Ali Eren

Ağaç Meyvesiyle, Hoca Talebesiyle Anlaşılır

İstanbul’da; 15, 16, 17 Kasım 2013 tarihlerinde, Uluslararası İmam-ı Rabbânî Sempozyumu yapıldı. Toplantı 1. gün Haliç Kongre Merkezi’nde, 2. ve 3. gün de Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde icrâ edildi.

Sempozyum’un ilk gününde bir tersliğe şahit olduk. Hazreti Muâviye’ye toz kondurmayan İmam-ı Rabbânî Hazretleri’yle ilgili bu sempozyumun açılış konuşmasında, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’ne nispet yaparcasına amansız bir Hazreti Muâviye muarızı olan Hayrettin Karaman’a konuşma yaptırıldı.

Ashab-ı kiram hakkında, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’yle taban tabana zıt bir i’tikada sahip olan bu zatın, böyle bir toplantıda konuşmasını kim veya kimler ayarlamıştı?

Acaba Karaman’ı, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’yle ashab-ı kiram hakkında itikaden ters düşen birisi olduğunu bile bile mi konuşturdular, yoksa bilmeden mi?

Bilerek de olsa bilmeden de olsa neticede İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin ruhu muazzep edilmiş oldu.

Bilmeden konuşturulduysa, önceden araştırma yapılmadığı için ortada bir hassâsiyetsizlik var demektir.

Bile bile konuşturdularsa o daha kötü. Çünkü bu durumda iş İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin hassasiyetlerini mühimsememeye kadar gider.

İmam-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri, Hazreti Muâviye’ye toz kondurmayan bir zattır. Hayrettin Karaman ise Hazreti Muâviye’ye ateş püsküren ve onu en ağır bir şeklide suçlayan birisidir. Böyle olunca, İmam-ı Rabbânî Sempozyumu’nda Karaman’ı konuşturmak, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin rûhâniyetini incitmemiş midir?

O gün bendeniz de oradaydım. Hayrettin Karaman konuşma kürsüsüne, “Hocaların hocası Hayrettin Karaman hocam”diye davet edildi.

“Hocaların hocası” denilen Hayrettin Karaman acaba kimlerin ve hangi hocaların hocasıydı?

Bunu biz biliyoruz da, arzu ederiz ki siz okuyucularımız da bilesiniz. Hayrettin Karaman, 1998’den beri bildiğimize göre,  Yaşar Nuri Öztürk gibi ilâhiyat hocalarının hocası.

Öyleyse, Sayın Karaman hakkında hiç bir değerlendirme zorluğu yok. Çünkü ağaç meyvesiyle, hoca talebesiyle anlaşılır…

Atalarımız boşuna “Kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al” dememişler.

Çünkü kızını yetiştiren anasıdır, talebesini yetiştiren de hocası…

Bana talebeni söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim.

Öyleyse, Yaşar Nuri’ye bak Hayrettin Karaman’ı anla…

Sayın Karaman, Yaşar Nuri gibileri yetiştirip bu millete kazandırmakla övünebilir diyelim mi?

Diyelim de, acaba Yaşar Nuri Öztürk gerçekten Hayrettin Karaman’ın talebesi midir?

Talebesi ise ona ne kadar bilgi vermiş ve ne derece yetiştirmiştir?

Bunun cevabını 1998’de Yaşar Nuri Öztürk kendisi vermişti. Hayrettin Karaman’ın o günden bu güne buna bir itirazı olmadı.

O günden bu güne dediğimiz ne zaman mı?

Anlatayım:

Sene 1998…

Prof. Muhammed Nur Doğan, Yaşar Nuri Öztürk ile Kitap Dergisi adına bir röportaj yapıyor. Röportaj, derginin Haziran 1998 tarihli 92. sayısında yayınlanıyor.

Derginin o sayısı “Yaşar Nuri Öztürk Özel Sayısı” olarak çıkmıştı.

Yaşar Nuri Öztürk’ün dergiye söyledikleri şöyle:

“Trabzon’da imam hatip okulunu bitirip İstanbul’a ilahiyat tahsiline geleceğim zaman… yaşlı amcalar… hüzünlenerek, ah çekerek bize diyorlardı ki; “İstanbul’a tahsile gidiyorsunuz. Ordaki İslam Enstitüsü’ne üç tane dinsiz musallat olmuş: Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Sayım Yeprem… Bu üç dinsiz bütün ümidimizi bağladığımız siz gençleri saptırmasın. Aman dininizi, imanınızı bunlardan koruyun.”

“Biz bunları dinleyerek geldik. Geldik bu insanlar bizim hocamız oldu. Sonra bir baktık ki dinsiz minsiz değil… Dinsiz diyeni vardı; mezhepsiz demeyeni yoktu.  Geldik bir baktık ki, ne dinsiz, ne mezhepsiz; İslam adına bizim göğsümüzü kabartan, bize bir şey veren, ne öğrendiysek bu insanlardan öğrendik.”

Evet, Yaşar Nuri Öztürk, “…ne öğrendiysek bu insanlardan öğrendik”diyor.

Muhammed Nur Doğan, Yaşar Nuri’ye soruyor:

“Meselâ hatırlıyorum, yıllar önce belki bugün sizin dile getirdiğiniz yahutta yeni gibi gelen fikirleri, düşünceleri aynı şekilde dile getiren bir Hayrettin Karaman bir Bekir Topaloğlu gibi hocalarımızın da, zamanında çok yoğun eleştirilere ve hatta hakarete varacak derecede eleştirilere tabi tutulduklarını gördük. “

Bu cümleler çok mühim, lütfen kaçırmayalım değerli okuyucular.

Ne diyor Muhammed Nur Doğan?

Yaşar Nuri’nin dile getirdiği fikirleri, daha önce Hayrettin Karamanların dile getirdiklerini söylüyor.

Muhammed Nur Doğan’ın söyledikleri acaba doğru mu?

Bunun doğru veya yanlış olduğunu anlamanın yolu şu:

Hayrettin Karaman, herhangi bir zaman Yaşar Nuri’ye itirazda bulunmuş mudur? Böyle bir itirazı görülmüş duyulmuş mudur?

Yoook!

Öyleyse bu tavır kabul mânâsına gelir mi gelmez mi?

Takdir siz okuyucuların…

Bahse konu röportajda Yaşar Nuri Öztürk, özellikle Bekir Topaloğlu hakkında övücü sözler söyledikten sonra, yukarıdaki cümlesini tekrarlıyor:

“Tabir câizse, ne öğrendiysek onlardan öğrendik. Yani, mevcuda zıt ne öğrendikse onlardan öğrendik.”

Ne öğrendiysek onlardan öğrendikdiyen Yaşar Nuri Öztürk, “Neler öğrendiğimizi görün” dercesine şu cümleleri söylemekten çekinmiyor:

“…hâşâ! Peygamberin halefi de olmaz. Ben halife tabirinin bile şirk olduğu kanaatindeyim. ““

“…Allah asıl bulmakta zorluk mu çekiyor da, peygamberin halifesi olacak?”

Görüldüğü gibi, bu sözleri söylerken hiç irkildiği de halife falan tanıdığı da yok. Hem dört büyük halife olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali Efendilerimiz’in halifeliklerine, hem de top yekün halifelik/hilafet makamına itiraz ediyor…

Yaşar Nuri’nin kendi anlattığına göre, hocaları sadece Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu ve Sayım Yeprem’den ibaret değilmiş.

Meselâ Tayyar Altıkulaç da onlara Kur’an dersine gelirmiş.

Merhum Ahmed Davudoğlu da onun hocaları arasındaymış. Bunu öğrenince, “Acaba Davudoğlu Merhum Yaşar Huri’ye niçin bazı şeyler empoze etmedi veya edemedi?” diye içimden geçirdim. Çünkü Merhum Davudoğlu eh-i sünnet bir âlimdi.

Meğer Yaşar Nuri’nin ondan niçin istifade edemediğinin cevabı alt satırdaymış. Yaşar Nuri meğer onun dersinde hep uyurmuş.

Yaşar Nuri Öztürk, kendilerinden ders almasa da şu kimseleri de övmeden geçmiyor:

Abdüh, Efgânî, Merâğî, Reşid Rıza.

Yerlilerden de Hüseyin Atay, Süleyman Ateş, Mehmet Aydın.

Bu cümlelerinden de anlaşılıyor ki, gerçekten hocasının talebesiymiş. Çünkü Hayrettin Karaman da Hazreti Muâviye’ye, pardon Abdüh, Efgânî ve Reşid Rıza’ya toz kondurmaz. “Hıristiyan ve Yahudiler de cennete girer” diyen Süleyman Ateş’i de İslam âlimi sayar.

Yaşar Nuri, Ebucehili ismiyle andığı gibi, ashabı kiramı da aynen onun gibi  “Ömer, Ali” diyerek yalın isimleriyle anıyor. Yani ”Hazret” demiyor.

Hayrettin Karamanların talebesi olduğunu söyleyen ve “ne öğrendiysek onlardan öğrendik” diyen Yaşar Nuri Öztürk, tasavvuf hakkında da kendisine yakışanı söylüyor:

“Tasavvuf…

Yani korkunç bir put üreten kurum…”

Tasavvuf put üreten kurum olunca tabii ki tasavvufçular da putperest oluyorlar…

İftiranın ve hırsın bu kadarı…

***

Hayrettin Karaman’ın meşhur talebesini bu kadar dinlemek yeter. Şimdi de Karaman’ın kaleme aldığı, İmam-ı Rabbânî Sempozyumu’ndan bahseden 22/12/2013 tarihli, DEDİKODUCU başlıklı yazısına bakalım.

Karaman’ın “DEDİKODUCU” dediği ve bu yazıyla muhatap aldığı kişi Cübbeli Hoca…

Karaman, Cübbeli Hoca’yı kendisine iftira etmekle suçluyor ve kendince ona cevap vermeye çalışıyor.

Cevap, ama ne cevap… Lâf ola beri gele…

Ben Cebbeli Hoca’yı müdafaa edecek değilim. Zaten ihtiyacı da olmaz.

Ama Hayrettin Bey’in yazısındaki tutarsızlıkları ortaya koyacağım.

Sayın Karaman, Cübbeli Hoca’yı muhatap alan yazısında şöyle diyor:

“…Kendisini İmam-ı Rabbânî sempozyumuna davet etmişler, benim konuşmacı olduğumu duyunca davete icabet etmediği gibi bir de mazeretini açıklayan konuşma yapmış; mazereti ‘şunları bunları yapan benim konuşmacı olmam’ imiş.

…Tazelediği iddia ve iftirasına göre ben ‘1.Yahudi olup da kafir olmayan ve cennete girecek olanlar var, 2. Muaviye’yi sevemem,’ demişim.

…’Muaviyeyi sevemem’ dediğim doğrudur.

…onu sevmiyorum; ama Efendimiz ‘sövmeyin’ dediği için de sövmüyorum.

…Ümmetin de Muaviye’yi sevdiğini sanmıyorum; eğer sevselerdi çocuklarına onun adını da koyarlardı, ben bu isme hiç rastlamadım.

Diğer iki konu yalandır, iftiradır.

Ona ve onun gibi atıp tutanlara cevap olarak 210 sayfalık bir kitap yazdım; kitabın adı ‘Diyalog ve Kurtuluş Tartışmaları’dır (Ufuk yayınları, 2011). Bu kitapta ‘Ben öyle demedim, nakil yaptığınız kitap benim kalemimden çıkan bir kitap değildir, bir konuşmamı çözüp basmışlardır, böyle yayınlarda yanlış anlamaya müsait cümleler, kopuklullar, eksiklikler olur…’ dedim.

Buna rağmen ‘cevap vermedi’ demek, hala o kitabı kaynak göstermek iyi niyetle telif edilebilir mi?

Türkiye’de ve dışarıda benim tanıdığım ve bu konudaki tartışmalarda adı geçen hiçbir Müslüman kimse, ‘Bir kişi hem Yahudi ve Hristiyan olur, hem de kafir olmaz ve cennete girer’ demiyor, dememiştir. Bu cümleyi ikide birde tekrar edenler iftira ediyorlar.

Benim ‘katılmadan sözlerini naklettiğim’ bazı alimlerin ayetlere dayanarak, ayetleri kendi anlayışlarınca yorumlayarak dedikleri şudur: ‘Bir Yahudi veya Hristiyan Allah’ın bir, âhiretin hak olduğuna iman eder, amel-i salih işler ve son peygamber Muhammed Mustafa’dan haberdar oldukları takdirde onun da peygamber olduğuna iman ederlerse âhirette kurtuluşa erebilirler. Böyle iman eden ve diyen kimseler resmi Yahudilik ve Hristiyanlığı terk etmiş ve ‘Hanîf’ olmuşlardır.’

Bu anlayışa katılmamak, tenkit etmek bilenlerin hakkıdır; ama sözü eksik nakletmek, insanları töhmet altında bırakmak Müslümanın ve ahlâk sahibi kimselerin yapabileceği bir şey değildir.”

***

Karaman yazısında böyle diyor. Demesine diyor da kazın ayağı hiç de öyle değil…

Öyleyse biz de kendisine bir şeyler söyleyelim.

1-Sayın Karaman! Kendinize iftira edildiğini söylüyorsunuz, ”Yalandır, iftiradır” diyorsunuz. Keşke bunları yazmasaydınız. Çünkü âcizâneme karşı mahcup olacaksınız.  Bakın, elimde, sizin sözlerinizin yazılı olduğu Polemik Değil Diyalog isimli kitap var. Oradaki Dinlerarası Diyalog ile alâkalı şu sözler sizin sözleriniz:

“Diyaloğun hedefi tek bir dine varmak, dinleri teke indirmek olmamalı. Böyle bir hedef olamaz zaten. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.” (Polemik Değil Diyalog, sa: 36)

Hedef niçin dinleri teke indirmek olmamalı Sayın Profesörüm?

Kur’an, “Sizin ilâhınız tek ilahtır” buyurmuyor mu?

Allah tek, onun dini de tek değil midir?

Din tek olmamalı da dünyada dinler çorbası mı olmalı?

Cenab-ı Hak, Tevbe sûresi 33. âyette ve Fetih sûresi 28. âyette, “Bütün dinlerin üzerine çıkarmak ve bütün dinlere galip getirmek için, Peygamberimiz’i hak din İslam ile gönderdiğini” ferman buyurmuyor mu? Hem de, “Müşrikler isteme de” buyurarak.

Eğer mesele sizin zu’munuz/yanlış kanaatınız gibi olsaydı,  Cenab-ı -hâşâ- böyle değil şöyle buyururdu:

“Ey Habibim! Hedefin, bâtıl ve hükmü geçmiş olan diğer dinleri ortadan kaldırıp da olmasın dinleri teke indirmek de olmasın. Çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır.”

Var mı böyle şey? Yok. Tarih boyunca, âlimler şöyle dursun ilim sahibi olmayan hiçbir Müslüman bile sizin söylediğiniz bu sözleri söylememiştir.

İslamın ve Müslümanların hedefi, bâtıl dinleri ortadan kaldırıp tek hak din olan İslamı dünyaya hâkim kılmak değildi de, asırlar boyunca Müslümanlar cepheden cepheye koşarak boşuna mı cihat ettiler?

Öyleyse siz, “Diyaloğun hedefi tek bir dine varmak, dinleri teke indirmek olmamalı. Böyle bir hedef olamaz zaten. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır” diyerek neye engel olmak istiyorsunuz?

2- Ehl-i kitap yani Hıristiyan ve Yahudiler hakkında kendinize iftira edildiğini söylüyorsunuz ama ortada iftira diye bir şey yok. Çünkü üzüntü veren şu sözler size ait:

“Kur’an-ı Kerim’de ehl-i kitapla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i sâlihtir. Kur’an birçok âyette bunu söylüyor. Yani “Peygambere iman edin” demiyor.”(Polemik Değil Diyalog, sa: 37)

Şimdi bunlar iftira mı, bu sözler size ait değil mi Sayın Karaman?

Bakın bakın! Açık açık “Kur’an Peygambere iman edin” demiyor”diyorsunuz.

Siz, kendinize iftira edildiğini söylüyorsunuz ama ben aksine bu sözünüzle sizin Kur’an’a iftira ettiğinizi söylüyorum.

Eğer, “Kur’an Peygambere iman edin demiyor”sa, Hıristiyan ve Yahudilere İslamı tebliğ etmeye lüzum yok demektir.

Yok mu?

Yani siz, onlara İslamın tebliğ edilmesinin lüzumsuz olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Sayın fıkıh profesörü!

İmanın şartı 6 değil mi?

Bu 6 şarttan biri de peygamberlere iman değil mi?

Peygamberlerden birine inanmamak, hepsini inkâr demek değil mi?

Böyle bir inanç taşıyan kimse kâfir değil mi?

Kâfirler de cehennemde ebedî değil mi?

Öyleyse, “Kur’an, ehl-i kitaba, Peygambere iman edin demiyor” demek, onların içinden Müslüman olmak isteyenlerin iman etmelerine engel olmaya çalışmak değil mi?

Müslümanın vazifesi, Peygamberimiz’e iman etmeyenleri ona imana davet etmek iken, “Yok canım, lüzum yok! “Çünkü Kur’an, ehl-i kitaba, Peygambere iman edin demiyor”diyerek, onları imandan alıkoymak mıdır?

Böyle söylemekle gayeniz, varmak istediğiniz hedef ne?

Temmuz 2013’de “Ağzındaki Baklayı Çıkardı” başlığı altındaki yazınızda, bir gazeteciye verdiğiniz cevapta şu cümleler yer alıyordu:

a- “Hangi Müslüman, toplumu İslamlaştırmayı hedeflemez?”

b– “Toplumu kendine kazanmak istemeyen bir din var mıdır?”

c- “İslam dini, Müslümanlara ‘İnsanları dine davet’ vazifesini vermiştir.”

Bu cümlelerinizin üçü de doğru. Peki yukarıdaki “Kur’an, ehl-i kitaba, Peygambere iman edin demiyor”sözünüz nerede kaldı?

Şimdi bir Müslüman çıkar da, bu üç cümlenizi ele alarak şöyle derse ne diyeceksiniz.

a- Meselâ dese ki:

“Hangi Müslüman, toplumu İslamlaştırmayı hedeflemez?” diyorsunuz.

Ben hedeflemiyorum. Çünkü bulunduğum yerde hep Hıristiyanlar var. Sizin söylediğinize göre Kur’an da onlara zaten peygambere iman edin demiyormuş.

Böyle söyleyen kimseye ne dersiniz?

b- Veya meselâ dese ki:

“Toplumu kendine kazanmak istemeyen bir din var mıdır?” diyorsunuz.

Evet, vardır: Müslümanlık. İslam dini kazanmak istemiyor. Polemik Değil Diyalog isimli kitabınızda söylediğinize göre, Hıristiyan ve Yahudiler Allah’a ve âhiret gününe inanır, amel-i salih işlerlerse Müslüman olmaları şart değilmiş. Öyleyse başkalarını İslama kazandırmaya lüzum yok.

c- Veya dese ki:

“İslam dini, Müslümanlara ‘İnsanları dine davet’ vazifesini vermiştir” diyorsunuz.

Ama hangi insanları dine davet? Sizin söylediğinize göre, üç şartı (Allah’a, âhiret gününe iman ve amel-i salih) yerine getiren Hıristiyan ve Yahudilerin dine davet edilmelerine zaten lüzum yok. Çünkü onlar kuruluyorlarmış. Geriye kaldı ateistler/inançsızlar. Öyleyse dine sadece onları mı davet etmeliyiz?

Dine davet derken, sizin söylediğinize göre üç şartı yerine getiren Hıristiyan ve Yahudiler kurtulacaklarına göre, ateistleri İslama değil de o dinlerden birine davet etsek de olur mu?

Bunların cevabı sizi bekliyor Sayın Karaman.

3- Sayın Profesör!

Şimdi ben, “Siz Hıristiyan ve Yahudilerin Müslüman olmalarına engel koyuyorsunuz” desem size iftira mı etmiş olurum?

“Tabii ki iftira etmiş olursunuz” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Öyleyse şu sözlerinizi nereye koyacağız?

“Ben diyorum ki, İslam, ehl-i kitabı tek seçenek olarak –son dinin mensubu olmak manasında- Müslüman olmaya çağırmıyor.” (Polemik Değil Diyalog, sa: 37)

Müslüman olmaya çağırmıyor da ya ne yapıyor Sayın Profesör?

Son dine ve son peygambere iman etmeye çağırmıyor da “İman etmenize lüzum yok, imansız kalın,” mı diyor?

Sayın Profesör!

Yoksa Kur’an-ı Kerim’in açık beyanını yok mu sayıyorsunuz? Gerçi başka âyetler de var da, Araf sûresi 157. ve 158. âyet-i kerimelerde, Cenab-ı Hak, “Kurtulacak olanların kimler olduğu?” sorusuna cevap olarak, “Kurtuluşa erenlerin ümmî peygambere iman edenler olduğunu” bildiriyor.

Doğru yolda olmayanların cennete girmeleri mümkün değil ya, “Ona (ümmî peygambere)uyun ki hidâyete/doğru yola eresiniz” buyuruyor.

Cenab-ı Hak, ümmî peygamber olan Resûlüllah Efendimiz’in, ehl-i kitap da dâhil, “Bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini” bildiriyor.

Hal böyle iken, siz hangi salahiyetle “Ben diyorum ki” diye söze başlayarak, “İslam, ehl-i kitabı tek seçenek olarak –son dinin mensubu olmak manasında- Müslüman olmaya çağırmıyor”diyebiliyorsunuz?

“Ben diyorum ki” diye başladığınıza göre, siz kimsiniz Sayın Profesör?

Bilmelisiniz ki, kimin neye, nasıl iman etmesi gerektiğine dair karar ve hüküm sadece Allah’a aittir.

Bu mesele kimseye ihale ve havale edilen bir mesele de değildir.

İmanın şartları Âdem Aleyhisselam zamanından beri bellidir ve 6 tanedir.

Bu 6 şart hiçbir zaman Allah tarafından eksiltilmemiş ve bir kulda biri veya birkaçı eksikse diğerleri de yok sayılmıştır.

Allah’ın bu hükmü kesin olduğuna göre; Allah’ın kitabına, Peygamberimiz’e ve dinine inanmayanların imanlı sayılamayacakları açıktır.

***

Ele aldığınız mesele, bir kelâm/i’tikad meselesidir. Siz ise kelam değil fıkıh profesörüsünüz.

Kaldı ki, fıkhî meseleleri bile doğru dürüst bilemiyor yanlış üzerine yanlış yapıyorsunuz.

Öyleyse hepimiz haddimizi bilmeliyiz. Tabii ki siz de. Kendinizi mânen mahvetmemek için evet siz de haddinizi biliniz ve çizmeyi aşmayınız.

Fıkhî meseleri bile bilemediğiniz töhmeti ağrınıza gidebilir, hatırlatayım.

Bir televizyon programında seferîlikten bahsediyordunuz. “Seferîlik üç günlük yoldur. Ama artık zamanımızda dünyanın bir yerinden bir yerine üç günden az bir zamanda gidilebiliyor. Dolayısıyla artık seferilik olmaz” demiştiniz.

Gülmüştüm… “Bu fıkıh profesörü(!) seferiliğe tesir eden illetin zaman değil mesafe olduğunu bilmiyor” demiştim. Çünkü taa ilk asırlarda seferilik hakkında tespit edilen üç günlük mesafe, ne kadar kısa zamanda kat edilirse edilsin, seferî olunurdu.

İşte siz bunu bilmiyordunuz.

Evet, bilmiyor ve milyonların önünde sınıfta kalıyordunuz.

Demek ki fıkıh profesörlüğünüz bile bu kadarmış.

Allah bilir ya, cinnîlerin seferîliğin kendileriyle ilgili meselesini İmam Şa’rânî Hazretleri’ne sorduğunu, onun da sizin bildiğinizin aksine cevap verdiğini de bilmiyorsunuz. Veya bilseniz de kabul edemezsiniz.

Cinnîler, İmam Şa’rânî Hazretleri’ne soruyorlar:

“Yâ imam! Biz bir yerden bir yere kısa zamanda gidebiliyoruz. Bulunduğumuz yerden seferîlik mesafesi kadar ayrıldığımızda biz de seferî oluyor muyuz?”

İmam Şâ’rânî kuddise sirruh cevap veriyor:

“Evet, siz de seferî olursunuz.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu