Seyyid Kutub

Ayet-İ Kerime’leri Çarpıtma Örnekleri

Osmanlılar zamanında ve öncesinde yazılmış olan Kur’ an meali ve tefsirlere bakıldığı zaman, tüm Ayet’lere, Hadis-i Şeriflerle birebir uyumlu, ehli sünnet görüşüne göre doğru manaların verildiği görülmektedir. O dönemde yapılmış olan tefsir ve meallerin tamamı birbirleriyle uyumlu olup, kesin-likle aralarmda çelişki söz konusu değildi.
Ancak S. Kutub’un tefsiri gibi, son zamanlarda yazılan tefsir ve meallerin tamamına yakım ise önceki tefsir ve mealler ile Hadis-i Şeriflere ve ehli sünnet görüşüne göre çok farklı ve zıt manalar içermektedir. Hatta, Osmanlı sonrası yazılan meal ve tefsirler, Osmanlı ve öncesinde yazılan meal ve tefsirlere göre, beyaza-siyah, helale-haram diyecek kadar, çarpıtılmıştır.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem), Ku’an-ı Kerim’deki Ayet’leri çarpıtarak tam tersi manalar verecek olan sapkm bir kavmin zuhur edeceğini açık bir şekilde aşağıdaki şu Hadis-i Şerifte şöyle bildirmektedir.

İbn-i Kesir ve İbn-i Cerir’de Hüzeyfe (Radiyallahu anhu)’ dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden bir kavim olur. Onlar Kur’an’ı okurlar da onu kötü ve kuru hurma gibi dağıtırlar ve (Kur’an’ı) te’vîli mümkün olmayan tam tersi mânâlarla te’vîl ederler (mana verirler)/’1

Yani verilmesi mümkün olmayacak, tam zıt manalar verirler demektir.

————————-

1 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 31581; Tefsir-i İbn-i Kesir, (Mektebetü’ş-Şamile-2), 2/10 (Al-i Imran 7.âyetin izahında).

————————

Yine Taberâni, Mu’cem’ul Evsat’ta Hz. Ömer (Radiyal-lahu anhu)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Benden sonra ümmetimin üzerine en çok korkuğum şudur ki, bir adam çıkar, Kur’an-ı Kerim’in esas manasını çarpıtır ve başka manalara çekerek tefsir eder/’1

Yine İbn-i Cerir’de Hüzeyfe (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen diğer bir rivayette de Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Bu ümmet içinde bir kavim olacak ki, onlar Kur’an’ı okurlar. Ama onu kötü ve kuru hurma gibi dağıtırlar, Kur’an onların boğazlarından öteye geçmez ve Onların okuyuşları, imanlarının önüne geçer (imandan çıkarlar).”2

İşte bu Hadis-i Şerifleri görünce bir an düşünüp şu soruları sorma gereği hissettik. Bu tefsir ve meallerdeki farklar nerden gelmektedir ve niçin bu değişikliklere gerek duyulmuştur? Bu yoksa, Muhammed b. Abdulvahab’ın, sapık vaha-bi inancını kurarken, kendisine bizzat yardımcı ve destek olan İngiliz’ lerle, yaptığı o, altı maddelik anlaşmanın 6. maddesinin gereği olan; “Tahrif edilmiş bir Kur’an neşredilecek,”3 emrinin bir sonucu mudur? Kesinlikle bu emrin bir sonucudur. Çünkü, 1955-1957 yılları arasında, İngilizlerin o zaman ki başbakanı olan Sir Anthony Eden, Kur’ân-ı eline alıp:

– “Bu Kitap dünya yüzünde oldukça, bununla amel edildikçe bize rahat yok. Ben bu Kitab’ı yeryüzünden kaldırmaya gideceğim/’1 diye bir ifade kullanmaktadır. Görüldüğü üzere aradan geçen yüzlerce yıla rağmen İngilizler, Avbdulvahhabla yaptıkları bu gizli anlaşmayı unutmamışlar, aksine ısrarla da arkasında durmaktadırlar. Bu 1956 yılında da aynıydı, hala da aynıdır. “Tahrif edilmiş Kuran
neşredilecek” planında, figüranlar haricinde değişen bir durum, söz konusu bile olmamıştır.

Bu nedenle, durum çok daha da vahimdir. Çünkü, bu yapılanların, sadece vahhabilerle sınırlı olmayıp, İngiliz’lerin bir projesi olan “Tahrif edilmiş Kur’an” çalışmasının gereği olduğu anlaşılmaktadır. O zaman, İngiliz’lerin bu projesi, vahhabilerle birlikte, günümüzde alim zannettiğimiz Seyyid Kutub da dahil bir çok akademik kariyer yapmış proje ürünü kimseleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla, bu yapılanlar planlı ve bilinçli büyük bir çalışmanın neticesidir ki dehşete kapılmamak elde değildir. Çünkü, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’in veda hutbesinde bizlere bıraktığı:

– “İki emanet, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif ile sünnetleri”2 tahrif etmek istemişler ve büyük bir ölçüde de malesef gerçekleştirmişlerdir. Bugün, bir mevzuda işin doğrusunu öğrenmek için hangi meal ve tefsire bakarsanız bakm,bu adamların izini görürsünüz. Yanlışların yanlışlığını ispatlayabileceğiniz doğru eserler ise Türkçe’ye tercüme edilirken tamamen tahrif edilmiştir. Tehlike bu boyuttadır.

———————————

1 1956’da Mısır, İngiltere savaşı hakkında “Yeni Sabah Gazetesi” tarafından bu savaşı anlatan
yazı dizisinden alınmıştır.
2 İmam Mâlik, Muvatta, Tercüme: Ahmet M. Büyük Çınar, Yaşar Erol, Ahmet Arpa, Durak
Pusmaz ve Abdullah Yücel, Al-Tuğ yay. İstanbul-1982, Kitab’ul-Kader 3; Ayrıca bu Hadis-i
Şerif: İbn-i İshak, Sîre; İbn Hişam, Siretün Nebeviyye; Beyhaki, Sünenül Kübra, Delâilün
Nübüvve; Hakim, Müstedrek; Taberi, Mu’cemul Kebir, adlı kitaplarda da geçmektedir.

1 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28978; Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mi/at-ül-Cezire), İstanbul-h. 1304; 1,106.
2 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 31581;

3. İngiliz Casusunun itirafları ve ingilizlerin islam düşmanlığı, Tercüme: M. Sıddık Gümüş, Hakikat Kitabevi yay. 63. Baskı, Istanbul-2009. Bu kitapta geçen anlaşma maddelerinin tamamı şöyledir: 1. Bütün Müslümanları, tekfir edip, onları öldürmenin ve mallarını ellerinden almanın; namuslarına tecavüzün, erkeklerini köle ve haramlarım cariye yapıp, köle pazarlarında satmanın helal olduğunu söyleyecek. 2. Hac ibadetini ortadan kaldırmak için, kabileleri hacılara saldırtıp, mallanın ellerinden almaya ve onları öldürmeye teşvik edecek. 3. Müslümanları, Halifeye itaat etmekten men etmeye çalışacak. Onları Halifeye karşı isyan etmeye teşvik edecek ve bu iş için, ordular hazırlayacak. 4. Mekke, Medine ve diğer İslam ülkelerinde bulunan türbe, kubbe ve mukaddes yerlerin put ve şirk olduklarını söyleyerek, yıkılmalarının lazım olduğunu ilan edecek. 5. İslam ülkelerinde mümkün mertebe ihtilal, zulüm ve anarşiyi temin edecek. 6. Tahrif edilmiş bir Kur’an neşretmeye çalışacak.

——————————–

Bu projenin uygulayıcısı sahte alimler, birbirlerinden ayrı ayrı düşüncedeymiş gibi gözüküp, konuşmalarında da farklı ifadeler kullansalar da, aslmda aym amaca hizmet eden bu planın birer parçasıdırlar. Çünkü, bugün farklı kişiler ve kurumlar tarafmdan hazırlanan meal veya tefsirlerin tamamına yakını farklı cümleler kullanılmasına rağmen, aslmda, Osmanlı ve öncesinde yazılanların tam zıttı manalar verilmek suretiyle, özellikle de aynı konularla ilgili Âyet’ler çarpıtılarak tahrif edilmiştir. Şöyle ki; şefaat, keramet, zikrullah, evliya ve maneviyat ile ilgili yüzlerce Âyet-i Kerime’yi, meal ve tefsir yapıyoruz bahanesiyle bilinçli ve planlı bir şekilde çarpıtmışlardır.

İngilizler’in, bu Kuran-ı Kerim’i tahrif etme projesine, Osmanlılar zamanında, korktukları için başlayamamışlar ancak, Osmanlı Devletinin çöküşünden hemen sonra, aşama aşama uygulamaya koymuşlar, günümüzde ise bu emellerini, yukarda saydığımız özel yetiştirilmiş kişilerin yazdıkları yeni meal ve tefsirler ile maalesef büyük bir oranda gerçekleştirmişlerdir. Osmanlıdan sonra ne değişti de bir anda mantar gibi önceki ehli sünnet alimlerinin söylediklerinin tam zıttmı söyleyen sahte alimler türetildi? Mantar gibi türeyen bu sahtekarlar, Osmanlı ve öncesinde basılmış bir çok muteber tefsir ve mealleri de sadeleştirerek Türkçe’ye tercüme ediyoruz bahanesiyle tahrif edip, kendi sapık görüşleri ile doldurmuşlardır. Bu eserlerin de, aym şekilde, Osmanlıca asılları ile bugün piyasada bulunan Türkçe baskıları arasında, beyaz ile siyahın farkı kadar bariz farklar ve kasıtlı yapıldığını düşündüğümüz çok önenli çarpıtmalar bulunmaktadır. Kesin ve sağlam delillerle yazılmış olan Ehli sünnet alimlerinin, bu Kur’an meal ve tefsirleri, neden yok sayılıp, kullanılmıyor da, bir de farklı ve zıt manalar verilme gayreti içine giriliyor? Burası çok düşündürücüdür. Ayrıca, bu batıl görüştekiler, bu muteber eserleri yok sayıp istifade etmedikleri gibi daha da ileri giderek bu tefsir ve meallerin hatalı olduğunu iddia edip, o zamanda yaşayan ehli sünnet vel cemaat mezhebinde ve itikadmda olan büyük zatların da hatalı olduklarını söylemek suretiyle onları reddetmektedirler. “Lanet” kelimesi Arapçada, “reddetmek” anlamına gelmektedir.1 O yüzden de bu zatları reddederek, direk lanet okumaktadırlar.

Bu hususta İbn-i Asakir’in Muaz (Radiyallahu anhu)’dan naklettiği Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bid’atler yayıldığı ve bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği (reddettiği) zaman, kendinde ilim olanlar onu yaysın. Zira böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’u Teala’nın Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e indirdiğini gizleyen kimse gibidir.2

İşte, bu Hadis-i Şerif, bildiğimiz gerçekleri kardeşlerimizle paylaşma zorunluluğumuzu, azmimizi ve kararlılığımızı arttıran önemli bir emir olmuştur ve bu emir aynı şekilde, tüm Müslümanlar içinde böyledir.

Yine bu hususta İbn-i Mace’de, Câbir (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet ettiği zaman, her kim Hadis-i Şerifleri gizlerse Allah’u Teala’ nın indirdiğini gizlemiş olur.”3

Yaptıkları bu organize çalışma ile, 1400 seneden beri süre gelen, ehli sünnet görüşüne karşı, yeni bir din icad etmeye çalışan bu zihniyet; olsa olsa, islam dinine zarar vermek isteyen, ve yukarda bahsettiğimiz, Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmeye çalışan bu projenin bir figüranı olabilirler. Bu fitne mahsulü insanlar, Kur’an-ı Kerim’in Arapça’sını değiştireme dikleri için ancak manalarını çarpıtarak tahrif etme yoluna gitmişlerdir.

Yine, vahhabiler ve bu zihniyette olan batıl görüşteki insanların, müşrikler hakkında inen Âyetleri, çarpıtıp Müslümanlara atfedeceklerini, Buhari’de nakledilen şu Hadis-i Şerifte, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle haber vermiştir:

“Onlar, kafirler hakkında inen Âyet’leri, Müslümanlar üzerine atfederler/’1

Yine Müslim ve Ahmed b. Hanbel’de Ebu Hüreyre (Radi-yallahu anhu)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin son zamanlarında sizlere ne sizin, ne babalarınızın duymadıkları şeyleri söyleyecek kimseler gelecektir. Onlardan sakınabildiğiniz kadar sakınınız.”2

Bu dalalet ehli olan insanların Kur’an Âyet’lerini çarpıtmaları; bir hata ve yanlışlık eseri değil, tamamen organize bir çalışma ile, birilerinin bilerek ve büyük gayretler göstererek yaptıkları bir eylemdir. S. Kutub da bu organizasyonun bir parçasıdır.

Burada oynanan oyunun, net olarak görülmesi açısından çarpıtılan yüzlerce Âyefi Kerime içerisinden önemli gördüğümüz, Sure-i Bakara, Âyet 62’yi örnek olarak açıklayacağız.

Osmanlılar zamanında ve öncesinde basılmış olan muteber tefsir ve meallerde bu Âyet-i Kerime’nin esas manası, aslında şöyledir:

“İnananlar1 (dilleriyle inandığını söyleyen münafıklar), Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler (yıldıza tapanlar)’dan her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve (mü’min olarak) ameli salih işlerse, onlar için Rableri katında mükafat vardır ve onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”

Bu Ayet-i Kerime de; Yahudiler, Hıristiyanlar, yıldızlara tapanlar ve münafıklardan her kim Müslüman olup ameli salih işlerse, ancak bu şekilde kurtuluşa erişebilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Buna rağmen, Seyyid Kutub ise, Fi Zilalil Kur’an adlı tefsirinde, bu Âyet’e: “Müminler ile Yahudi, Hıristiyan ve Sabiiler’den Allah’a ve Ahiret gününe inanıp iyi ameller işleyenler, hiç şüphesiz, Rableri katında mükâfatlarını alacaklardır; onlar için korku yoktur; onlar artık hiç üzül-meyeceklerdir.” diyerek burada sayılan zümrelerin hepsini hak ve eşit dinler olarak gösterip, Ayet-i Kerime’nin esas manasma tam zıd bir mana vererek bu Âyet’i, kendi yanlış görüşüne göre şöyle tefsir etmektedir:

“Burada “mü’minler”den maksat Müslümanlarda*. Arapça’da ki “ellezine hâdû”dan maksat, “Allah’a dönenler” yada “Yehuda’nın evlatları” olduklarına inanan Yahudi lerdir. “Nasara”‘dan maksat, Hz. İsa’nın yolundan giden Hıristiyan’lardır. “Sabiiler”den maksat ise en geçerli görüşe göre; müşrik Araplardan kopmuş bir zümredir. Bunlar milletlerinin izlediği puta tapıcılık geleneğinin doğruluğundan kuşku duyarak ruhlarını tatmin edecek başka bir inanç sistemi aramış ve bu arayışları sonucunda Tevhid inancını benimsemiş Araplardır. Bazı açıklamalara göre bu Araplar hiçbir ilâhî rehberin çağrısına muhatap olmaksızın ırkdaş-larının tapınma geleneklerini bir yana bırakarak ilk Hanif dinine, yani Hz. İbrahim’in şeriatine göre ibadet etmeye yönelmişlerdi. Bundan dolayı müşrikler onlara “sapıklar” yani atalarının dininden ayrılanlar demişlerdi. Daha sonra Müslümanlar da onlar tarafından bu unvanla anılacaktır. İşte bu yüzden Arapların bu zümresine “Sabiiler” adı verilmiştir. Bu görüş, bazı tefsir bilginleri tarafından, bunların yıldızlara tapan kişiler olduğu savunulan görüşten daha geçerlidir.”
Vahhabilerin kendilerine önder kabul ettiği İbn-i Teymiy-ye’de daha önceden yazdığı, “Müşkül Âyetlerin Tefsiri” adlı kitabında bu Âyet’e aynı Seyyid Kutup’un verdiği manayı vermekte ve izah ederken: “Cenabı Hakk bu Âyeti Kerime ‘de önce ve sonraki ümmetlerden saadet ve kurtuluşa erişenlerin vasıflarını açıklamıştır,” demek suretiyle, burada sayılan zümrelerin kendi inançlarıyla yaşayarak amel-i salih yaptıklarında cennete gireceklerini iddia ederek, bütün ehl-i sünnet ulemalarının verdiği mananın tam zıttı mana vermiş, dolayısıyla bu Âyet’i Kerime’yi kendi rey’ine (görüşüne) göre tefsir etmiştir.

Bu gibi sapkm tefsirlerden yola çıkılarak, günümüzde de bazı kimseler tarafmdan yazılan Kur’an Meali ve Tefsirler de, daha da ileri gidilerek bir çok Âyet-i Kerime’ler bilerek çarpıtılmıştır. Hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı yaymları tarafından 2006 yılmda basılan “Kur’anı Kerim Meali” ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları tarafmdan 2005 yılmda basılan “Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir”de dahi: “Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatmda) Allah’a ve ahi-ret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır, (diye hükmedilmiştir)” demek suretiyle, Âyet’in asıl anlamının tam zıttı olan bir mana verilmiştir.

1 Tefsirlerde, inananlar ifadesine: “Dilleri ile inandıklarını söyledikleri halde kalpleri ile inanmayan münafıklar,” diye mana verilmiştir. Çünkü âyetin devamında kafir olan zümreler sayılıp bunlardan her kim iman ederse dediğinden münafıklar olduğu anlaşılmaktadır.

———————-

1 Buhari, Kitâbu istitâbeti’l-mürteddîn ve’1-muânidîn vekitâ-lihim 6; Eyüp Sabri Paşa, Mir’attil-
Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), 1,106.
2 Müslim, Mukaddime 4; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, Hadis No: 8276.
1 Bkz: Serdar Mutçalı’run hazırladığı Arapça-Türkçe sözlük.
2 Râmûz-ul Ehâdîs, Hadis No: 731.
3 İbn-i Mace, Mukaddime 24.

———————

Seyyid Kutub ve aynı batıl görüşte olan zihniyet, vermiş oldukları bu manalarda Hıristiyanları ve Yahudileri hak din-lermiş gibi göstermekte ve eğer bu dinlere tabi olanlar, kendi şeriatları içinde, ameli salih işlerlerse kurtuluşa ereceklerini söylemektedirler. Bu da yukarıda yazdığımız Âyet-i Kerime’ nin gerçek manasıyla tamamen zıt olan bir manadır. Aynı siyaha beyaz, gündüze gece demek gibi bir manadır ki, eğer bilerek çarpıtmışlarsa açıktan küfre girmektedirler, yok eğer kendi reyleriyle tefsir etmişlerse, bu da büyük bir hatadır. Buna dair Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Her kim, Kur’ân-ı kendi rey’ine (görüşüne) göre tefsir ederse cehennemdeki yerine hazırlansın/’1
Halbuki Kur’an-ı Kerim’in bir çok Âyefinde, Hıristiyan ve Yahudiliğin kesinlikle islam diniyle eş olmadığı ve Allah’a şirk koşarak kafir oldukları, açık bir şekilde izah edilmiştir. Şöyle ki; Sure-i Tevbe Ayet 30:
“Yahudiler dediler ki: Üzeyir, Allah’ın oğludur. Hıristiyanlar da dedi ki: Mesih (İsa Aleyhisselam), Allah’ın oğludur. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri batıl sözlerdir. Evvelce kâfir olanların batıl sözlerine benzetiyorlar. Allah Teâlâ kendilerini kahretsin! Nasıl (Hakk’tan) çevriliyorlar.”

Allah’u Teala hazretleri: “Allah onları kahretsin” diyerek bu zümrelerin ne kadar saplan ve dalalet içinde olan bir inanışa sahip olduklarını bildirmektedir. Gerçek bu olduğu halde, Hıristiyan ve Yahudileri hak din olarak gösterebilmek için “Sabiin” diye bilinen yıldızlara tapan müşrik topluluğu dahi, sanki hak bir din ve şeriat üzereymiş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki bu Âyet’i Kerime de sayılan zümrelerin hiç biri, hak olmayıp tamamının dalalet üzere oldukları ve ancak Müslüman olup, iman ederek, ameli salih işledikleri zaman kurtuluşa erebilecekleri net bir şekilde ifade edilmektedir.

Aslında bu Âyet-i Kerime’nin çarpıtılmasındaki esas maksat, Hıristiyan ve Yahudileri hak din olarak gösterme çabalarından kaynaklanmaktadır. Bu uğurda, çarpıttıkları noktalar ise, özellikle; “Sabiiler” ve Âyet’in başındaki “inananlar” ifadesidir.

Sabiî” kelimesi, Kanuni Sultan Süleyman hazretlerinin zamanında yaşamış olan Şemseddin Âhtari (Rahmetullah)’ın yazdığı “Ahtâr-i Kebir” adlı Arapça-Osmanlıca sözlüğün 413. sayfasında: İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinden nakilde bulunularak: “Sabiilerin yıldızlara tapan bir kavim olduğu,” şeklinde yazılmaktadır. Serdar Mutçah’nın hazırladığı Arapça -Türkçe sözlük’te de bu kelime: “Harran’da yerleşik, yıldızlara tapan bir topluluk’ diye geçmektedir. Ferid Develioğlu’nun yazdığı Osmanlıca-Türkçe Sözlük’te de: “Yıldızlara tapan sebea’lı’1 diye mana verilmiştir.

Fahrettin Razi Hazretlerinin, Tefsir-i Kebir adlı kitabı başta olmak üzere, İsmail Hakkı Bursevi’nin, Ruhu’l-Beyan, Osmanlı zamanında bir heyet tarafından muteber tefsirlerden istifade edilerek hazırlanan Nur’ul Beyan’da, Kadı el-Bağdadi’nin Tefsiri, Aymtabi Mehmet Efendi (ö/1702)’nin Tercüme-i Tibyan Tefsiri’nde, Tefsir-i Mevakib’de, Hanefi alimlerinden Gaziantepli Muhammed Bilal Nadir’in yazdığı Tefsir-i Nâdiri’de, Ahmed Davudoğlu’nun Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meâl’in de2 vs. Osmanlı ve öncesinde Ehl-i sünnet itikadı üzere yazılmış çok sayıda tefsirde: “Sabiilerin, hak olan dinlerinden dönerek yıldızlara, meleklere tapan ve Allah’u Teala’ya şirk koşarak küfre giren bir kavim’ olduğu kesin olarak vurgulanmıştır. Bu sebepten bu kelimeye, Arapça ve Osmanlıca sözlüklerden bakıldığında; yıldızlara tapan bir topluluk diye mana verilmiştir. Tıpkı Budistler denildiği zaman uzak doğuda Buda’ya tapan bir topluluk anlaşıldığı gibi Sabiiler denilince de yıldızlara tapan bir topluluk oldukları kesin ve net olarak anlaşılmaktadır.

Zaten, yıldıza tapan bir topluluk hiçbir zaman hak bir din olmamıştır ve olamaz. Bu Âyet-i Kerime’de, Hıristiyanların ve Yahudilerin de, bu yıldıza tapanlarla birlikte anılması ise, aslında, Hıristiyan ve Yahudilerin de dalalette olduklarını açıkça vurgulamaktadır.

Seyyid Kutup ise, bunca muteber görüşleri hiçe sayarak, ağır işlerde çalıştırılmak üzere yattığı hapis yıllarında kendi aklınca yazdığı bu tefsirinde; “Arapların bu zümresine “Sabiiler” adı verilmiştir. Bu görüş, bazı tefsir bilginleri tarafından, bunların yıldızlara tapan kişiler olduğu, savunulan görüşten daha geçerlidir,” demek suretiyle kendini herkesten üstün bir konumda görüp, hiç bir delil sunmadan da, adeta en iyisini ben bilirim demektedir.

Kendi zamanlarında hak olup ancak, islam dini geldikten sonra geçersiz olan Hıristiyan ve Yahudileri, hala hak din-lermiş gibi gösterebilmek için, Sabiileri (yıldıza tapanları) ise ehli kitap gibi göstermeleri gerektiğinden, bu kelimenin esas manasım unutturarak sanki bir peygambere tabi olup, şeriatı da olan bir millet gibi gösterme çabası içine girmişlerdir. Bu zamana kadar gelen bütün ehli sünnet alimleri, Sabiilerin, Hıristiyan ve Yahudi’lerin kafir olduklarım söyledikleri halde, son zamanlarda bir takım sapık düşünceye sahip bu insanların, durup durdukları yerde bu zümreleri aklamaya çalışarak “hak dinler”miş gibi gösterip, cennete koyma çabaları ner-den gelmektedir? Neden böyle bir çaba ve gayret içine girmektedirler? Bu Yahudi ve Hıristiyan aşkı nerden gelmektedir? Örnek olarak açıkladığımız, bu Bakara Suresi 62. Ayet gi bi yüzlerce Âyet-i Kerime’yi neden çarpıtırlar? Böyle yapmakla kime ve neye hizmet etmiş olmaktadırlar.

Aslında, Fahrettin Razi hazretleri tefsirinde: “Bu sayılan fırkaların dalalette olduğunu ve ancak hak din olan İslama girerek amel-i salih işlerlerse, onların bu amelleri kabul edilerek kurtuluşa ereceklerini ve mahzun olmayacaklarını/’ söyler.

Sure-i Al-i İmran, Âyet 19-20’de:

“Muhakkak ki Allah katında, tek din islamdır, Bu hakikati bilen ehl-i kitap ise, Kur’an gelince hasetlerinden ihtilaf ettiler. Allah’u Azim’uş-şan’m Âyefini kim inkar ederse hesapları çabucak gören Hak Teala onun cezasını verir. (Ey Habibim!) Bu kadar delil ve beyyinâttan (Kur’an ve Mucizelerden) sonra hak dinin islam olduğu hususunda yine seninle mücadele ederlerse, ehl-i kitap olanlar ile ehl-i kitap olmayanlara: “Ben ve bana tabi olanlar sadece Allah’u Azim’üş-şan’a iman edip islam olduk. Sizde islamı kabul edip bana tabi oldunuz mu?” de. Kabul edip sana tabi olurlarsa hidayete nail olurlar. Eğer yüz çevirirlerse sen mükellef olduğun tebliğ vazifeni yerine getirmiş olursun. Allah’u Azim’üş-şan kullarının amellerini görür ve amellerine göre mükafat veya ceza verir.”

Bu Âyet’i Kerime’de: “Ben ve bana tabi olanlar sadece Allah’u Azim’üş-şan’a iman edip islam olduk. Siz de islamı kabul edip bana tabi oldunuz mu?” de. Kabul edip sana tabi olurlarsa hidayete nail olurlar/’ denilmektedir. Buradan da anlaşıldığı üzere; islam dini haricindeki Yahudiler, Hıristiyanlar vs. bütün baül dinlerin, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaat edip tabi olmadıkları sürece kurtuluşa eremeyecekleri, dolayısıyla küfür ehli olarak kalacakları açıkça ifade edilmektedir.

Ayrıca, bir insan sadece “la ilahe illallah” diyerek Müslüman olamaz. Müslüman olabilmesi için “Muhammed’un Rasulullah” da demesi ve ona tabi olup, itaat etmesi şartür. Bu da Allah’u Teala’mn birçok Ayet-i Kerime’lerin de tekrar tekrar söylediği gibi, Sure-i Al-i İmran, Âyet 32’de de; (Ey Habibim) de ki: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin; eğer (bu itaatten) yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kafirleri sevmez/’ diyerek emrettiği kesin bir hükümdür. “Allah’a itaat edin” dediği; Allah’tı Teala’nın emir ve yasaklarına uymaktır. “Resulüne itaat edin” dediği ise; Allah’u Teala’nın Sure-i Haşr, Âyet 7’de: “Rasulullah size neyi emrederse onu alın neyden de sizi yasaklarsa ondan sakının,” diyerek yine emrettiği gibi Resulullah (Sallalahu aleyhi vesellem) Efendimizin Hadis-i Şerifler’de belirttiği tüm hükümleri, yani emir ve yasakları kabul etmektir. Aksi halde bu şekilde itaat etmeyenler Allah’u Teala’nın kesin ve açık emirlerine karşı geldiklerinden dolayı, islam çizgisinin dışmda kalırlar.

Yine Sure-i Al-i İmran, Âyet 85’de:

“Her kim islam dininden başka bir dini seçerse bu dini ondan ebedi olarak kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır,” diye geçtiği üzere kişi islamdan başka, hangi dinden olursa olsun onun inancı ve hiçbir ameli kendisinden kabul edilmeyecektir. Bu Âyet-i Kerime’ye göre, Allah katmda geçerli olan tek dinin islam olduğu bu kadar açık ve net iken, sapkın zihniyetteki bu insanlar, Sure-i Bakara, Âyet- 62’ye nasıl olurda Hıristiyan ve Yahudileri hala hak dinler şeklinde gösterip, Müslümanlarla eşitmiş gibi mana verirler? Bu şekilde mana vermeleri ise, yukarıda geçen diğer Âyet-i Kerime’leri açıktan inkar etmektir ki, bu da insanı küfre götürür.

Ahmed bin Hanbel’in Müsnedin’de Amr ibn-i Şuayb (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerif:
“Rasulullah münâkaşa eden bir grup gördü ve: Sizden öncekiler bu yüzden helak oldu. Allah kitabının bir kısmını diğer bir kısmıyla çatışır gördüler. Halbuki Allah kitabının bir bölümü diğer bir bölümünü doğrular mâhiyette indiril mistir. Bir kısmını diğer bir kısmına dayanarak yalanlamayınız. Ondan bildiğinizi söyleyin, bilmediğinizi de onu bilenlere bırakın/’1 Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesi de Âyet’lerin çift olmasıdır. Yukardaki Hadis-i Şerifte de belirttiği üzere ” Halbuki Allah kitabının bir bölümü diğer bir bölümünü doğrular mâhiyette indirilmiştir.” Yani, Allah’u Teala bir Âyet’te bahsettiği bir konuyu başka Âyet’te aynı veya başka lafızlarla açıklar. Eğer, Âyet-i Kerime’lerden birinde verilen anlam kasıtlı olarak bozulmaya çalışılırsa, diğer Âyet ona yanlış mana verildiğini ortaya çıkarır. Bu hususta, Allah’u Teala yukarıda Sure-i Bakara, Âyet 62’de sayılan zümrelerin, son ve hak olan islam dinine tabi olan Müslümanların iman ettikleri gibi iman etmedikçe hidayete eremeyeceklerini, Sure-i Bakara, Âyet 137’de şöyle ifade etmektedir:

“Eğer onlar sizin iman ettiğiniz gibi (Kur’an’a ve Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem’e-) iman ederlerse hidayete ererler. Eğer yüz çevirirlerse sizden ayrı düşmüş olurlar. Allah’u Tealâ sana kifayet eder ve seni onlara karşı korur, muhafaza eder. Allah’u Teala her şeyi işiten ve bilendir.”

Müslim ve İmam Ahmed b. Hanbel’in, Müsned’in de rivayet edilen Hadis-i Şerifte Ebu Hureyre (Radiyallahu anhu)’ dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:

“Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki her kim Yahudi olsun, Hıristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır.”2

———————-

1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6453; Tefsir-i İbn-i Kesir, 2/12 (Al-i İmran 7.âyetin
izahında).
2 Müslim, İman, 240 (153); Kütüb-i Sitte, Hadis No: 11.

———————

Sure-i Beyyine, Âyet 6-7:

“Ehl-i Kitap’tan kafir olanlar ile müşrikler, içinde ebedî kalacakları üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar mah-lukatın en şerlisidirler. İman edip (müslüman olarak) amel-i salih işleyenler ise; işte onlar da, mahlukatm en hayırlısıdırlar/’

Sonuç olarak; Kur’an-ı Kerim’in Arapça’sını değiştiremediklerinden dolayı, niyeti bozuk olan bu kesimler, Bakara suresi Âyet, 62 de olduğu gibi birçok Âyet-i Kerime’ye de ilgisiz veya çok zıt manalar vererek çarpıtmışlardır. “Sabiin” kelimesinin ifade ettiği manaya da, hiçbir delil getirmeden, bir rivayete göre şu manadadır veya yeni yapılan bir araşürmaya göre böyle manaya gelir diyerek türlü türlü uydurma rivayetler öne sürmüşler ve sonun’da, İbrahim (Aleyhisselam) veya Yahya (Aleyhisselam)’ın dinine mensup kimselerdir diye alakasız bir mana vermişlerdir. Eğer Sabiîn’e hakiki anlamı olan yıldızlara tapan zümrelerdir demiş olsa, Âyet’i Kerime’yi çarpıtamayacaklar. Çünkü bu inanışa sahip şeriatı olan ilahi bir din yoktur. Bu nedenle sabii’leri hak bir dinmiş gibi göstermek zorunda kalmışlardır. Niyeti bozuk bu kimselerin, verdiği bu çarpık manaya bakıldığı zaman, “İster Yahudi olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Sabiîn (Yıldıza tapanlar) kendi şeriatlarıyla amel ederlerse, onlar için hiçbir korku yoktur, yani cennetliktirler,” anlamı çıkmaktadır ki bu anlam yukarıda da değindiğimiz gibi bir çok Âyet-i Kerime ile açık bir şekilde çelişmektedir. Dolayısıyla yukarıda yazdığımız Âyet’i Kerime’ler, burada yapılan kasıtlı çarpıtmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine Âyet’in başmda “innellezine amenu” diye geçen “inananlar” ifadesine ise “Müslümanlar”diye mana verilmesi de çok yanlıştır ki, yukarıda isimlerini verdiğimiz muteber meal ve tefsirlerde buradaki ifadeye: “Dilleri ile iman ettiklerini söyledikleri halde, kalpleriyle iman etmeyen münafıklar veya islam’dan önceki dinlere inananlardır,” diye mana verilmiştir.

Eğer Âyet’in başında geçen “inananlar” ifadesi; ile hak olan Müslümanlar kastedilseydi ve aynı şekilde, Âyet’te geçen diğer Yahudi, Hıristiyan ve Sabiiler de hak din olmuş olsaydı, Âyet’in devamında Allah’u Teala: “Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve (mü’min olarak) salih amel işlerse…/’ diye şart koşar mıydı? Bu şart koşulduğundan da anlaşılıyor ki; “inananlar” ifadesi Müslümanları kastetmeyip ayrıca bu sayılan zümrelerin tamamının da dalalette olduğunu göstermektedir. Başka bir ifadeyle, eğer bu batıl görüşte olanların dediği gibi burada sayılan zümrelerin hepsi hak olsaydı; “Ey Müslümanlar, Müslüman olun ki kurtulaşa eresiniz” gibi bir mana çıkardı ki, bu da anlamsız bir ifade olurdu. Haşa, Allah’u Teala bu şekilde bir ifade kesinlikle kullanmaz.

Allah’u Teala’nm, Sure-i Bakara, Âyet 62’de, “inananlar” diye hitap ettiği gibi aynı şekilde Sure-i Bakara, Âyet 208’de: “Ey inananlar,” diye Âyet’e başlamakta ve kastedilen mananın, batıl olan önceki kitap ehli olduğu açık bir şekilde burada da görülmektedir. Bu Âyet-i Kerime’nin manası şöyledir:

“Ey (önceki kitaplara) inananlar! Cümleniz islam dinine giriniz. Şeytan’ın heva ve iğvasma uyup helak olmayınız. Çünkü Şeytan, büyük düşmanmızdır.”

Burada da açıkça görülüyor ki inananlar ifadesinde kastedilenin “Müslümanlar” olması imkansızdır. Çünkü devamında islam dinine girin dediğine göre burada bahsedilen önceki kitaplara inananlardır. Yine başka bir ifadeyle, bu Âyet’i Kerime’de ve Sure-i Bakara, Âyet 62’de de geçen “inananlar” ifadesi, Müslümanları kast etmiş olsaydı, aynı şekilde, bu Âyet-i Kerime’de de “Ey Müslümanlar! Cümleniz islam dinine giriniz,” diye bir mana çıkardı ki, bu da anlamsız bir ifade olurdu.

—————————

1 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik lügat, Aydın Kitapevi, Ankara-1988, s. 1085’de: Sâbii: Yıldıza tapanlardan Sebea’lı, diye geçmektedir.
2 Bkz: Aymtabi Muhammed Efendi, Tercüme-i Tefsiri Tibyan, Dersaadet, Arif Efendi Matbaası,
(1324); Hüsyin el-Vaiz el-Kaşifî (v. 910/1504), Tefsir-i Mevâkib, Osmanlıcaya tercüme eden: İsmail Ferruh Efendi, Bahriyye matbaası-h. 1323; İbrahim Halebi, “Nur’ul Beyan” (Kur’an-ı Kerim’in Osmanlıca Tercümesi), Matbaay-i Âmire, İstanbul, h 1340; Kadı el-Bağdadi, Tefsîr’ul Mesemma bi Envâr’ut-Tenzil ve esrâr’ut-te’vil, hayriyye matbaası, t.y; İsmail Hakkı Efendi, Ruhu’l-Beyan, İstanbul-h. 1287; Fahreddin Razi, “Futuhât’ül-Gayb” (Tefsir-i Kebir), Abdurrahman Muhammed, Mısu–1938; Muhammed Bilal Nâdir (ö. 1969), Tefsir-i Nâdiri, (el yazması-Osmanlıca), Gaziantep; Ahmed Davudoğlu (ö. 1983), Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali (Türkçe anlamı), Çile yay. İstanbul-1988.

1 Tirmizi, Tesir’ul-Kur’an 1; İmam Gazali, İhya-u Ulumid-Din, Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, Bedir yay. İstanbul-1987,I, 98.

(Seyyid Kutup Kimdir, İlahiyatçı Yusuf Özge)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu