peygamberi, Allah’ın izniyle ancak; itaat edilsin diye gönderdik…”[16]

Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki merhamet olunasınız.”[17]

Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.  …”[18]

(Rasülüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabî olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcıdır ve acıyandır.”[19]

“(Rasülüm) De ki: Allah ve Rasülü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.”[20]

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.[21]

“…Öyleyse Allah’a O’nun ümmi[22]  Peygamberi’ne inanın. O Peygamber ki Allah’a ve O’nun sözlerine imân etmiştir. O Peygamber’e uyun ki hidâyete eresiniz.”[23]

Andolsun ki, sizin için, Allah’ı ve Âhiret gününü arzu edenler ve Allah’ı çok ananlar için, Allah’ın Peygamber’inde pek güzel bir örnek vardır.”[24]

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Peygamber’ine itaat edenin, kendisine itaat etmiş olacağını, Peygamber’ine itaatsizliğin ise sapıklık olduğunu bildirmektedir. Öyleyse Hz. Peygamber’in sünneti’yle getirdiği hükümlere uymak, ona itaatin gereklerindendir. [25]

2- Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Verdiği Hükümlere Teslimiyeti Emretmiştir

Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de, müminlerin ihtilafa düştükleri konularda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in verdiği hükümlere boyun eğmek zorunda olduklarını bildirmiş ve bu teslimiyeti de imanla ilişkilendirmiştir. Şöyle ki:

Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûl’e ve sizden olan yetki sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir konuda anlaşmazlığa düzerseniz, şayet Allah’a ve Âhiret gününe inanıyorsanız, konuyu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün. Böyle yapmak en iyisi ve sonuç bakımından en güzelidir.”[26]

“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman, artık hiçbir erkek veya kadının başka bir seçenek hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.[27]

Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da içlerinde herhangi bir hoşnutsuzluk duymadan senin verdiğin hükme boyun eğip tam anlamıyla teslim olmadıkları müddetçe iman etmiş olmazlar.”[28]

Görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in verdiği hükme gönül huzuruyla teslimiyet göstermek, Allah’a ve ahiret gününe imanın gereği olduğunu, aksi halin ise apaçık sapıklık olduğunu açıklamaktadır.[29]

3-Allah Teâlâ, Rasülü’ne Kur’an-ı Kerim’i Açıklama Görevi Vermiştir

“Sünnet”, İslam’ın ikinci ana kaynağı, Kur’an’ın müfessiri ve İslam’ın canlı uygulama kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’in birinci derece müfessiri Kur’an’ın kendisidir.[30] İkinci derece müfessiri ise sünnettir.[31] Bu yüzden sünnet olmadan Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması mümkün değildir.[32] Sünnet’i dışlayarak Kur’an’ı anlamaya yeltenenlerin peşin hali sapkınlıktan başka bir şey değildir.

Cenab-ı Hakk, Rasülü’ne, Kur’an’ı açıklama görevi verdiğini şöyle haber vermektedir.

“… Biz sana, insanlara indirileni açıklayasın diye bu Kur’an’ı indirdik ki düşünsünler.”[33]

“(Biz, peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu Kur’ân’ı indirdik ki düşünsünler.”[34]

Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[35]

Aşağıda müstakil olarak belirtileceği üzere Kur’an-ı Kerim’deki namaz, zekat, hac ve ribâ gibi mücmel (manası kapalı) lafızlar Rasülüllah (s.a.v.) tarafından açıklanmıştır.[36] Kur’an-ı Kerim’deki teklifi hükümlerin çoğu mücmel olarak gelmiştir.[37] Sünnet olmadan bu lafızların ne anlama geldiğinin bilinmesi mümkün değildir.

4-Allah Teâlâ, Rasülü’ne Yasama Yetkisi de Vermiştir

Cenab-ı Hakk (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de, Rasûlüllah (s.a.v.)’a dinde haram kılma yetkisinin verildiğini[38] şu ayetlerle bize bildirmektedir.

Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmi Peygambere uyan kimselerdir. O (Rasül), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yüklerini ve zincirlerini atar. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[39]

Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.”[40]

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Kur’an dışında da Allah ile bağlantısının olduğu, dolayısıyla sünnet’in vahiy boyutunun bulunduğu anlaşılmaktadır.[41] Bu bağlamda, Kur’an’a yazılı vahiy anlamına “el-vahyü’l-metlüv”; Sünnet’e de, yazılı olmayan vahiy anlamına, “el-vahyu gayru’l-metlüv” denilmiştir.[42]

Hz. Peygamber (s.a.v) de kendisine haram kılma yetkisinin verildiğini hadis-i şerifte dile getirmiştir. Şöyle ki:

Haberiniz olsun ki, bana Kur’an ve onunla birlikte bir o kadar benzeri daha verildi. Dikkatli olun ki, koltuğu üzerindeki karnı tok bir adamın, “size şu Kur’an yeter, O’nda helal olarak bulduğunuzu helâl bilin, haram olarak bulduğunuzu da haram bilin.” diye konuşması oldukça yakındır. Haberiniz olsun ki Allah Rasülü’nün haram kıldığı şeyler, Allah’ın haram kıldığı şeyler gibidir. …[43]

O halde, aşağıda müstakil olarak belirtileceği üzere, Kur’an dışında Hz. Peygamber (s.a.v.) de dinde hükümler vaz’ etmiştir.[44]  Bu yetkiyi ona, Allah Teâlâ vermiştir.

5-Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Söz ve Davranışları Vahyin Kontrolündedir

Allah Teâlâ, bütün insanlık için uyulacak en güzel örnek olarak sunduğu Peygamber’inin, Allah adına söz uyduramayacağını açıkça belirtmiş; aksine bu Peygamber’in, insanları sadece Allah’ın yoluna ileteceğini haber vererek zihinlerden şüpheleri silmiştir. Şöyle ki:

Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.”[45]

“…Şüphesiz ki sen, insanları dosdoğru yola, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoluna iletirsin…”[46]

O (Peygamber), hevâdan konuşmaz. Onun konuştuğu, kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.”[47]

Görüldüğü gibi Cenâb-ı Hakk (c.c.), insanlara tebliğ etmek üzere kitabını indirdiği Peygamberi’ni doğrulukta, emaneti korumada, günahsızlıkta ve kendisine vahyedileni olduğu gibi insanlara aktarması konusunda tezkiye etmektedir. Kur’an dışında onun konuştuğunun da vahiy (vahy-i gayri metlüv) olduğunu haber vermiştir. Bütün Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Kur’an’ı tebliğde, kudsi hadislerin tebliğinde ve kendinden sadır olan şeyleri (nevevi sünneti) tebliğde, kesinlikle doğru sözlü olduğu ve bu konuda yalandan masum olduğu konusunda icmâ/ittifak etmiştir.[48]

B- HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZ’İN LİSÂNINDAN SÜNNET’İN ÖNEMİ

Hz. Peygamber (s.a.v) de Sünneti’nin önemini ve haram kılma yetkisinin olduğunu birçok hadislerinde dile getirmiştir. Şöyle ki:

Size iki şey bıraktım. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz: Allah’ın Kitâb’ı ve benim Sünnet’im.[49]

Bizim yolumuza uygun davranış sergilemeyen kimsenin ameli kabül edilmez.”[50]

Hiç şüphesiz sözün en doğrusu, Allah’ın Kitabı’dır. Rehberliğin en güzeli Hz. Muhammed’in rehberliğidir. Amellerin en şerlisi sonradan ortaya çıkanlardır. Sonradan ortaya çıkan her şey bid’at’dır.[51] Her bid’at dalalettir…”[52]

 “Her kim ümmetimin fesat zamanında sünnetime tutunursa, onun için 100 şehit sevabı vardır.”[53]

Şüphesiz din garip başladı, garip olarak da geri dönecektir. Gariplere müjdeler olsun ki onlar, benden sonra insanların bozduğu “sünnet”imi ıslah edenlerdir.” [54]

Bu hadis-i şerif, sünnet’i bozmak suretiyle insanların fesat çıkaracağı bir zamandan söz etmekte ve o fesadı ıslah edenleri, ahir zamanın müjdelenen “garipleri” olarak nitelemektedir.

Rasülüllah (s.a.v.), Muaz (r.a.)’i Yemen’e vali olarak gönderirken, “Sana arz edilen bir meselede ne ile hükmedeceksin?” diye sorduğunda Muaz (r.a.), “Allah’ın Kitabıyla” cevabını verir. “O’nda bulamazsan?” diye sorunca, “Rasülü’nün sünneti’yle” der. “Onda da bulamazsan?” diye sorunca, Muaz (r.a.), “Kendi görüşümle içtihad ederim” diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Muaz’ın cevabına memnuniyetini ızhar ederek elini Muaz’ın göğsüne vurarak şöyle buyurur: “Allah’ın Rasülü’nün elçisini (doğru cevaba) muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.[55]

Sünnet’e ittibanın gerekliliğini anlatan hadisler bunlarla sınırlı değildir. Bu kadarıyla da olsa hadis-i şerifler, sünnete uymanın önemini ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, kendisine, dinde müstakil hüküm koyma yetkisinin de verildiğini belirten hadis-i şerifi yukarıda arz etmiştik.

V- SÜNNET’İN, DİNİ HÜKÜMLERİN BELİRLENMESİNDEKİ YERİ

Sünnet”, dini hükümler için Kur’an’dan sonra gelen ikinci ana kaynaktır. Kur’an’daki hükümlerin açıklaması ve Kur’an’da bulunmayan hükümler için sünnet’e bakılır. Sahih sünnet, haber-i vahid de olsa ibadet, muâmelat ve ukubatta delil teşkil eder. İslam alimlerinin çoğuna göre, itikâdi konularda yalnızca mütevatir sünnet delil olur. Bazı İslam alimlerine göre, meşhur sünnet de itikadi konularda delildir.[56] Maturidilere göre, Kur’an’da temeli bulunan itikadi konular hakkında açıklama getiren sahih “haber- i vahid” de itikadi konularda delil olarak kabul edilmiştir.[57] Sünnet, hiçbir zaman Kur’an’a aykırı düşmez. Haram helaldeki bağlayıcılığı açısından Kur’an’la sahih sünnet arasında fark yoktur.[58] Hadisin sahih olduğu bilindiği sürece, tek tarikle bile gelse durum değişmez.[59]

Kur’an’a göre Sünnet’in yeri şöyle ifâde edilebilir:

  1. a) Sünnet, Kur’an’daki hükümleri te’yid eder:[60] Örneğin, anne babaya eziyetin, yalan şâhitliğinin, adam öldürmenin haramlığı gibi hükümler, Kur’an’da var olan, aynı zamanda sünnet’le de pekiştirilen hükümlerdir.
  2. b) Sünnet, Kur’an’da temelleri var olan tamamlayıcı hükümler getirir: [61] Örneğin “lian”, Kur’an’da detayı ile anlatılırken,[62] lian sonucu karı kocanın birbirinden ayrılması gerektiğini Sünnet ortaya koyar.[63]
  3. c) Sünnet, Kur’an’ın kapalı ifâdelerini açıklar:[64] Kur’an-ı Kerim veciz bir kelam olduğundan, her konu detaylarıyla anlatılmamış; bazı konular sünnet’le açıklanmak üzere kapalı (mücmel) bırakılmıştır. Örneğin, namaz, oruç, zekât ve ribâ gibi kavramlar, Kur’an’daki kapalı ifadelerdendir. Kur’an-ı Kerim’de bu ibâdetler emredilmiş, ancak nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı detayı ile açıklanmamıştır. İşte bu tür konulardaki kapalılığı Sünnet gidermiştir. Namaz, hac, zekât ve cenaze namazının eda ediliş şekilleri ile gusül abdestinin alınış şekli gibi çoğu, ibadetin ifa ediliş biçimleri, sadece sünnetle bilinir. Kur’an’daki mücmel lafızların sünnet tarafından açıklanmasından sonra bunlar müfesser hale gelmiştir. Dolayısıyla açıklandıkları şekliyle bunlarla amel etmek farzdır. Müfesser hale gelen bu hükümlerin te’vil ve tahsise de ihtimali kalmamıştır. [65] Müfesser’in neshe ihtimali varsa da Rasülülah (s.a.v.)’in ahirete irtihaliyle bu kapı da kapanmıştır. [66]
  4. d) Sünnet, Kur’an’da hiç bulunmayan müstakil bazı hükümler koyar:[67] Sünnet’in başlı başına hüküm kaynağı olduğu ve bu hükümlere mükelleflerin uymak mecburiyetinde oldukları konusunda ulema arasında ihtilaf yoktur. Sünnetin getirdiği hükümler arasında Kur’an’da hiç temeli olmayan başlı başına hükümler de vardır. Örneğin, ehli eşeğin etinin haram kılınması, yırtıcı (parçalayıcı köpek dişi olan) hayvanlarla pençeli kuşların etinin haram kılınması, mest üzerine mesh, süt ana ve süt kız kardeş dışındaki süt akrabaları hakkında da süt haramlığının terettüp etmesi,[68] âkıleye diyet sorumluluğu, ninenin mirası, bir kadının halası veya teyzesiyle birlikte aynı anda bir erkeğin eşleri olarak bulunmasının yasaklığı, fıtır sadakası, bayram namazları, tek şahit ve davacının yeminine bağlı hüküm vermek, yolculuk dışında (hazarda) rehnin cevazı, erkeklerin altın ve ipek kullanmalarının haramlığı gibi konular, Kur’an’da bulunmadığı halde, sünnet’in müstakil olarak ortaya koyduğu hükümlerdir.[69]

SONUÇ

Allah Teâlâ tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e, Kur’an-ı Kerim’de gelen hükümleri te’yit etme, onları açıklama ve tebliğ etme görevi verildiği gibi, Kur’an’dan bağımsız hüküm koyma yetkisi de verilmiştir.

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, Rasülü’ne itaatı kendine itaat kabul etmiş ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Efendimiz’e itaat ve teslimiyeti farz kılmıştır. Rasülü’ne isyanı da kendine isyan kabul etmiş ve bu hali sapıklık olarak nitelemiştir. İslamî literatürde Allah ve Rasülüne itaat, “mutlak itaat” olarak, yani kayıtsız şartsız itaat olarak belirtilmiştir. Sahih sünnetle gelen dini hükümlere mükelleflerin uymak mecburiyetinde oldukları konusunda ulema arasında ihtilaf yoktur. Gerek Kur’an-ı Kerim’deki gerekse sahih sünnetteki delaleti açık hükümler, “zarûrât-ı dîniyye”den[70] oldukları için bunların inkârı kişiyi dinden çıkarır.[71]

Kur’an-ı bize ulaştıran, Hz. Peygamber (s.a.v.), yani onun sünneti’dir. Sünnet, Kur’an’ın köprüsü, canlı örneği, açıklayanı ve tamamlayanıdır. Hangi niyetle olursa olsun, Hz. Peygamber’in sünneti zaafa uğratılarak yok sayılmak istenirse, Kur’an’ın vasıtası da yok edilmiş olur. Bu anlayış, Kur’an hakkında tereddütlere kadar götürür. Böyle bir yaklaşım muhaldir. Zira Cenab-ı Hakk, Son Din’in kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i, kıyamete kadar koruyacağını çok sayıda te’kitle haber vermiştir.[72] Sünnet, Kur’an’ın açıklayanı ve mütemmimi olduğuna göre, bu koruma vaadine sünnet de dahil demektir.

O halde, sünnet’in açıkladığı veya bağımsız olarak ortaya koyduğu hükümler “Kur’an’da yoktur, dolayısıyla dînî hüküm değildir…” iddiasıyla ortaya çıkmak, apaçık sapkınlık olur.[73]

Cenâb-ı Hakk, her türlü sapıklıktan ve sapıkların şerrinden neslimizi ve ümmet-i Muhammed’i korusun; iman ve ikrarla huzuruna varmayı nasip eylesin!

 

30.11.2017

Dr. Ahmet GELİŞGEN

www.ahmetgelisgen.com)

[1] Âmidî, İhkâm, I/145; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 161; Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 400, 401; Hadis Usülü, s. 1.

[2] Kehf: 18/55.

[3] Müslim, Zekât, 69, İlim, 15; Nesâi, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime, 14, 15; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed, IV/357, 359, 361, 362.

[4] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 400, 401; Hadis Usülü, s. 10.

[5] Bkz. Subhi Salih, Ulumü’l-Hadîs, s. 15.

[6] Muhammed b. Ali es-Senûsî, Teysîru Usûli’l-Fıkh, s. 54; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 161. Bkz. Âmidî, İhkâm, I/145; Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 401; Hadis Usülü, s. 2; Necm, 53/3 ,4.

[7] Âmidî, İhkâm, I/145; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 161. Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 401.

[8] Âmidî, İhkâm, I/145; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 161; Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 401; Hadis Usülü, s. 9, 10.

[9] Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 161.

[10] Mola Hüsrev, Mir’âtü’l-Usûl, s. 289; Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 105, 114; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 164-167.s

[11] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 41.

[12] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 39.

[13] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 90, 112

[14] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 115.

[15] Kendisine uyulan örnek şahsiyet.

[16] Nisa: 4/64.

[17] Âli-İmrân: 3/132.

[18] Nisa: 4/80.

[19] Âli-İmrân: 3/31.

[20] Âli-İmrân: 3/32.

[21] Haşr, 59/7.

[22] “Ümmi”, dünyevi planda eğitim görmemiş, okuma yazma bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen, eğitim görmeyen her insan bilgisiz olmayacağı için, cahil demek değildir. Nitekim, okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamber, vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yanında, geniş çapta dünyevi tecrübe ve bilgilere sahip bulunuyordu. (Diyanet Meâli Dipnotu).

[23] A’râf: 7/158.

[24] Ahzab: 33/21.

[25] İmam Şâfiî, Risale, s. 110, 112; Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/12, 18. Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 403.

[26] Nisâ: 4/59.

[27]  Ahzab:33/36.

[28] Nisâ: 4/65.

[29] Bkz. Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/73.

[30] Bkz. Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 90, 107.

[31] Zekiyyüddin Şa’ban, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 72. Bkz. İmam Şâfiî, Risale, s. 112.

[32] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 106.

[33] Nahl, 16/44.

[34] Nahl: 16/44, 89.

[35] İbrâhim: 14/4.

[36] Mola Hüsrev, Mir’âtü’l-Usûl, s. 167, 168; Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 91, 131.

[37] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 131.

[38] Muhammed b. Ali es-Senûsî, Teysîru Usûli’l-Fıkh, s. 53; Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 106, 112.

[39] A’râf: 7/157.

[40] Tevbe: 9/29

[41] Bkz. Tahrim: 66/3; Enfâl: 8/7,9.

[42] Âmidî, İhkâm, I/145; Teysir, s. 54; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 162; Halil İbrahim Molla Hatır Azzâmî, Muhtassu’s-Sünneti’n-Nebeviyye Vahyün, s. 9, 23, 31. Bkz. Abdullah Sirâcüddîn,  Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 22; Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 401, 402

[43] Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Tirmizî, İlim, 10; Ahmed, IV/131.

[44] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 106.

[45] Hâkka: 69/44-47.

[46] Şûrâ: 42/52, 53.

[47] Necm, 53/3, 4.

[48] Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/374; Muhammed b. Ali es-Senûsî, Teysîru Usûli’l-Fıkh, s. 53, 54.

[49] Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, Menâkıb, 31; Ahmed, 4/127.

[50] Buhârî, İ’tisam, 20.

[51] Bid’at, dini temeli olmadığı halde, sonradan ortaya çıkan şeylerdir. Dini temeli olduğu halde bir ibadetin kolaylaştırılmasına veya maslahata yönelik olarak sonradan ortaya konan şeylere “bid’at” denmez. Bu anlamda bazı ulema da dini temeli olduğu halde sonradan ortaya konan yeni uygulamaları “bid’at-ı hasene/güzel bid’at” olarak değerlendirmiştir ki bu ifade, dini temelli uygulamaların, hadis-i şerifte kastedilen bid’at olmadığına işaret eder. Bu kabul, “bid’at”in kelime anlamı üzerinden bir yaklaşımdır.

[52] Müslim, Cuma, 43; Nesâî, Iydeyn, 22; Ahmed, III/310; İbn Mâce, Mukaddime, 7.

[53] Tebrizî, el-Mişkât, I/52, No:176; Münziri, Terğîb, I/44. Hadis-i şerif, Ebu Hureyre ve İbn Abbas (r.a.) rivayetinde gelmiştir. Heysemi (Mecma, I/418), “el-Mütemessiku” lafzıyla başlayan hadisi, Tabarânî/Evsat (II/31)’tan aktarmış ve hadisin senedindeki Muhammed b. Salih’in hayat hikayesini bulamadığını, hadisin diğer ravilerinin ise sika olduğunu belirtmiştir. Elbani ise (Elbani, Zaîfe, No: 326), hadisin zayıf olduğunu söylemiştir, ancak Elbâni’nin, hadisleri değerlendirmede müteşeddid (aşırı sıkı) davrandığını ve isabetsiz karalarının da olduğunu biliyoruz. http://www.ahlalhdeeth.com/vb/showthread.php?t=334593 . “el-Mütemessik” lafzıyla başlayan hadis, Ebu Nuaym’ın Hilye’sinde de (VIII/200) rivayet edilmiştir. https://islamqa.info/ar/89878 .

[54] Tirmizi, İman, 13 (No: 2630). Tirmizi, hadisi, hasen-sahih olarak nitelemiştir. Yani hadis makbuldür.

[55] Bkz. Tirmizi, Ahkam, 3. Tirmizi bu hadisin isnadının muttasıl olmadığını belirtmekte ise de diğer tariklerle hadis güçlenmektedir. (Ebu Davud, Akdiye, 11; Ahmed, Müsned, V/236, 242).

[56] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 23; Şerafettin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, s. 65. Bkz. Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 170, 171.

[57] TDV İslam Ansiklopedisi, XXVIII/168.

[58] Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 162. Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 403.

[59] Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 23.

[60] Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 177; Zekiyyüddin Şa’ban, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 74.

[61] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 112.

[62] Nur, 24/6-9.

[63] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VI/271-274.

[64] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 112; Zekiyyüddin Şa’ban, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 75.

[65] Mola Hüsrev, Mir’âtü’l-Usûl, s. 161, 163; Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 122, 123.

[66] Zeynüddin Kasım b. Kutlubuğa, Şerhu Muhtasarı’l-Menâr, Daru İbn Kesîr, Beyrut, 1993, s. 83.

[67] Muhammed b. Ali es-Senûsî, Teysîru Usûli’l-Fıkh, s. 53; Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 112.

[68] Nisa, 4/23 ayetinde süt emme dolayısıyla evlenilmesi haram olanlar olarak sadece, süt ana ve süt kız kardeş zikredilmektedir. “Nesepçe haram olanlar, süt yoluyla da haram olur” (Buhâri, Şehâdât, 7; Müslim, Radâ, 1) hadis-i şerifi gereği, Nisa, 4/23 ayetinde sayılmayan; süt nine, süt kız, süt oğul, süt torunlar, erkek süt kardeşler, süt baba ve süt dedeler, süt gelinler gibi süt akrabalarla evlenmek de haramdır.  İstisnalar ve geniş bilgi için bkz. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, s. 319.

[69] Ebu Zehra, Usulü’l- Fıkh, s. 112; Zeydan, el-Vecîz, s. 176, 177; Zekiyyüddin Şa’ban, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 77.

[70] “Zarûrât-ı Dîniyye” için bkz.

http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#2058002306

[71] Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/73; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153; Ebu’l-Izz Ali b. Ali, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâvî, I/403, II/529, 552; Muhammed b. Ali es-Senûsî, Teysîru Usûli’l-Fıkh, s. 53; Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 102, 103; Ali Arslan Aydın, İslam’da İman Esasları, s. 38; Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 56; Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, s. 103. Bkz. İmam Şâfiî, Risale, s. 108, 110.

[72] Bkz. Hicr: 15/9.

[73] Sünneti inkâr eden Kur’âniyyûn (Kur’an İslamı anlayışı) için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=161#2058064354

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu