Ali Eren

Büyük yazarın yazdıkları…

Birkaç sayıdan beri Mustafa İslamoğlu’nun çoğunu bile bile yaptığı yanlışlarından bahsediyoruz ya, bazıları bundan rahatsız olmuş. Çareyi bendenizi telefonla taciz etmekte bulmuşlar. Telefon ediyor, fakat itirazlarının arkasında duramıyorlar. Birkaç cümleden sonra cevapsız kalıp kapatıyorlar.

Bizim derdimiz neymiş… Mustafa İslamoğlu’ndan ne istiyormuşuz… Bizim rantımıza engel olmuş da onun için mi aleyhinde yazıyormuşuz… Uğraşacak başka kimse kalmadı mı da onunla uğraşıyormuşuz vesâire…

Ben de kendilerine şöyle diyorum:

a- Biz ondan bir şey istemiyoruz. Ama kendisine “İslam itikadından ve İslam fıkhından ne istiyorsun?” diye soruyoruz.

b- Rant peşinde değiliz, esasen İslamoğlu ile bizim aramızda zaten bir rant meselesi de yok.

c- Uğraşacak başka bir şey kalmadı mı ki İslamoğlu Müslümanlarla, İslam akâidiyle ve fıkhıyla uğraşıyor?

Bu zatları telefonu kapatmaya mecbur bırakan esas sözüm ise şu oluyor:

Yazdıklarımın hepsi İslamoğlu’nun eserlerindeki yanlışları tenkittir. Sahife numarası vererek sadece onun yazdıklarını aktarıyorum. Mustafa İslamoğlu ile ilgili yazılarımda herhangi bir iftira varsa söyleyin. Veya hangi tenkidim yersiz veya hangi cümlem yanlışsa onu söyleyin.

İşte buna cevap veremeyip telefonu kapatmak mecburiyetinde kalıyorlar.

Onlara buradan diyorum ki:

Lütfen içinizden biraz ilim sahibi olanlar, İslam akâidini ve İslam fıkhını bilenler telefon etsinler. Etsinler ki verdiğimiz cevaba değsin…

Şimdi bu seferki yazımıza ne diyecekler bilmiyorum. İnsafla okunması ricasıyla başlıyorum.

Müslüman, İslam inancına sahip olan kimse, Müslüman yazarlığa soyunan kimse de yazılarıyla insanlara İslâmî cihetten yön veren, yön vermeye çalışan, en azından bu iddiada olan kimse demektir. Onun için Müslüman yazarın işi zor, mes’ûliyeti büyüktür.

Meselelere İslamî açıdan çözümler getirmek iddiasıyla meydana atılan kimsede, en başta İslâmî ilimlere vâkıf olma şartı aranır. Aksi takdirde o kimsenin müslümanca yazılar yazıp eserler vermesi imkansızdır. Çünkü bilinmeyen bir şey yazılamaz.

İslamda aslolan, her şeyden önce düzgün ve sağlam bir itikada sahip olacak kadar ilme/bilgiye sahip olup bu doğru bilginin gereği gibi inanmaktır. Bu husustaki yanlış bilgi ve yanlış inanç insanı felaket götürdüğü gibi, böyle bir insanın peşinden gidenler de felâkettedirler.

İslam inanç ve itikâd maddelerinden biri de Hazreti İsa meselesidir. Bizim inancımıza göre Hazreti İsa çarmıha gerilmemiş, ölmemiş ve öldürülmemiş, göğe kaldırılmıştır. Âhırzamanda, dünyanın son zamanlarında yani kıyâmetten önce yeryüzüne inecek, peygamber sıfatıyla değil, Peygamberimiz’in bir ümmeti olarak yaşayacak ve onun şeriatı üzere ibâdet edecektir.

Hiçbir kimse ebedî bir hayata sahip olmadığı gibi o da ebedî olmayıp sonunda vefat edecektir.

Bu hususta kitaplarımızda okuduğumuz bilgi böyle.

Şimdi birisi çıkar da bunun aksini söyler veya yazarsa, kesinkes İslama zıt bir şey ortaya atmış olur.

Bunu yapan kimse bilmeden yapıyorsa câhil, bile bile yapıyorsa artniyetlidir.

İyi ama bu kimse ya Kur’an’a mânâ vermek iddiasıyla ilim meydanına atılan biriyse ne diyeceğiz?

Onun cevabını siz okuyuculara bırakıp ben söyleyeceğime geçeyim.

Elimde bir kitap var. Kitabın bir bölümünde İncillerden bahsediliyor. Matta incilinden bahsederken yazar şöyle diyor: “Elde mevcut en eski metin, Hz. İsa’nın vefatından en az bir-bir buçuk asır sonrasına aittir.” (Mustafa İslamoğlu, ÜÇ MUHAMMED, sahife: 49)

Gördünüz mü yapılan felâketi, gördünüz mü vehameti!!!

Yazar güya Hıristiyanları ve elde mevcut muharref İncilleri tenkit eder görünürken, aslında İslam inancının bir maddesini tenkil ediyor.

Değerli okuyucular, Hazreti İsa hakkındaki İslam inancı yukarıda yazdığımız gibidir. Yani İsa Aleyhisselam ölmemiş göğe yükseltilmiştir. İslam âlimlerinin ortak görüşü budur. Onun için bu meseleyi uzun uzun münakaşaya lüzum yok. Yazara biz sadece şu soruyu soralım:

Hazreti İsa vefat ettiyse, kabri nerede?..

Biz bu soruyu sorsak da sormasak da, sayın yazar Hazreti İsa’nın ölmüş olduğunda ve yerini söyleyemese de bir kabrinin bulunduğunda israrlı. Nitekim Hıristiyanları tenkit sadedinde şöyle diyor:

“Bugün, tüm kalbimle iddia edebilirim ki, eğer Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse ona en büyük düşmanlık gösterecek olan, onun mitolojik imajını pazarlayarak geçinen kiliseler ve ruhban sınıfı olurdu.” (aynı eser, sa: 62)

Ben de bütün kalbimle iddia edebilirim ki, yeryüzünde Hazreti İsa’nın kabri yoktur. Onun için, “Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse…” şeklindeki bir söz ya cehâletten veya Müslümanların Hazreti İsa hakkındaki inancını  sarsmak düşüncesinden ileri gelmektedir…

***

Hırıstiyanlar, her doğan çocuğun günahkâr olarak doğduğuna inanıyorlar. Onun için doğan her çocuğu vaftiz ederler. Vaftiz suyuyla yıkadıkları çocukların günahtan temizlendiğine inanıyorlar.

Sevgili yazarımız bu konuda Hıristiyanlığı güya tenkit ediyor. Bunu yaparken de devirmedik çam bırakmıyor.

Diyor ki:

“Kur’an’a göre insan doğuştan günahkâr değil, doğuştan sorumluluk sahibidir.” (Aynı eser, sa: 57)

Gördünüz mü büyük âlimimizin ilminin derinliğini? Çam devirmek dediğimiz budur işte.

Buna sadece câhillik demek de eksik kalır. Denilse denilse cehl-i mürekkeb, katmerli câhillik demek lâzım.

Bay İslamoğlu, “insan doğuştan sorumluluk sahibidir” diyerek, henüz ıngaa ıngaa diye ağlayan ve daha konuşmayı bile bilmeyen bebekleri bile sorumluluk sahibi sayıyor.

Büyüyüp konuşabilecek seviyeye gelmiş olsalar bile, büluğ çağına  gelmemiş olan sabiler asla sorumluluk sahibi değillerdir.

Hiç ilim sahibi olmayan bir Müslüman bile bunu bilir, ama sayın yazar bilmiyor…

İnsan doğuştan itibaren sorumlu olsa, büluğ çağından önce vefat eden çocukların, hatta bebeklerin bile ibâdet yapmadıkları için günahkâr olmaları icap ederdi. Ama İslam dini onlara böyle bir sorumluluk yüklemiyor.

Bunu birilerinin İslamoğlu’na öğretmesi icap ediyor…

Gelelim meselenin tahliline…

Hıristiyanları tenkit sadedinde, “Kur’an’a göre insan doğuştan günahkâr değil” diyen  Bay İslamoğlu’nun sözünün bu kısmı doğru. Ancak, “İnsan doğuştan sorumluluk sahibidir” derken yanılıyor. Yanılmaktan da öte büyük bir tenakuza düşüyor ve bu sözüyle, tenkit ettiği Hıristiyanların söylediklerine çok yaklaşmış oluyor. Şöyle ki:

Hıristiyanlar doğan her çocuğu günahkâr kabul ederken, İslamoğlu doğan her çocuğu sorumlu sayıyor. Yeni doğan bebekler nelerden ve hangi şeyden sorumlu olacaklardır ve bu sorumluluklarını nasıl yerine getireceklerdir?

Hiçbir sorumluluğu yerine getiremeyeceklerine göre, doğar doğmaz günah işlemeye mi başlayacaklardır?

Ha ne oluyor? Hıristiyanlar herkesi doğuşta günahkâr sayarken, Bay İslamoğlu insanların doğduktan sonra günah işlemeye başladıklarını kabul etmiş oluyor.

Şimdi hırisitiyânî görüş ile bu görüş birbirine iyice yaklaşmış olmuyor mu?

Öyleyse nerede kaldı Bay Yazar’ın Hıristiyanları tenkidi???

***

Bakara sûresi 253. âyet-i kerimenin meâli şöyle:

“İşte biz bu peygamberlerin bazısını bazısından üstün kıldık.”

Âyetin meâlinde de açıkça görüldüğü gibi, peygamberlerin bazılarının bazılarından üstün olduğu beyan buyuruluyor.

Üç Muhammed isimli eserde ise, bu âyet-i kerime hakkında şöyle deniliyor:

“Kurtubî bu âyetin ‘Hz. Peygamber diğer peygamberlerden üstündür’ demeye dahi cevaz vermediği görüşündedir.” (Aynı eser, sa: 66)

İslamoğlu’nun yazdığına göre, Kurtubî tefsiri âyetin açıkça beyan buyurmuş olduğu bir meseleye karşı çıkmış olmakta. Oysa Kurtubî tefsiri güvenilir tefsirlerden. Orada böyle bir şey olması mümkün değil.

Biz Bay İslamoğlu’nun huyunu biliriz. Kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için, bir eserde olmayan bir şeyi varmış gibi yazar. Böylece o eseri kaleme alan zata iftira etmiş olur. Burada da böyle yapmış olmasın diye düşündük…

Meğer düşüncemizde yanılmamışız. Çünkü Kurtubî tefsiri, İslamoğlu’nun söylediği gibi âyete ters bir şey söylemiyor, aksine âyette ifade edilen gerçeği izah ediyor.

Yani, Hazreti Peygamberin diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermeyen Kurtubî tefsiri değil, Mustafa İslamoğlu’nun kendisi…

Değerli okuyucular! Bir eserde, “Falan tefsirde şöyle şöyle yazıyor” diye bir şey okusanız inanırsınız değil mi? “Acaba gerçekten o tefsirde öyle yazıyor mu?” diye o tefsire bakmak kimin aklına gelir?..

Hangi okuyucu böyle bir yalan yazılacağını düşünür?

Ama siz siz olun, Mustafa İslamoğlu hakkında böyle düşünmekten vaz geçmeyin. O eğer “Falan kitapta şöyle şöyle yazıyor” diyorsa, ismini verdiği o kitaba muhakkak bakıp kontrol edin.

Bu zat zaten ÜÇ MUHAMMED isimli eserinde, Peygamberimiz’in diğer peygamberlerden üstün olmadığını isbat etmeye çalışıyor. Bu inancına okuyucuyu inandırmak için de Kurtubî tefsirine iftira ediyor…

Oysa Kurtubî tefsiri, İbni Abbas (r.a.) Hazretleri’nin şu sözünü aktarıyor:

“Muhakkak ki Allah (c.c.) Muhammed Aleyhisselam’ı peygamberlere ve gök ehline üstün kılmıştır.”      

Bu sözü aktaran bir tefsirin, “Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermediğini” söylemek hangi insaf ölçüsüne sığar değerli okuyucular?

İslamoğlu, peygamberimizin diğer peygamberlerden üstün olmadığını ispata çalışarak ne yapmak istiyor?..

***

Kurtubî tefsiri, “Allahü Teâla diğer peygamberleri kendi kavimlerine gönderdiği halde Peygamberimiz’i bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir” diyor. Buna delil olarak da şu âyeti kerimeyi zikrediyor:

“Biz seni ancak bütün insanlar için gönderdik.” (Sebe sûresi, âyet: 28)

Kurtubî, “Ashabı kiramın hepsi sahabîdir ama aralarında üstünlük vardır” diyerek peygamberlerin aralarında da işte böyle üstünlük olduğunu izah ediyor.

Böyle söyleyen bir tefsir hakkında sen kalk, “Bu tefsir Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye izin vermiyor” de… Neredesin ey ilim dürüstlüğü!..

Bu üstünlük konusu için Tefsir-i Kebir’e de baktık. Fahreddin Râzî Hazretleri, aynı âyetin tefsirinde Peygamberimiz’in diğer peygamberlerden üstün olduğuna dair yirminin üzerinde delil getiriyor…

Mesele bu kadar açıkken, hâlâ daha aksini iddia etmek, bile bile ve inatçı bir iddia olmaz mı?..

***

İmam Süyûtî, El-Hasâisi-i Kübrâ isimli eserinde, “Peygamberimiz’in, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin öldürüleceklerini” haber veriyor. Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatan bu esere zaten çok bozulan İslamoğlu ise, eserdeki bu habere de itiraz ediyor. Şöyle diyor:

“Eğer Hz. Peygamber önceden haber vermişse, Hz. Ömer, Osman ve Ali’nin katli “kader” idi ve kaçınılmazdı. O zaman kimseyi suçlamaya gerek yoktu.” (Sa: 69)

Bi kere böyle bir söz ilim adına çok ayıp. İnsana gülerler. Bir kimsenin böyle bir şey yazması için ömründe kaderle ilgili hiç bir şey okumamış olması lâzım.

Evet gülünç… Çünkü adamcağız, kaderle ilgili meselelerin sorumluluk getirmeyeceğini zannediyor. Oysa kaderin dışında hiçbir olamaz. Her şey kadere bağlı. Ama, bu, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Çünkü,  kader insanları iyi-kötü hiçbir şeye zorlamıyor. Bay İslamoğlu hiç olmazsa bu kadarcığını bari bilmeliydi…

Bu kadarcığını dahi olsun bilmiyor ama, öte taraftan Müslümanların, “Allah’ı cisimler dünyasına indirdiğini” söylemekten de çekinmiyor. (Sa: 70)

Müslümanlar, Peygamberimiz’in insanüstü bir varlık olduğuna inanıyorlarmış gibi, müslümanları suçluyor ve “Oysaki Kur’an Hz. Peygamber’in beşerliği üzerinde israrla duruyor” diyor. (Sa: 71)

Bütün yaratılmışların efendisi olan Peygamberimiz’in, bütün ilimleri bilmiş olacağını kabul edemiyor. (Sa: 71)

Peygamberimiz her şeyi mûcize olarak Allah’tan öğrendiği halde, harfleri insanlardan öğrendiğini, bunun mûcizelik tarafının olmadığını söylüyor. (Sa: 71)

Verdikleri değerli bilgiler kitaplarımızda yer alan ve iki İslam büyüğü olan Ka’bu’l- Ahbar ve Vehb bin Münebbih’i ağır bir şekilde suçlamaktan çekinmiyor. Ka’bu’l- Ahbar Müslüman olunca, güyaYahudi  kültürünü, Vehb bin Mühebbih de güya hıristiyanlık kültürünü İslama taşımışlar. (Sa: 77)

İslamoğlu’nun, bu satırları yazarken samimiyet sahibi olmadığını görüyoruz. Eğer Yahudilik kültürünün İslama taşınmasını istemiyorsa, Yahudi kültürünü tefsirine taşıyan yahudi asıllı Muhammed Esed’in tefsirine karşı olması lâzımdı. Ama karşı değil.

Karşı olmamak bir tarafa, onun sözümona meal tefsirini övüyor. Halbuki Muhammed Esed, âyetleri istediği şekilde sündürerek günümüzdeki Yahudiliğin de geçerli olduğunu usturuplu bir şekilde işleyen bir kişi.

Bunu bizim gibi her halde İslamoğlu da görüyor. Görüyor ama ses çıkarmıyor. Bununla da kalmayıp, Muhammed Esed’e karşı çıkanlara karşı çıkıyor. Yahudi kültürüne karşı olan bir insan böyle yapar mı hiç?

Peygamberimiz’in vefatından sonra Müslüman olan Ka’bul Ahbar’ı, “Nûr-u Muhammedî teorisinin mûcidi olmakla” suçluyor. Şöyle diyor:

“Yahudi avam kültürü çoğunlukla ondan gelen rivâyetlerle İslam külturüne girdi. Özellikle tefsir ve hadis rivâyetleri bunların başında gelir. İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr gibi ilk kuşağa mensup isimlerin ondan gelen rivâyetleri nakletmiş olmaları, onun rivâyetlerinin  yaygınlaşması ve tutunmasında önemli bir rol oynadı.”

İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr gibi seçkin sahabilerin, Ka’bul Ahbar’a itibar etmeleri bile onu bu zatın aleyhinde olmaktan alıkoymuyor. Üstelik, onun söylediklerini yaydılar diye o güzide sahabîlere kızdığı da gözlerden kaçmıyor.

Öyle ya canım, bir kimse yanlış şeyler söyler, bazıları da bu yanlışları alıp yayarsa onlar da suçlu olmaz mı?

Kahramanımız, sadece yukarıda ismini verdiğim iki zatı değil, asr-ı saâdette bâtıl dinlerini bırakıp Müslüman olan diğer zatları da şöyle suçluyor:

“ Müslüman olan kitap ehli, son vahyi ve onun taşıyıcısı olan Hz. Peygamberi de kendi kitap ve peygamber tasavvurlarıyla okuyorlardı.”

Dikkat ederseniz hiç bir istisna yapmadan toptan hepsini suçluyor.

İslamoğlu’na göre, Müslüman olan bu zatlara İslamın hiç tesiri olmamış ve kabul ettikleri yeni dini eski dinlerinin görüşleriyle değerlendiriyorlarmış.

Yukarıda, İslamoğlu’nun Ka’bul Ahbar’ı “Nûr-u Muhammedî teorisinin mûcidi olmakla” suçladığını söylemiştik. Bu konuda İslamoğlu diyor ki, “İbni Teymiyye, bu tür uçuk iddiaları, ‘Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer (insan) nurdan yaratılmamıştır’ sözleriyle reddediyor.”

Gördüğünüz gibi, İslamoğlu’nu ancak işte böyle sözler rahatlatıyor. “Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun” sözüyle kimin kastedildiğini anlamamanız için bir sebep yok.

Tabii ki kastedilen sevgili Peygamberimiz’dir…

Ama Bay İslamoğlu, İbni Teymiyye’ye şunu söylemeyi akletmiyor:

Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer nurdan yaratılmamıştır” diyorsun.

Nereden biliyorsun? Yaratılanlar yaratılırken ezelden beri hepsinin yanında mı oldun?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu