Ali ErenMustafa İslamoğlu

“Ben Hanefiyim” Diyerek Hz. Ömer (R.A.)’e Dil Uzatmak – Ali Eren

Peygamberimiz’in müşriklerle yaptığı üç mühim harpten birisi Uhud Harbi’dir. Bu harp, Medine dışında, şehre yakın Uhud Dağı eteğinde yapıldı. Yazar Mustafa İslamoğlu, Uhud Harb’i öncesini Üç Muhammed isimli eserinde şöyle anlatıyor:
“Hz. Peygamber düşmanı içeride karşılayıp savunma savaşı yapmak niyetindedir. Fakat, savaş konseyinde bulunan tüm gençler, düşmanla şehir dışında karşılaşıp meydan savaşı yapılmasında israr ederler. Hz. Peygamber, kendi görüşünün tersi olmasına rağmen çoğunluğun bu israrını geri çevirmez ve hazırlık emrini verir. Hatta tam savaşa çıkılacakken, bazıları yaptıklarının stratejik açıdan yanlış olduğunu düşünerek, Hz. Peygamber’e kendi görüşünü uygulamasını teklif ederler. Fakat bu kez de o, “Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz” diyerek orduya hareket emrini verir.”

Bir-iki yanlışı yok sayarsak, yazarın bu yazdıkları doğru.

Önce şu iki yanlışa işaret edip esas konumuza devam edelim:

a- Düşmanla şehir dışında karşılaşıp meydan savaşı vermek isteyen gençler, yüz yüze savaşmak için can atan heyecanlı genç sahâbîler olup yazarın yazdığı gibi savaş konseyinde bulunan kimseler değillerdi.

b- Yine o gençler, yazarın yazdığı gibi, tam savaşa çıkılacakken yaptıklarının yanlış olduğunu düşünerek kendiliklerinden gelip Peygamberimiz’e kendi görüşünü uygulamasını teklif etmediler. Resûlüllah’a karşı nasıl tavır takınılacağını daha iyi bilen bazı ileri seviyedeki sahâbîler, o gençlerei “Resûlüllah’a karşı yanlış yaptınız. Ona, Yâ Resûlallah! Siz nasıl münasip görüyorsanız öyle yapınız demeliydiniz.

Resûlüllah’tan özür dileyin ve madem şehir içinde müdafaada kalmamızı uygun görüyorsunuz, öyle yapınız deyin” diye uyarmışlar, onlar da bu teklifle Peygamberimiz’e gelmişler, fakat Peygamberimiz (s.a.v.) de bu sefer “Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz” buyurmuştur.

Bu iki yanlışı böylece düzeltmiş olalım.

Bu yanlışlar gerçi insanın itikadını bozacak ve imandan çıkaracak yanlışlar değil. Böyle yanlışlar sadece bunu yazanın iyi bir siyer bilgisine sahip olmadığını gösterir ve yazar için bir ayıp sayılır. Çünkü, insan iyi bilmediği konulara girmemelidir. Girmesi ayıptır.

Yanlış mı söylüyorum değerli okuyucular! Bilmediği bir meseleyi ele alarak okuyucusuna yanlış-yunluş bilgiler aktarmak bir yazar için ayıp sayılmaz mı?

Ama gelin görün ki, İslamoğlu bilmediği konulara sık sık girmekte ve maalesef sık sık da gülünç duruma düşmektedir.

Oysa, bir kimse eğer yazar ola-çıkagelmişse, anlatacağı hadiseyi önce bir güzel öğrenmeli değil midir?
Ancak, böyle hatalar İslamoğlu’nun kitaplarında sıradan şeyler. Onun için, onun bütün yanlışları üzerinde durmuyoruz bile. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi şöyle bir işaret edip geçiyoruz. Çünkü, nasıl olsa bu yanlışların ayıbı bize değil yazarına ait olur.

Ârifan’da Ali Eren’in âcizâne şimdiye kadar kaleme aldığı makaleleri takip edenler, İslamoğlu’nun yukarıda bahsettiğim gibi yanlışları şöyle dursun, daha ağır ve kabul edilmesi mümkün olmayan, bile bile ve israrla yaptığı yanlışlarını bilirler. Şimdiye kadar fark etmemiş olanlardan ricamız ise, bundan sonraki yazılarımızın takip edilmesidir. Takip ederlerse, bir kitabın yanlışlarla nasıl doldurulduğu ve okuyuculara nasıl yanlış bilgiler aktarıldığını göreceklerdir…

Bu girişten sonra gelelim Uhud Harbi meselesine…

Uhud’da önce İslam ordusu gâlip durumdayken, Peygamberimiz’in önceden verdiği tenbihin tutulmaması sonucu bir bozgun yaşanmıştı. Bundan sonrasını Mustafa İslamoğlu şöyle yazıyor:

“Uhud Savaşı’nın bilinen safahatının ardından, Müslüman ordusu bozulunca savaş alanını ilk terkedip uzaklaşanlar, savaş konseyinde düşmanla yüzyüze karşılaşma konusunda en çok israrcı olanlardır. Bunlardan biri olan Hz. Ömer…” (Üç Muhammed, sa: 232)

Hazreti Ömer’e nasıl dil uzatıldığını görüyorsunuz değil mi? Öyleyse, yazımızın başlığının bir defa daha okunmasının tam zamanı…

Değerli okuyucular! Önce bir kâideyi ortaya koyalım:

Bir kimse, Hanefî mezhebinden ise Hazreti Ömer radıyallâhü anh hakkında böyle bir ifade kullanamaz; kullanmış ise o zaman da o kimse Hanefî mezhebinden değildir. Çünkü bu ifade Mâtürîdî mezhebine aykırı olup Hanefîler de itikadda Mâtüridî mezhebine mensupturlar.

Oysa, Hazreti Ömer (r.a.) hakkında bu ifadeyi kullanan zat kendisinin Hanefî mezhebinden olduğunu söylüyor.

Bi kere, yazarın ne demek istedi gayet açık. “Hazreti Ömer savaştan önce, düşmanla yüzyüze karşılaşmakta kendisi israr ettiği halde, ordu bozulunca savaş alanından kaçan da yine kendisi oldu” demek istiyor.

Peşinen, iftiranın bu kadarına da pes doğrusu diyelim…

Çünkü bu, yukarıda bahsettiğim türden basit bir yanlış değil, bir hâdiseyi istismar ederek yapılan açık bir iftiradır.

Savaştan önce düşmanla yüz yüze karşılaşmak isteyenlerin, cihad aşkıyla yanıp tutuşan heyecanlı genç sahâbîler olduğunu söylemiştik. Onların içinde Hazreti Ömer yoktu; bu bir.

İkincisi: Hazreti Ömer radıyallâhü anh asla savaş alanından kaçmamıştır…

Zaten siyer kitapları Bay İslamoğlu’nu yalanlıyor!

Siyer kitapları, Hazreti Ömer’in savaş meydanından kaçmaması şöyle dursun, Uhud’da Peygamberimiz’in yanından ayrılmayan 15 sahâbî içinde Hazreti Ömer’in ismini de zikrederler.

Her biri ayrı asırlarda yazılan bu kitapların yazarları, ruhlar âleminde haberleşip de böyle bir yalan yazmakta anlaştılar mı yani!…

Ve onların topu yanlış ve yalan yazdı da sadece İslamoğlu mu doğru yazıyor?

İslam ehli sünnet mezheblerine mensup olan âlimler içinde, Hazreti Ömer hakkında İslamoğlu’nun kullandığı ifadeyi kaleme alan hiçbir siyer âlimi bulunamaz. Ama Şiîlerde bulunur. Onlar amansız bir Hazreti Ömer düşmanı oldukları için uydurmayacakları yalan yoktur.

Zaten acem (İran) yalanı meşhurdur ya. Dedelerimiz, akıl almaz yalan uyduranlara, “Senin söylediğin acem yalanını geçti” demezler miydi?

Değerli okuyucular! Sayın İslamoğlu, Hazreti Ömer’in savaş meydanından kaçtığını yazmakta yalnız değil. Şiî yazar Ali Şeriatî de aynı şeyi yazıyor.

Kimdir Ali Şerîatî?

İslamın 5 şartından biri olan Hac ibâdeti hakkında “En mantıksız bir eylem” diyen bir pespâye.
Kâinâtın Efendisi Sevgili Peygamberimiz hakkında, “O, hayatı boyunca normal bir rûhî yapıya sahip değildi” diyebilen bir rezildi. Toprağı bol olsun…

Nedense, Hanefî mezhebinden olduğunu söyleyen İslamoğlu, Ali Şerîatî’yi öve öve bitiremiyor.
Yine ne hikmetse, Hanefî olduğunu söyleyen İslamoğlu’nun söylediklerinin birçoğu Şiîlerin söyledikleriyle paralellik arzediyor.

Önce Hazreti Ömer radıyâllâhü anhin kim ve nasıl bir zat olduğunu sonra da harp meydanından kaçtığı meselesini ele alalım.

Hazreti Ömer radıyallâhü anh kimdir?

1- İslam ehli sünnet itikadına / inancına göre, Âdem Aleyhisselam’dan itibaren kıyâmete kadar gelecek olan insanlar içinde, peygamberlerden sonra en üstün birinci insan Hazreti Ebûbekir radıyâllâhü anh, ikincisi de Hazreti Ömer radıyâllâhü anh Efendilerimizdir.

2- Peygamberimiz (s.a.v.) bir meseleyi istişâre edeceği zaman ilk önce bu iki zat ile konuşurdu.

3- Bir yerde oturduklarında, Hazreti Ebûbekir (r.a.) Efendimiz Peygamberimiz’in sağında Hazreti Ömer (r.a.) Efendimiz solunda otururdu.

4- Bu iki zattan başka, ashab-ı kiramdan hiçbir kimse, sohbetleri sırasında Peygamberimiz’in yüzüne rahatça bakamazdı.

5- Hazreti Ömer (r.a.) bir mesele hakkında âyet inmesini arzu etse, inerdi. Onun için Peygamberimiz, (s.a.v.) “Allah, hakkı Ömer’in dili üzerine koymuştur” buyurmuştur.

6- Peygamberimiz (s.a.v.) “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı Ömer peygamber olurdu” buyurmuştur.

7- Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer Efendilerimiz, Medine’de Hücre-i Saâdet’te Sevgili Peygamberimiz’le yan yana bulunuyorlar.

Hazreti Ömer Efendimiz’in Peygamberimiz’in yanına defnedilmesine müsaade eden de bizzat Hazreti Âişe Vâlidemiz’dir.

(Gerçi buna Hazreti Âişe radıyallâhü anhâ Vâiledimiz’in izin vermiş olması sadece bizim için mühimdir. Yoksa şiîler ve şiî-severler için bir şey ifade etmez. Çünkü onlar Hazreti Âişe Vâlidemiz’i sevmezler. )

8- Her sene milyonlarca Müslüman hacca gidiyor. Peygamberimiz zamanından beri 14 asırdır da devamlı hac yapılıyor. 14 asırdır hacca giden Müslümanların sayını milyarlara ulaşmıştır.

Peygamberimiz’i defalarca ziyaret eden bu milyarlarca hacının, her defasında Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer Efendilerimiz’i de ziyaret edip onlara da selam verdiğini ve onların ruhlarına da Fâtihalar okuduğunu düşünelim…

Bu ne büyük saâdettir.

Kısaca hatırlatmaya çalıştığımız Hazreti Ömer radıyallâhü anh işte böyle bir zat.

Ama sen kalk, böyle bir zatın savaş yerini terk ettiğini söyle…

Kitaplarda böyle bir şey olmadığına göre hangi bilgiyle, hani ilimle?

Ehl-i sünnet iseniz, hangi insafla?..

Bi kere Hazreti Ömer, savaş yerini terk etmemiştir. Ama aşağıda anlatacağım küçücük olay olmuştur. İşte İslamoğlu olsun, Ali Şeriatî olsun, bula bula ancak bunu bulabilirler ve istismar edeceklerse ancak bunu istismar edebilirler.

O olay şudur:

Uhud Harbi’nde herkes zırhın giymiş vaziyette…

Peygamberimiz de zırhlı.

Ashab-ı kiramdan Mus’ab ibni Umeyr, zırhlı vaziyetteyken Peygamberimiz’e benziyor.

Müşriklerden İbni Kamie, Mus’ab Hazretleri’ni Resûlüllah zannederek hücum edip o şanlı sahâbîyi şehid ediyor. Ondan sonra “Muhammed’i öldürdüm” diye bağırıyor. Bunu her iki taraf da duyuyor. Bu haber, Peygamberimiz’i canından çok seven ashabın her birine ayrı ayrı tesir ediyor. Resûlüllah sevgisinden deli divane olan ve onun şehid edildiği haberini duyan Hazreti Ömer ve 3-5 arkadaşının, eli kolu düşüyor. “Resûlüllah şehid olduktan sonra daha ne kaldı!” diyerek, oturup kılıçlarını bırakıyorlar.

Onların bu halini gören Enes bin Nadr, (r.a.) “Resûlüllah şehid olduysa biz ne diye yaşayalım?” diyerek onları ikaz ediyor. Bu söz üzerine kendilerine geliyor ve savaşmaya devam ediyorlar.

Bulsalar bulsalar, ancak bunu bulup istismar edebilirler. Bundan başka dayanabilecekleri hiç bir şey yok. Çünkü Uhud’da Hazreti Ömer’le ilgili mesele sadece budur ve bu da Resûlüllah’ı aşırı derece sevmekten ve bu sevgiyle adeta kendinden geçmekten ibârettir.

Nitekim bu halin bir benzeri de Resûlüllah Efendimiz’in vefatında olmuş, Hazreti Ömer (r.a.) o zaman da, “Resûlüllah öldü diyenin boynunu vururum” demişti. Resûlüllah’ı o kadar seviyordu ki, ölümü ona yaklaştırmak bile istemiyordu.

O zaman Hazreti Ebûbekir (r.a.) “Yâ Ömer aklını başına al” diyerek kendisini uyarmış, bunun üzerine Hz. Ömer de kendine gelmişti.

Değerli okuyucular! Kime “Aklını başına al” denilir?

Adeta aklı başından gidene…

Peygamberimiz’e olan sevgisinden dolayı Hazreti Ömer’in sanki aklı başından gitmişti.

Bir kimsenin çok sevdiği birisinin vefatı karşısında aklı başından gidecek kadar kendisini kaybetmesi, zaman zaman görülen şeylerdendir. Bunun nasıl olduğunu da ancak o sevgiyi taşıyan bilir.

Tâbiînin büyüklerinden Hasan Basrî rahmetüllâhi aleyh Hazretleri’ne, “Yâ İmam siz ashabı kiram gibisiniz” dediklerinde, o zat şöyle cevap vermişti:

“Siz ashabı kiramı ne zannediyorsunuz! Siz onları görseydiniz bunlar deli derdiniz; onlar da sizi görselerdi bunlar müslüman değil derlerdi.”

İşte ashabı kiramın Peygamber sevgisi böyleydi ve onlar bu sevgiyle adeta deli olmuşlardı…

Onları bir nebze olsun anlayabilmenin yolu, Peygamberimiz’in sözlerine / hadislerine kulak vermek ve kalbinde ashab sevgisi taşımaktır. Bu sevgiyi taşımayanlar, tabii ki ashabın en üstün ikinci şahsiyeti olan adâlet timsali Hazreti Ömer radıyallâhü anh Efendimiz’i de tanıyamayacak hatta ona düşman bile olacaklardır. Bu düşmanlık da şöyle veya böyle sözlerine ve yazılarına aksedecek ve böylece kalplerindeki bu düşmanlık dışarıya vurmuş olacaktır.

Şiîlerde olsun, şiîyyül-meşreb yani şiî-sever olanlarda olsun, Hazreti Ömer’e buğz ve kin hat safhadadır.
Meselâ, Hazreti Ömer’i hançerleyip şehid olmasına sebep olan değirmen ustasının kabri Arabistan da olmasına rağmen, İran’da görkemli bir makam kabri vardır ve ziyaret edilmektedir.

Şiîlerdeki Hazreti Ömer düşmanlığına bir başka örnek:

İran’a giden bir arkadaşım kendisi görmüş. Gördüğünü aynen anlatıyor.

İran’da bir meydanda, mermere “İnnemâ ya’mürü mesâcidallâh…” âyeti kazınmış. Âyetteki “ya’mürü” kelimesi bildiğiniz gibi, dört harfle yazılır: Ye, Ayın, Mim, Re.

Baştaki Ye harfini kaldırırsanız, Ayın, Mim ve Re kalır. Onlar da “Ömer” okunur.

Bu üç harf Ömer okunduğu için, şiînin birisi gidip çekiçle o Ayın, Mim ve Re harflerini kırmış.

Hazreti Ömer Efendimiz’e bu derece düşmandırlar.

Onlar neyse ne de, Türkiye’de basılan ve sünnî / ehl-i sünnet Müslümanlara arz edilen ÜÇ MUHAMMED isimli eserde, Hazreti Ömer’e iftira edilmesi ne oluyor?..

Böyle yanlışlar acaba bilgi eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa bile bile lâdes kabilinden mi?

Yazar İslamoğlu, Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitiremeden ayrılmış olsa da, ondan sonra Ezher Üniversitesi’ne girip orayı da bitiremeden, ikinci sınıftan ileriye devam edemeyip mezun olamadan oradan da gelse de böyle büyük ve tehlikeli yanlışlara bilgi eksikliğinden düştüğüne şahsen ihtimal vermiyorum.

Öte taraftan, yukarıda da işaret ettiğim gibi, sayın yazarın Hazreti Ömer (r.a.) hakkındaki tavırları, şiî bir yazar olan Ali Şerîatî’nin tavırlarıyla aynı.

Bu, kesin bir gerçek…

O halde? Diyor insan…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu