Ali Eren

Cuma Hutbeleri Nasıl Olması İcap Ederken Nasıl Oluyor?

Söz de yazı da yerli yerince, zaman ve zemine uygun olmalı. Bir şey yazılacak veya söylenecekse, uygun olan mevsiminde olmasıdır.

Meselâ bundan 10-15 sene öncesine kadar Cuma hutbeleri merkezî olarak Ankara’da Diyanet’te hazırlanıyor ve bütün Türkiye’de tek hutbe okunuyordu.

İşte o senelerde idi. Cuma namazında hayvan haklarıyla alâkalı bir hutbe okunmuştu. O hutbede hayvanlara fazla yük yüklenmemesi falan hatırlatılıyordu. İstanbul’un göbeğinde bu hutbeyi dinleyen cemaat “Ne alâka!” dercesine gülümsüyordu. Çünkü bu hutbenin okunduğu yer hayvan gücünden faydalanılan bir yer değildi.

Canım meselâ, dağ başındaki bir köyde okunan bir hutbede komşu hakkından bahsedilirken, apartmanlardaki dâire komşularının birbirlerine karşı iyi davranmaları anlatılsa, bu sefer de o köydeki cemaat gülmez mi?

Diyanetimiz, sonra bu merkezî hutbe tatbikatından vaz geçti. İyi de yaptı.

Merkezî hutbeden vaz geçileceği zaman, Diyanet, Sayın Ali Bardakoğlu zamanında hutbelerin nasıl hazırlanması icap ettiğine dair Ankara’da bir toplantı yaptı. Davetlilerin görüşlerini aldı, kanatlarını sordu ve ona göre bir değerlendirmeye gitti.

O toplantıya İstanbul’dan da üç kişi davet edilmişti. O üç kişiden biri de bendenizdim. Diğer ikisi Prof. İsmail Lütfi Çakan ile Prof. Emin Işık idiler.

İki veya üç gün devam eden bu toplantıda, davetliler hutbelerin nasıl hazırlanması icap ettiğine dair düşüncelerini anlattılar. Ben de konuşmanın bir yerinde, “Eskiden dört büyük halifelerimizin yani Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali Efendilerimizin isimleri okunurdu. Şimdi niçin okunmuyor?” diye sordum. Okunması icap ettiğini söyleyerek bu teklifte bulundum.

Buna, o zamanki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Sayın Şevki Aydın şöyle cevap verdi:

– Okunursa zaman alıyor.(?)

Evet işte böyle. Dört tane ismin okunması zaman alıyormuş

İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin Mektûbât’ında, hutbede dört büyük halifenin isimlerinin okunmaması hakkında gayet ağır ifadeler var. Bendeniz orada bunu da dile getirdim.

Ama nâfile, dört mübârek ismin okunması kabul edilmedi. Bu mübârek isimlerinin okunmadığını zaten sizler de biliyorsunuz. Çünkü her Cuma hutbe dinliyorsunuz.

Yâsin Yayınevi tarafından basılan Dinde Deformistler isimli kitabımda o toplantıda geçen bu meseleden de bahsettim.

Maalesef Diyanetimiz’in hutbelerle ilgili sürüp giden bir yanlışı daha var. Onu da arz edeyim:

Hutbe, sevap bakımından iki rek’at namaz gibidir. Ama hutbe müddetince sessiz kalıp hiçbir şey söylememek, hatta hiçbir şey okumayıp sadece hutbeyi dinlemek şartıyla…

Fıkha göre; hutbe okuyan şahıs Allah’ın ismini ansa bile, cemaat dilden “Celle celâlühû” demeyecek. Sadece içinden/kalbinden diyebilir.

Hutbe okuyan şahıs Peygamberimiz’in ismini ansa bile, cemaat dilden salevât da okumayacak. Sadece içinden/kalbinden okuyabilir.

Bu mesele o kadar mühim ki, hutbe okunurken cemaatten bir kişi konuşsa, başka birisi de ona “Sus” dese, “Sus” diyen kişi hutbenin sevabını kaybeder.

Onun için, hutbe okuyan şahıs konuşmasını, cemaatın “Âmîn” diyeceği şekilde yapmamalıdır. Meselâ, “Allah cümlemizin günahlarını affetsin” veya “Allah ibâdetlerimizi kabul etsin” gibi, cemaatin âmin demesine sebep olacak cümleler söylememesi icap eder.

Çünkü cemaatin açıktan/dilden âmîn demesi yanlıştır, hutbenin sevabını kaybetmesine sebep olur.

Değerli okuyucular!

Bunlar benim kendiliğimden söylediğim şeyler değil, fıkıh kitaplarında geçen meselelerdir.

Ama gelin görün ki, şu anda okunan hutbelerin adeta hepsinde duâ cümleleri kullanılarak her Cuma cemaate bol bol “Âmîn” dedirtiliyor.

Bu yanlış böyle sürüp gidiyor, kimse de kalkıp bu hususta bir ikazda bulunmuyor.

Hutbelerde, eskiden okunan hutbelerde duâ edilmezdi, sonradan başladı. Ne zamandan beri?

17 Ağustos 1999 Adapazarı / Gölcük depreminden sonra…

Diyanet mensuplarından edindiğimiz bilgiye göre, depremden sonra Diyanet’te, “Bizim de bir katkımız olsun” diye hutbelerde duâ yaptırmaya başladılar. Sonra, hutbede duâ yapmanın câiz olmadığının farkına varıp, “Biz yanlış yaptık” dedilerse de bu sefer de, “Geri kaldırırsak, kendi kendimizle ters düşeriz” diyerek öylece bıraktılar.

Bu işin öyle olup olmadığı o günkü yüksek din kurulu üyelerine sorulup öğrenilebilir…

Evet mesele budur ve fıkhen yanlış olmasına rağmen, hutbelerde bugün bol bol duâ cümlesi kullanılmakta ve cemaate habire âmin dedirtilmektedir.

Kimsenin, “Yahu bu yanlıştır. Bir millete niçin yanlış yaptırılıyor?” dediği de yok…

Efendim, söze nereden başladııık, nerelere geldik…

Makalemizin başında, “Sözün, zamana ve mevsimine uygun olması icap ettiğini” söylemiştik. Sonra İstanbul’un göbeğinde, “Hayvanlara fazla yük yüklemenin doğru olmadığı hakkındaki hutbenin usül bakımından yanlış” olduğundan bahsettik buralara kadar geldik.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu